*Filistin’i tanımak, “Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar” (BDS) Hareketi ve İsrail’in varlığının devam etmesi:

Netanyahu hükümetinin Filistin’e yaptığı ziyaret sırasında oluşan dehşet ile Filistin halkı, İsrail liberallerinin yıllardır gizlemeye çalıştığı çirkin gerçekle yüzleşti.

Avrupa parlamentolarında neler oluyor? Son bir buçuk ay içinde, İngiltere Avam Kamarası, İspanya, Fransız, Portekiz ve İrlanda parlamentolarının hepsi, 1967’de İsrail tarafından işgal edilmiş Filistin bölgeleri olan Batı Şeria ve Gazze Şeridi bünyesinde sıkça sözü geçen sözde bir Filistin devletini tanıması üzerinden İsrail’in ırkçı bir devlet olmak için “sonsuz hak”kının farkına vardılar.

Bu adımlar, “iki devletli çözüm”ün bir parçası olarak “Filistin Devleti’ni tanımak” için görev aldıktan kısa bir süre sonra karar veren İsveç’in yeni merkez sol hükümetinin öncülüğünde gerçekleşti.

1967 yılı içinde tanınan bir Filistin Devleti olmadığından, bu siyasi adımlar iki devletli çözümün ölümünü, İsrail’in yıllarca bir ırkçı Yahudi ülkesi olarak varlığını sürdürmesini garanti altına almayı amaçlayan yanılsamayı, geri almak için tasarlanmıştır. Bu parlamento kararları aslında, İsrail’in çökmesini ve yerine tüm vatandaşlarına eşit haklar veren ve kolonyal ve ırksal önceliklere dayanmayan bir devletin geçmesini engelleyen de facto bir ayarlamayı dayatmayı amaçlıyor.

Diğer ülkeleri, 1967’de işgal ettiği toprakları kendi topraklarına katan daha büyük ırkçı bir İsrail’i tanıması için zorlayabileceğine inanan İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu’dan farklı olarak, Avrupa parlamentoları, İsrail’in sadece 1948’deki sınırları içinde, ırkçı bir devlet olarak devam etmesini garanti altına alacakları konusunda diretiyor. Avrupa parlamentoları ayrıca, 1967’deki topraksal bölgeler içindeki her türlü ekstra toprak için Filistin Otoritesi’nin İsrail’le işbirliği yaparak, “toprak mübadelesi” şeklini kabul ederek anlaşmalarını sağlamak istiyor.

Danimarka Parlamentosu ve Avrupa Parlamentosu, İsrail’in yalnızca şimdiki 1948 sınırları içindeki haliyle devam etmesini garanti eden doğrultuda oy kullanmaya koyulacak en son kurumlardır. Tarafsız bir tutum içerisinde olan İsviçre bile, Filistin Otoritesi’nden gelen bir talep üzerine, Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’ni imzalayan ülkelerin katılacağı ve sadece 1967 İsrail işgalinin tartışılacağı bir toplantıya ev sahipliği yapmayı kabul etti. Beklendiği üzere, Yahudi yerleşimci sömürgesine ek olarak,dünyanın en büyük yerleşimci sömürgeleri Birleşik Devletler, Kanada ve Avustralya toplantıya karşı çıktılar ve katılmadılar.

Bu adımlar, Filistin’in başlattığı “Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar” (BDS) hareketine yönelik uluslararası desteğin, ABD ve Batı Avrupa’da hızlanmaya başladığını gözler önüne seriyor. Asya ve Amerika Çalışmaları Derneği (Association for Assian American Studies), Amerikan Yerlileri Çalışmaları Derneği(Native American and Indigenous Association), Amerikan Etüdleri Derneği(American Studies Association) ve Amerikan Antropoloji Derneği (American Anthropological Association) gibi akademik topluluklar “Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar” (BDS) hareketini destekleme çağrısı yapıyor.

Orta Doğu Çalışmaları Derneği (Middle East Studies Association, MESA) üyeleri ise, istisnai bir şekilde, kendilerine BDS’yi tartışma hakkı vermiştir. Bu süreçte, farkında olmadan Siyonistlere tam bir yıl boyunca BDS kararını bozguna uğratmak için hazırlanarak, gelecek sene oy kullanma ihtimali olan üyeler için lobi oluşturmuşlardır.

Nisan 2011’de, Omar Barghouti’nin konuşması ve kitap imzalaması için düzenlenecek bir etkinliğe ev sahipliği ve sponsorluk yapmayı ısrarla geri çeviren ve onun yerine 4 Nisan 2013’te, sadece davetlilerin girebildiği kapalı bir etkinlik ile İsrail’e Akademik ve Kültürel Boykot için Filistin Kampanyası’nın (Palestinian Campaign for the Academic and Cultural Boycott of Israel, PACBI) meşruiyetini yok etmeye kalkışarak Barghouti’ye saldıran bir konuşmacıyı ağırlayan Columbia Üniversitesi Filistin Çalışmaları Merkezi bile,son zamanlarda yönünü tersine çevirerek, bu ay Barghouti’nin kendisini, bir konferans vermesi için davet etti.Barghouti, İsrail’e Akademik ve Kültürel Boykot için Filistin Kampanyası’nın (Palestinian Campaign for the Academic and Cultural Boycott of Israel, PACBI) kurucularından biridir. Peki, tüm bu adımların anlamı nedir?
İsrail’deki ırkçı liberaller

Atılan bu adımlar, tahammülsüzlükleri İsrail’in ırkçı liberal politikacılarını utandıran Netanyahu hükümetinin son zamanlardaki tutumları ile yapılmalı.Bu politikacılar, aynı ırkçı siyasi hedefler geliştirmek için daha sabırlı bir yaklaşımı tercih ediyorlar. Durum savunulması imkânsız bir hal aldı ve Princeton Üniversitesi İleri Çalışmalar Enstitüsü’nde Emeritus Profesör olan Micheal Walzer’den dışında hiç kimsenin öncülüğünde olmayan heyecanlı Amerikan liberal Siyonistlere harekete geçmek zorundalığı hissettirdi.

Tüm İsrail fetihlerini “haklı savaşlar” olarak meşrulaştırması nedeniyle Walzer’in adı kötüye çıkmış ve kendilerini “İsrail ve Filistin için Bilim İnsanları” olarak isimlendiren, benzer fikirlere sahip kişilerin bulunduğu bir grup, ABD hükümetine, Batı Şeria’dan geriye kalanları topraklarına katmayı destekleyen sağ kanat İsrail politikacılarına yönelik bir seyahat yasağı dayatma çağrısında bulundu.

İsrail’in tüm Filistin üzerinde ırkçı bir devlet olma hakkını güçlendirmek için inatçı bir kararlılık gösterme konusunda oldukça başarılı olan İsrail hükümeti göz önünde bulundurulduğunda, herhangi bir somut karar almaksızın devam ettirmeye kalkıştıkları,“barış süreci” adı altında çevirdikleri dolap yoluyla bu hale getirdiler.

Bu strateji, Filistin Otoritesi tarafından gözetlenmek suretiyle, son yirmi yıldır çok iyi işliyor ve varlığını tamamen bu bitmeyen “sürece” borçlu. Yakın bir zamanda, Hamas’ın siyasi liderliği de, özellikle Halid Meşal’in grup liderliğini yaptığı Katar kolu olmak üzere, bu projeye katılabilmek için en iyi yolu bulma arayışına girdi.

Fakat Netanyahu’nun süregitmekte olan, İsrail’in kontrolünde olan tüm bölgeler boyunca Filistin halkı üzerinde teftiş dehşeti politikaları, her zaman olduğu gibi göz boyamak için“barış süreci”ne maruz bırakmıştır. Bu göz boyamaların olabilecek en düzmece halini İsrail’in demokratik olma iddiasında görebiliriz. İsrailli liberallerin on yıllar boyunca, İsrail’in çirkin gerçekliğini dünyadan saklayarak perdelemek için inşa ettikleri uluslararası uzlaşma, tamamen çökme tehlikesi altında değilse de, oldukça büyük bir zayıflama gösterdi.

İsrailli liberaller, Netahyahu’nun yaptıklarının kendi projelerinin bütününe ve İsrail’in ırkçı bir Yahudi devleti olarak devam edebilmesine yönelik bir tehdit oluşturduğunun farkına vardılar. Avrupa parlamentoları, “1967 sınırları içinde” var olmayan bir Filistin’i tanımak suretiyle, İsrail’in ırkçı haliyle devam etmesini onlar için garanti altına alarak, İsrail liberallerini kurtarmakta acele ediyorlar.

