Batı ülkeleri eski klasik düşünceyle yönetiliyor. Bu düşünceye göre Batı ülkeleri ya da NATO üyeleri kendilerini uygarlık taşıyıcıları, bizleri ise medeniyete geçiş dönemini yaşayan ülkeler olarak görmektedir. Son dönemde "Magnitski listesi" konusunda bir hayli değerlendirmeler yapıldı. Buna karşılık Rusya tarafı da ABD'de hukukun göz ardı edildiğini Batı Avrupa ülkelerinde ise demokratik bağımsızlığın ihlal edildiğini iddia etmektedir.

Batının çifte standardı hatırlatılıyor. Bizim tarafımızdan Çin ve diğer ülkeler tarafından bu konu sürekli gündemde tutuluyor. Bizler Batının her topluma ahlak normları uygulamaya çalışma hakkını kendinde görmesini kabul edemiyoruz. Batılı ülkeler hem kendi toplumunda, hem de yabancı toplumda kendi çıkarlarına uygun değerleri savunuyor.

Her ne kadar çifte standartlar aşikâr bir şekilde gözükse de bu konu derin bir şekilde incelenmeli. Amerikalı uluslararası ilişkiler uzmanı Hobsone muhteşem kitabı "Eurocenectric diplomacy" de bu konuya dikkat çekmek istiyor. 2012 yılında yazılan bu kitapta çeşitli toplumların insanları Batılı görüş açısından değerlendiriliyor. Burada önemli olan husus kitapta öne sürülen görüşlerin Batı ideolojisine bağlı siyasi teşkilatlar, partiler, bilimsel okulların tamamı tarafından paylaşılması. Bu değerler ırkçılık düşüncelerini öne çıkarmaktadır. Hobsone'un görüşüne göre 20. Yüzyılın ortalarına kadar bu, hiç kimse tarafından tartışılmayan bir gerçek idi. Şu anda da farklı isimlerle anılmasına rağmen geçerliliğini korumaktadır.  Peki, bu düşüncenin özü nedir?

Özü şudur ki, Batı, tüm toplumları üç kısma ayırmakta. Uygar, barbar ve vahşi... Teknolojik güce ve etkinliğe sahip toplumlar uygarlığın taşıyıcısı olarak görülmekte ve her manada yüce toplum olarak kabul edilmektedir. Bu uygarlığı yaşatan insanlar büyük bir hızla gelişmiş ve bu gelişimi normalleştirebilmişler. Toplumların tamamı bu doğrultuda hareket etmekte. Uygarlığın bu düzeyine ilk olarak ulaşmış toplumlar sadece yönetime tekniklerini elde etme ve kendi gündemini diğer toplumlara dayatmakla kalmaz, aynı zamanda daha yüksek manevi değerlere, adalet duygusuna sahip olmuş olurlar. Dolayısıyla da onun başkalarını yöneltmek için manevi ve kültürel hakları ortaya çıkmış olur.

Batı sömürü politikasının temelinde uygarlığın barbarlık ve vahşilik üzerindeki başarısı dayanmaktaydı. "Batı neden sömürü bölgelerine ihtiyaç duymakta?" sorusu ortaya atıldığı zaman batılı siyasiler şöyle cevap vermekteydi: "Biz uygarlık götürmekteyiz."

Burada ilginç bir konu dikkat çekiyor. Hobsone uygarlık imparatorluğu olduğunu ortaya koymaktadır. Bu imparatorluk "biz uygarlık götürmekteyiz. Bu bizim çıkarlarımıza uygun. Çünkü kaynakları ele geçirmekte, çalışanları kontrol altında tutmakta ve yeni pazarlar bulmaktayız," diye tespitte bulunmaktadır. Yani bu batının egoist düşüncesini ve ırkçı görüşlerini açık bir şekilde kanıtlamaktadır.

İmparatorluğu eleştirenler ve sömürü bölgeleri ile bu şekilde ilişki kurmaya karşı çıkanlar batı uygarlığının ırkçı düşüncelerini savunmaktaydı. Onlara örnek olarak Kant, Adam Smith ve diğerleri gösterilebilir.

Kolonileşme ve imparatorluk düşüncelerinin taraftarları ve karşıtları kendi analizlerini temel kültürel ırkçılık düşüncelerine dayandırmaktadır. Bu görüşe göre teknik gelişim düzeyi toplumun "yüce" veya "aşağı" toplum olduğunu kanıtlamaktadır.

Teknolojik gelişim açısından bakıldığı zaman barbarlık uygarlıkla kıyaslandığı zaman daha az etkiye sahip olmaktadır. Barbarlık içerisinde görülen toplumlar, halklar ve devletler bu görüşe göre insani düzeye ulaşmamış sayılmaktaydı. Bu konuda hala farklı düşünülmemektedir.

Hiçbir siyasi teşkilatlanmanın olmadığı ve aşiret (kabile) düzeyinde hayatına devam eden toplumlar ise "vahşi toplumlar" olarak tanımlanmaktaydı. Vahşilikte, barbarlık gibi gelişim düzeylerinin Avrupa ülkeleri tarafından aşıldığı öne sürülüyo. Dolayısıyla Avrupa ülkeleri imparatorluk politikası yürütme hakkına sahip olmuş oluyor. Hatta onun bu şekilde bir yükümlülüğü de bulunmuş sayılmakta. İmparatorluk politikası işgaller şeklinde de diğer halkların "uygarlaştırılması" şeklinde de ortaya çıkabilir. Ancak politikanın kendi çıkarları doğrultusunda yürütülmesi gerekmektedir.

Binaenaleyh başından itibaren şu ana kadar (2013 yılına kadar) Obama ve AB tarafından uygulanan uluslararası ilişkiler modeli bu şekilde uygulanmaktaydı. Yani eskiden sömürü politikası ve çifte standartlar "beyaz ırk" kavramı ile ünlenmişti. Şu anda insan hakları ve değerleri, demokrasi düzeyi gibi terimler öne çıkartılıyor.

Demokrasi düşüncesi hangi ülkelerin uygarlığa hangisinin barbarlığa ait olduğunu belirlemektedir. Mamafih yirminci yüzyılın ortalarına kadar çok daha ırkçı görüş bulunmaktaydı. Uygarlığın beyazlara, barbarlığın sarılara, vahşiliğin ise siyahlara ait olduğu savunulmaktaydı.

Bu düşünce sadece Madison Grant, Chamberlain ya da Hitler tarafından değil "insancıl" görüşleri ile ünlenen Woodrow Wilson tarafından da ortaya atılmaktaydı. Wilson siyah derili öğrencilerin üniversitelerden atılmasını önermekteydi. Onun görüşüne göre siyah öğrenciler beyaz Amerikalıların beraberliğine engel teşkil etmekteydi.

Bu gelişmeler yirminci yüzyılın başlarında yaşandı. Bu insanlar şimdi bize politika dersi vermeye çalışmaktadır. Onlar sadece kölelik politikası yürütmekle kalmadı – Rusya tarihinde hiçbir zaman kölelik politikası dayatılmadı– aynı zamanda insanları derilerinin rengine göre vahşice sınıflara da ayırdı.

Yirminci yüzyılın yirmili yıllarında Pigmey kabilesinin temsilcileri maymunlarla beraber kafeslerde hayvanat bahçelerinde insanlara "sunulmaktaydı". Siyah derili protestanların talebi üzerine kafeslerden çıkarıldılar. Ancak sadece siyah olduğu için insanlar uzun süre hayvanat bahçesindeki kafeslerde tutuldu. Hobsone'a göre tüm bu yaşananlar batı kültürünün ırkçı temellere dayandığını göstermektedir.

Bu ırkçı düşüncenin bağımsızlık düşüncelerini nasıl gördüğüne bakalım. Tam bağımsızlık sadece sivil ülkeler tarafından yaşanmaktadır. Diğer ülkeler tarafından ise uygulanan bağımsızlık barbarlıkla uygarlık arasında geçiş dönemi olarak tanımlanmakta. Tam bağımsız olmayan ülkelerin iç işlerine uygarlık taşıyıcıları karışabilir. "Magnitski listesi" bu olsa gerek.

Batı Avrupa kültürü açısından biz geçiş dönemini yaşayan barbar ülkeler listesinde bulunmaktayız. Dolayısıyla bizim modernizasyona ve uygarlığa ihtiyacımız var. Bunu biz kendimiz de itiraf ediyoruz. Biz itiraf ettiğimiz için de batı ülkeler üzerimize gelmektedir. Doğrudur, barbarlar barbar olduğunu anlıyor. Uygarlığa doğru mesafe alınmalı. Onlar insan haklarının gereğini yeterince uygulayamıyorlar.

