Bektaşi dergâhındaki Hegel 
 
 
Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı'nı ziyaret edenler bilirler: Dış avludaki çeşmenin alınlığında bir mührü Süleyman motifi vardır. O güzelim tekkeyi inşa edenlerin, avluyu ihmal etmediklerini göstermek için işledikleri motifin altındaki modern zamanlar kitabesinde şu yazıyor: 'Evrenin şifresi sevgidir ve sevgi gül ile sembolize edilir.  
  
Gülün yukarı bakan ucu ateşi yani kötülüğü, aşağı bakan ucu suyu yani doğruluğu gösterir. Motif, hayatın yanlış ve doğrulardan ibaret olduğunu anlatır. Bu anlayış ünlü filozof Hegel'in tez-antitez-sentez felsefesini çağrıştırmaktadır.' Makamı dolaşan başkaları ne düşündü, bilmiyorum. Alevi geleneğinin kıblesi 'Hünkar' makamını hayret ve huşu eşliğinde dolaşırken benim aklımdan geçen şuydu: Alevi-Bektaşiler nasıl oldu da kabeleri sayılan o makamda dahi sahip oldukları mirasın bu kadar uzağına düşebildiler. Bin yılın taşıdığı adap, erkân, ahenk, dekor, mimari kendi makamında nasıl oldu da Hegel'e indirgenebildi. Başbakan Erdoğan'ın katıldığı Muharrem iftarıyla ilgili tartışmalar sürerken bu kitabede yazılanları bir kez daha hatırladım. Dernekler, vakıflar hararetle muharrem orucunu, başka Alevi ritüellerini, ibadetlerini, cemevlerini tartışırken Aleviliğin kalbi olan Hacı Bektaş tekkesinden Hegel diyalektiği yükselebiliyor. İftara katılanları ve geleneksel olarak Alevilerin desteklediği partiler dışındaki partilere oy verenleri düşkün ilan eden, Alevilere yönelik açılımı Sünnileştirme projesi olmakla suçlayanlar bu kitabede yazılanları hangi mantık ve ihtiyaçla açıklıyor doğrusu bilmek isterdim.

Hemen söyleyeyim, dinî özgürlükler açısından bakıldığı zaman Bektaşi tekkesindeki Hegel (bile) sorun olmayabilir. İnsanların kendi inanışlarını istedikleri gibi tanımlama özgürlüğüne ve hakkına sahip olduklarına inanıyorum. Kimsenin başkasının inancını, dinini tanımlama hakkından söz edilemez. Kim kendi inancını nasıl tanımlıyorsa ona saygı duymakla yükümlüyüz hepimiz. Ama bunu yaparken tarihsel ve dinî anlamda Aleviliğin ne olduğu sorusuyla, Alevilerin kendilerini nasıl tanımladıkları ve devletten ne istedikleri sorusunun farkı göz ardı edilmemeli. Bugün yaşanan Alevilik tartışmalarındaki en büyük açmaz bu iki tartışma alanının çoğunlukla birbirine karıştırılmasından kaynaklanıyor. Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu'nun son iki açıklaması ve sonrasında başlayan tartışmalarda bunu bir kez daha gördük. Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu, büyük ihtimalle Alevilere sıcak mesajlar vermek için 'Cemevleri camilerin alternatifi değildir' dedi. Bu açıklamanın gerisindeki iyi niyeti sorgulayacak değiliz... Fakat hem Aleviler hem de Alevi olmayanlar açısından bu açıklama ciddi sakıncalar içeriyor. Önce Alevi olmayanlar açısından bakalım. Bu söz onlar açısından Aleviler camiye bir alternatif yaratmak istiyorlar şeklinde anlaşılmaya çok müsait. Nitekim bazı grupların böyle algıladıklarını gazetelerden okuyoruz. Aleviler açısından sakıncalarına gelince; Aleviler cemevlerinin camiye bir alternatif olduklarını mı iddia ediyorlar? Bildiğim kadarıyla hayır. En azından bazı Alevi vakıf ve dernekleri kendi zikir, dua ve ibadet mekânlarını talep ediyorlar. Bu talep neden camiye alternatif yaratma çabası olarak değerlendirilsin? Bu taleplerle yola çıkan Alevilerden bir kısmı cemevine de camiye de devam etmek isteyebilir. Bir kısım Alevi de sadece cemevine gidip ikrarını verir, duasını eder. İnancını böyle yaşamak isteyen Aleviler açısından da içinde bulundukları mekân caminin alternatifi değil, kendi dua mekânlarıdır. Şu an mevcut cemevlerine gidenlerin yaptıkları da bu zaten...

