İran'ın nükleer programıyla ilgili ihtilaf önemli bir kavşağa geliyor. AB, uygulanan yaptırımlar kapsamında ülkeye petrol ambargosu uygulanmasında anlaştı. Pazar günü İngiltere, Amerika ve Fransa Hürmüz Boğazı'ndan savaş gemilerini bölgeye gönderdiler. Son aylarda askeri bir eylem ve dünya ekonomisine büyük bir zararla çifte riskte önemli bir artış görülüyor. Bu, benim düşünceme göre büyük bir diplomatik talepte bulunulmasının bir sonucudur: Batı'nın, İran'dan uranyum zenginleştirme kapasitesinden feragat etmesini talep etmesi.

Nükleer programları hakkında İranlı diplomatlarla ilk görüşmemden bu yana dokuz sene geçti. O zamanlar ben, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nda (UAEK) İngiltere'nin temsilcisiydim ve İranlı muhataplarımın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması'na (NPT) bağlılıklarına dair ikna edici sözlerine inanmıyordum. O zaman ben, İran ve onun nükleer silah imal etme kapasitesiyle ilgili her şeyi reddediyordum. Ama şimdi, meselelere farklı gözle bakıyorum.

NPT, nükleer silah üretilmesi ya da satın alınmasını yasaklar. Ama uranyum zenginleştirmeye izin verir ki bu da Batı'nın İran'la olan ağız dalaşının tam merkezindedir. “Batı'nın ağız dalaşı” diyorum, zira 2003'ten bu yana benim düşüncelerimde çok şey değişti. O zamanlar, UAEK'nın üyesi olan hemen hemen tüm devletler, uranyum zenginleştirmek için yaptığı araştırmaları gizlediği için İran'a kızgındı. Bunlar, İran'dan bu gizli faaliyetinin hesabının sorulmasına dair Batı'nın talebini desteklediler. Yine bunlar, hesap sorulma işlemi tamamlayıncaya kadar Batı'nın, İran'ın zenginleştirme faaliyetlerini askıya alması gerektiği görüşünü de desteklediler.

Şimdi Batı, İran'ın zenginleştirme faaliyetlerinde bulunmaması gerektiğindeki ısrarında yalnız kaldı. Batılı olmayan ülkelerin çoğu İran'a da NPT'ye taraf olan diğer ülkelere muamele edildiği gibi muamele edilmesi gerektiğini görmek istiyor: UAEK müfettişleri tarafından habersiz takip karşılığında uranyum zenginleştirilmesine müsaade edilmesi. Benim görüşlerim de Batılı olmayanlardan yana. Benim önsezim, aşağıdaki çizgiler dahilindeki bir anlaşmayla bu gittikçe büyüyen krizin önlenebileceğidir: İran, uranyum zenginleştirme faaliyetlerine devam etmesine müsaade edilmesi karşılığında birinci sınıf UAEK himayesini kabul edecektir. Buna ilaveten İran, nükleer silah peşinde olmadığını göstermek üzere bazı güven tesis edici önlemler almaya gönüllü olacaktır.

Aslında İran'ın 2005'te İngiltere, Fransa ve Almanya'ya önerdiği anlaşma da budur. Önemi sonradan anlaşıldı ki bu anlaşma hemen kabul edilmeliydi. Edilmedi, çünkü bizim hedefimiz İran'da tüm zenginleştirme faaliyetlerine bir son vermekti. Batı'nın bu gayesi, İran NPT'nin diğer imzacı ülkelerden daha az hakka sahip ikinci sınıf tarafı olmak istemediğini sayısız kere hatırlatmasına rağmen, yine İranlıların karakterinin baskı altındayken boyun eğmek yerine meydan okumaya daha eğilimli olduğuna dair tüm delillere rağmen, o zamandan bu yana değişmedi.  

Batı, basiretli davranarak şimdi geri çekilir ve bu tür bir anlaşma için dünyanın geri kalan kısmına katılırsa bu kaçırılmış fırsatın öldürücü olması gerekmez. Bazıları karşı çıkabilir: “Ama UAEK daha yeni İran'ın nükleer silah elde etmek için son sürat çalıştığını bildirmedi mi?" Hayır. UAEK, İran'ın 2003 öncesinde silah için gerekli teknoloji için araştırma yaptığını ve o yıldan bu yana başka araştırmalar da yapılmış olabileceğini söylüyor. UAEK nükleer silah üretmek için teşebbüslere ya da bunun için bir karara dair delil bildirmedi.  

Kasım ayındaki UAEK raporunun önemli kısmı Batı istihbaratı tarafından sağlanan malzemelere dayalı olduğu için bu, oldukça şaşırtıcıdır. Yıllardır Batı'nın değerlendirmesi, İran'ın nükleer silah inşa yeteneği elde etmek istediği ama bunu üretmek için karar vermediği oldu.

Yaptırımlar uygulama hatta savaşa gitme, İranlıların herhangi bir NPT'yi ihlal ve nükleer silah elde etme kararına orantılı - ve bu yüzden adil - bir karşılık olabilir. Ama bu önlemler, uranyum zenginleştirme hakkını kullanan bir ülke için orantısız bir karşılıktır. Zenginleştirmeyi ele almak için doğru yol, NPT yoludur. Bu şekilde süreç devam eder ama ancak sıkı güvenlik önlemleri altında. Bu, Başkan Reagan'ın son yıllarında çok sevdiği bir ilkeyi gösterir: "Güven ama yine de teyit et." İran nükleer silah için çalışsa bile dünya, bu güven kaybının kınanmasında kenetlenecektir. Batı, dünyanın en kıymetli antlaşmalarından birinin ihlaline karşı Güvenlik Konseyi'nin gerekli olan her adımın atılmasını onaylayacağından emin olabilir.

Bununla beraber biz şu an İran konusunda daha sert yaptırımlar getirilmesine dair bir sürece takılıp kalmışız. Bu ekonomik savaşın çok mahzuru var. Bu, İran "tehdidinin" abartılmasını gerektiriyor. Böylece, bu baskının savaşa götürecek adım olmasını isteyenler tarafından korku ortamı alevlendirilir. Bunun sıradan İranlıları inciterek misillemelere yol açma riski var. Ve Batı'nın güçlükle baş edebileceği daha yüksek petrol fiyatları riski var. Ayrıca, İran beklenmedik şekilde yol verse bile, zorlamalar nadiren kalıcı çözümler getirir. Bunun etkileri de tahmin edilemez. Kısıtlamalar zamanla etkisiz hale getirilebilirken bu, öfke doğurabilir.

Sözlerini yutma, beklentilerini azaltma ve gerçekçi bir hedefe odaklanmaları için liderlerimizden çok şey isteniyor olabilir. Yine de bunu yapabilirler. Kısa bir süre içinde Türkiye'de yapılacak görüşmeler, gidişatın değişmesine yol açabilir. Ne yazık ki daha muhtemel olan, bizim şeytana uymalardan bir demet görmeye devam edeceğimizdir. Pek çok Amerikalı siyasetçi, İran korkusunu büyütmekte avantaj görüyor. Neredeyse onları, istihzayla NPT'nin pısırıklar için olduğunu söylerken duyabiliyorum. Onların AB'yi bir başka Körfez harbine sürükleme ihtimalleri var. Bununla birlikte, hiçbir şey kaçınılmaz değil.

Yazar hakkında:2001-2006 arasında İngiltere'nin UAEK daimi temsilcisiydi.

Kaynak: The Telegraph

Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas