Türkiye, Arap isyanlarında gerçekçi, dikkatli, gelişmelere göre güncelleştirilen tepki vermeye çalışıyor. Örneğin, Tunus'ta ihtiyatlı bir tutum izledi; çünkü son güne, yani silahlı kuvvetler ağırlığını koyuncaya kadar muhalifleri temsil eden bir lider ya da oluşum yoktu.
Mısır'da önce Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'i reform yapmaya, çoğulcu sisteme geçmeye, özgür seçimle halk iradesini parlamentoya yansıtmaya çağırdı. Ancak güvenlik güçleri Tahrir Meydanı'ndaki göstericilere ateş açınca ve ölü sayısı hızla artmaya başlayınca, Mübarek rejiminin meşruiyetini yitirdiğini ilk ilan edenlerden oldu. Başbakan Erdoğan açık açık Mübarek'e "Git" çağrısı yaptı.
Bahreyn'de yönetim ile muhaliflerin arasındaki derin krizin tüm Arap yarımadasını, tüm Ortadoğu'yu yakacak bir mezhep çatışmasına dönüşmemesi uyarısında bulundu ve gizli diplomatik girişimlerle ateşi bir ölçüde düşürdü.
Libya'da önce iki tarafla da diyalog kurdu, Kaddafi'yi reformlara teşvik etmeye çabaladı, sivil muhaliflere saldırıların yoğunlaşmasıyla doğru orantılı olarak tepkisinin dozunu yükseltti ve olaylar artık geri dönüşü olmayan bir yola girince rejimin meşruiyet dışına çıktığı sonucuna vardı ve bunun gereğini yaptı: Trablus'taki büyükelçiliği kapattı.
Suriye'de de önce Beşşar Esad'a halkın taleplerine ve beklentilerine yanıt vermesini tavsiye etti. Protestolar yayılınca bu tavsiyesini "Acil" çağrıya dönüştürdü. Güvenlik güçlerinin müdahalesinin bilançosu ağırlaştıkça Suriye senaryoları yeniden yazıldı. Bize göre, bu yeni senaryoların sonunda Beşşar Esad yönetiminin düşmesi ya da devrilmesi giderek güçlenen bir seçenek olarak öngörülecek. Devamı>>>