Dahası, Avrupa parlamentoları geçen sene “Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar” (BDS) hareketi ile, Filistinlilerle müzakerede bulunmayı reddetmeye devam ederlerse, Netanyahu hükümetini tehdit etmekte kullanabilmeleri mümkün olan silahlarla ilgili konuşmaya başladı. Avrupalıların şu anda BDS’yi tehdit etmek için kullandığı araçlar yalnızca işgal edilen topraklardaki İsrail kolonyal yerleşkelerinin ürünlerini boykot etmekten ibaret. Tüm bunlar devam etmekte olan “barış süreci” yanılsamasını sürdürmek için yapılıyor. Bu noktada BDS’yi destekleyen kişiler için bir ikilem ortaya çıkıyor.

BDS: Bir araç mı yoksa kendi içinde bir amaç mı?

Ramallah merkezli İsrail’e Akademik ve Kültürel Boykot için Filistin Kampanyası için (Palestinian Campaign for the Academic and Cultural Boycott of Israel, PACBI)

BDS’nin stratejik hedefler için kullanılan bir araç olarak görüldüğü, oldukça açıktır. Yani, İsrail’in 1967’de ve sonrasında Filistin topraklarını işgal etmesini, İsrail’in 1948 sınırları içerisindeki kurumsallaşmış ırkçılığını ve Filistinli mültecileri kendi topraklarına ve evlerine geri göndermelerini sona erdirmek için bir imkân olarak… Yine de, son yıllarda, BDS bir “son” olmaktan “kendi” olmaya doğru bir dönüşüm yaşadı. Bunların pek çoğu bir araç değil bir amaç olarak BDS’yi destekleyerek duruşlarını açık bir şekilde ifade eden Filistinlilerle dayanışma içerisinde..

Akademik örgütlenmeler tarafından gelen son oylar oldukça yerinde. BDS için oy vermiş üç akademik örgütlenme kendi desteklerinin 1967 işgalinin sonlanması için olduğunu deklare ederken, sadece ikisi, Amerikan Yerlileri Çalışmaları Derneği (NAISA) ve Asya ve Amerika Çalışmaları Derneği (Association for Assian American Studies) açık bir şekilde İsrail devletinin kendi Filistinli vatandaşlarına yönelik ırkçı politikalarına karşı durdurduklarını belirttiler.

Sadece NAISA’nın kararı İsrail’in ırkçı yapısını ve hukukunu sorguluyordu. Amerikan Çalışmaları Derneği, tam aksine, 1967 topraksal bölgelerinin işgalinden sadece bahsetmiş, Modern Dil Derneği ise yalnızca, Filistinli akademisyenler ve öğrencilerin akademik özgürlüğünü inkâr ettiği için İsrail’i kınamış fakat işgalden ve İsrail’in devlet ırkçılığından bahsetmemiştir. MESA’nın kararı ise, BDS’nin herhangi bir hedefinden bahsetmemiştir bile.

Bu kararların hepsi doğru yönde bir adım olsa da ve tamamen Filistinlilerin hakları için başlatılan uzun ve şiddetli bir savaşın sonucunda ortaya çıkmış olsa da; bu kurumların çoğu, BDS’nin açıkça ifade edilmiş tüm hedeflerine uygun düşen bir pozisyonda olduklarını ifade etmekte başarısız oldu. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu örgütlenmelerin hiçbiri BDS’nin üçüncü hedefinden bahsetmemiştir. Bu hedef, Filistinli mültecilerin geri dönme hakkıdır. İsrail, ülkedeki Yahudi çoğunluğu koruma altına almak için, BM kararlarına ve uluslar arası hukuka karşı koyarak bu durumu inkar etmeye devam etmektedir.

Avrupalı politikacıların da kabul ettiği üzere, BDS şu anda, bu hareketi benimseyenlerin karar verebileceği hedefleri başarmak için bir araç olarak kullanılabilir. PACBI ve Boykot Ulusal Komitesi (Boycott National Commitee) aracılığı ile karar verme ve BDS’nin hedeflerini belirleme hakkı Filistinlilerin tekelinde olması garanti altına alınmış değil.