Başkan Bardakoğlu, aynı konuşmasında dinsel ve tarihsel açıdan cemevlerinin ibadethane olmadığını ileri sürdü. Bu ifadenin doğru ya da yanlış olduğunu söyleyenler çıkacaktır. Ama bugün cemevlerinin statüsünü tartışırken konuşmamız gereken bu iddianın doğru ya da yanlış olması değil, Alevilerin cemevlerini ne olarak kabul ettikleri olmalı. Öyle ya, bazı Alevi gruplar cemevlerinin ibadethane olduğuna inanıyorsa ne yapmayı düşünüyoruz? Böyle düşünen Alevileri zorla camiye ya da başka bir mabede mi çağıracağız? Devlet böyle inanan Alevilerin ihtiyaçlarına önce demokratik haklar ve sonra da din hizmeti açısından ne sunmayı düşünüyor? Alevilerin taleplerini gündemine alan herkesin bu sorunun cevabını açık yüreklilikle vermesi gerekir.

Ancak sadece devletin, siyaset kurumunun değil, Alevilerin de açık yüreklilikle cevaplaması gereken bazı sorular var. Konuyla ilgili herkes gibi ben de Alevi grupların kendi aralarındaki tartışmaları izliyorum. Gördüğüm şu: Aleviliğin mutabık olunan bir tarifi yok ve bu nedenle herkesin kafasında farklı bir Alevilik var. Bir üst tanım olmadığı için her grup kamuoyuna kendi Alevilik anlayışını temel alan bir beklentiler listesi sunuyor. Bu da hem Aleviler arasında hem de kamuoyunda bir kafa karışıklığı yaratıyor. O nedenle her grubun sadece kendi Alevilik anlayışını temel alan bir beklentiler listesi sunmaktan vazgeçmesi gerek.

Bunu söylerken 'Aleviler tez elden ortak bir tanıma ulaşsınlar' demek istemiyorum. Böyle bir beklenti gerçekçi de olmaz zaten. Ancak, Alevi grupların kendi aralarındaki farklılıkları kabullenmesi, sorunun çözümünün ilk aşaması olabilir. Bakın Aleviler arasındaki tartışmalara. Bazı gruplar Aleviliğin öz İslam olduğunu ileri sürerken bazıları İslam dışı bir felsefe, inanç, muhalefet stratejisi olarak görüyor. Aleviliği bir tarikata indirgeyen birinci bakış açısı onun kendine özgü yanlarını görmezden geliyor. İslam dışında bir inanış ve felsefe diyenler ise bin yıllık mirası yok sayıyorlar. Bu iki zihniyetin çarpışmasından doğan kısa devre mantık, Anadolu'da üretilen ve hâlâ yaşayan maneviyatın kabesi olan dergâhın girişine Ahmet Yesevi'den, Nesimi'den, Hallac'dan bir deyiş, bir nefes koymak yerine Hegel'e müracaat edilmesini getiriyor. Alevi-Bektaşi marifetine Hegel üzerinden ulaşacak yollar fazlasıyla dolambaçlı ve zor olduğundan maksada da bir türlü ulaşılamıyor. Alevilik tartışmalarında bir karar vermemiz gerek. Amacımız Aleviliği devrimci bir ideoloji gibi algılayıp siyaset yapmak mı, geleneğimize sahip çıkıp maneviyatın alanını düzenlemek mi? Eğer, maneviyat alanının düzenlenmesi hedefleniyorsa referansları ne olacak? Devrimci ideologlar mı, Hacı Bektaş çizgisi mi? Bu ülkede Aleviliğin hakları, talepleri ve geleceği bu sorunun cevabına bağlı...
 
Kaynak: Zaman