Burada bir dengesizlik var. Biz de onlar gibi bağımsız olduğumuzu ve "Büyük sekizler" üyesi olduğumuzu, uygarlığa kabul edildiğimizi düşünüyoruz.  Ancak gerçekte ise ister "Magnitski listesi" isterse de diğer konularda batı ülkelerinin eski görüşleri doğrultusunda hareket ettiğini görüyoruz. NATO üyesi Batı ülkeleri sivil, biz ise geçiş dönemini yaşayan ülkeler içerisindeyiz.

Biz Çin, Brezilya, Hindistan gibi ülkeler barbarlık düzeyinde bulunmakla beraber çaba sarf etmekteyiz. Uygarlığı yakalama fırsatımız olabilir.

Uygarlık temsilcilerinin barbarlarla kurmuş olduğu ilginç bir ilişki daha bulunuyor: Barbar rejimlerin kuvvetlenmesi uygarlık açısından tehlike arz etmektedir. Dolayısıyla da onların güçlenmesini kimse istemiyor. Onların zayıf, bölünmüş bir şekilde parça parça sivilleşmesi ise tehlikeli bulunmuyor.  Barbarların modernleşme perdesi altında ekonomi ve politika alanlarında güçlenerek uygarlığa darbe vurmasından endişe duyuluyor. Rusya ile uluslararası ilişkiler bu açıdan kuruluyor. İnsan haklarının ihlal edildiğine dair iddialar ortaya attığımız zaman ne talep ediyoruz? Biz ikinci sınıf insanlarız.

Bu arada Napolyon'un "Rusların geçmişini aradığınız zaman Tatarlara ulaşabilirsiniz" sözü de ırkçı anlam taşımaktadır. Mitololojik kimliğe sahip Tatarlar sarılar olarak bilinmekteydi. Türk halklarının temsilcileri bu şekilde kabul görmekteydi. Bununla da hem Napolyon, hem de Avrupalılar Rusya imparatorluğunun uygarlıktan uzak Avrupa görünümlü barbar bir toplum olduğunu ifade etmek istiyordu. 18 ve 19. Yüzyıllarda kabul gören görüşler 21. Yüzyılda da geçerliliğini korumaktadır. Dolayısıyla da biz bu sınıflandırma içerisinde barbar ülkeler listesinde yer almaktayız.

Burada şöyle bir soru akla gelmekte: "Bizi de uygarlığa kabul etmeleri için ne yapmalıyız?" Burada da çok ilginç bir sonuca ulaşıyoruz. İşin hakikatinde hiç kimse bizi uygarlık içerisine sokmayacak. Çünkü biz çok güçlüyüz, aşırı bağımsızız, kendimize özgü karakterlerimiz var. Dolayısıyla sürekli barbar olarak anılacağız. Uygarlığa kabul edilmemiz için –batı ülkelerinin görüş açısı ile– bağımsızlığımızı ve gücümüzü kaybetmemiz, birkaç parçaya bölünmemiz ve parça parça uygarlığa doğru yol almamız gerekiyor.

Bunlar yaşanırsa kesinlikle daha sivil olacağımızı düşünmüyorum. Batı insanına benzemeye çalıştığımız sürece daha da vahşileştik ve barbarlaştık.

Ciddi olmamız gerekiyorsa Rusya'nın kendi kaderine rıza göstermesi gerekiyor. Bu kader ne batı ne de doğu değerleri üzerine inşa edilmiş. Bu Avrasya dünya görüşüne dayanmakta. Çeşitli toplumlara bölünme gibi ırkçı düşünceler terk edilmeli. Uygarlıklar çeşitlilik arz edebilir. Dolayısıyla da batı uygarlığının vazgeçilmez olmadığı bilinmeli. Batı uygarlığı kendine özgüdür. Onu Çin, Rus Avrasya, Latin Amerika, İslam ve diğer uygarlıklarla karıştırmamalı.

Başka bir ifade ile bizim ilk önce yeni çok kutuplu dünya, uygarlıkların eşitliği teorisi üzerinde çalışmamız ve batı merkezli ırkçı düşünceleri bırakmamız gerekiyor.

Dünya Bülteni için tercüme eden: İbrahim Ali