Filistinlilerle dayanışma içinde olduklarını ifade eden farklı partiler, BDS’yi destekleyen birçok örgütlenmeyi birleştirerek, hep birlikte, PACBI’ye son verebilirler. BDS’nin her destekçisi kendi uygun gördüğü hedefleri belirleyebilir. Kısacası, Amerika’da ve Avrupa’da BDS’ye yönelik genişleyen destek, ille de İsrail’in ırkçılığını, İsrail işgalini ve Filistinli mültecilerin sürgün edilmesini sonlandırmak amacıyla yapılmak zorunda değil; onun yerine sadece basitçe, BDS’yi, partinin her türlü rağbet gören hedeflerini belirlemek için bir araç olarak kullanmak gerekir.

1993’te Oslo Anlaşması’nın imzalanmasından beri yazdığım ve açıkladığım gibi, Batı ve Arap hükümetleri ile İsrail ve Filistin Otoritesi liberalleri tarafından, “Filistin-İsrail sorunu” olarak tanımlanan savaşın çözülmesi için sunulan tüm “çözüm”ler, İsrail’in zarar görmemiş, ırkçı bir Yahudi devleti olmayı sürdürmesinin garanti altına alındığını önceden açıklamış oluyor. Böyle bir teminatı sağlamayan tüm “çözüm”ler; kullanışsız, pragmatik olmayan ve hatta anti-semitik olarak görülerek a priori yok sayılıyor. BDS seçimlerine yönelik aynı hedefleri taşıyan son atılımlar, bu kararlılık çizgisinden sapmıyor.

Bu, , BDS tehdidini, Avrupalı ve Amerikalı yetkililer ile liberal akademisyenler ve aktivistler tarafından yaratılan dokunulmazlığın, gitgide herkesin güvenle benimseyebileceği bir hâle doğru, aniden aşağıya çekilmesini açıklıyor. Bu kişiler hareketin nihai hedefini sadece İsrail’in ırkçı bir devlet olarak devam etmesini garanti altına almayı geri çevirmekle kalmıyor, ayrıca spesifik olarak tüm ırkçı yapıları parçalamayı hedefliyorlar.

Filistinliler ve onların destekçileri, bu BDS seçimi konusunda uyanık olmalılar. Anaakımlılaşma başarısının aynı zamanda bir çok riski beraberinde getirdiğinin farkına varmalılar. BDS için desteğin, PACBI’nin ilk olarak belirlediği bariz hedefler için destek verdiğini tekrar teyit etmedikleri sürece ne yazık ki nihai hedef Filistinlilerin yeniden değerlendirmeleri için daha önceden tanıdık olacaktır. Tutumlarındaki bu yeni, belirgin ve aslında hiçbir değişim içermeyen “dönüşüm”, kaygan bir zeminde devam edecektir.

Bağımsız, temsili kuvvetli ve birleşmiş bir Filistin özgürlük hareketinin yokluğu devam ettiği ve bunların tutarlı bir stratejileri ve özgürlük mücadelesi için önemli bir liderleri olmadığı sürece, BDS, PACBİ’nin belirlenmiş hedeflerinin aksine, en çok İsrail’in 1967 işgali için bir “tehdit” olarak değerlendirilmeye devam edecektir. Bu, İsrail’in Filistin’e ve Filistinlilere yönelik uyguladığı diğer kolonyal denetim şekillerini devam ettirmek ve kurumsallaşmış yasal ırkçılığını korumayı sürdürmesini saklamak için çekilen bir duman perdesinden başka bir şey değildir.

Açıkça belirlenmiş bir yükümlülük olmadan BDS’ti benimseyen uluslar arası örgütlenmeleri çağırmak yerine, Filistinliler, onlarla BDS’yi bir hedef değil bir strateji olarak benimseyerek dayanışma içinde olma konusunda diretmeliler. Ancak bu, 1948 sınırları içinde ve dışında, tüm biçimleriyle İsrail’in ırkçılığını ve sömürgeciliğini sonlandırmak için faydalı olur. Aksi takdirde, BDS ancak, güçlenmiş bir Yahudi yerleşimci sömürge oluşturmak ve İsrail’in liberal bir projesi için kullanılabilir ve böyle olacaktır.

Joseph Massad, Columbia Üniversitesi’nde, modern Arap siyaseti ve entelektüel tarihi konusunda profesördür. Son kitabı Chicago Üniversitesi Basımevi’nden çıkan “Liberalizm’de İslam”dır.

Dünya Bülteni için çeviren: Cansu Gürkan

Kaynak: The Electronic Intifada