Başörtüsü yasağı toplumsal bir meseledir ve bu mesele hakkında düşünmek, namuslu entelektüeller için bir zorunluluktur. 'Erkeklerin başörtüsü tartışmasını domine etmesi'nden rahatsızlık duyan İslamcı kadınların bu tartışmaya tekelci yaklaşımı, 'elinin hamuru ile sen bu işe karışma' diyen mantığın yeniden üretimidir.
Bugünlerde hem İslamcı, hem sosyalist, hem liberal, hem Kemalist cenahtaki bazı kadın yazarlar sık sık 'erkeklerin başörtüsü tartışması'nı domine etmesinden duydukları rahatsızlıkları dile getiriyorlar. Şimdiye dek erkeklerle mücadele vererek özgürleştiği iddiasındaki İslamcı kadınlar, 'erkeklerin türbanla sizi köleleştirmesine izin vermeyin' tavsiyesinin sahibi Kemalist kadınlar ya da biz bu işi kadın kadına çözeriz diyen şefkat abideleri, erkeklerin başörtüsü / türban tartışmasının bu denli içerisinde olmasından mutsuzluk duyuyorlar.
1980'lerin ortalarından itibaren başörtüsü tartışmalarını izleyenler, başörtüsünün Türk siyasi hayatının önemli dinamiklerinden birisi halini aldığını bilirler. Başörtüsü, Cumhuriyet'in kadın projesinin, dahası Türk-tipi modernleşme projesinin sarsıldığı noktaya işaret etmesi bakımından ezber bozan, sembolik gücü yüksek bir toplumsal gerçeklik olarak katıldı siyasal hayatımıza.
Aman erkekler konuşmasın
Bu yönüyle pek çok kültürel önyargıya, ideolojik müdahaleye ve siyasi atışmaya konu olan başörtüsü, aynı zamanda birçok akademik incelemenin de nesnesi oldu. Sürecin öznesi olan kadınlar, siyasal ve kültürel alanın özenle dışında tutularak, sadece kendi toplumsal alanları içerisine sıkıştırıldılar ve bu alanlarda karşı karşıya kaldıkları eziyetler bahse konu olmadı.
Bu durum, söz konusu sıkıştırılmışlık halini yaşayanlar nezdinde bir öfke birikimini de beraberinde getirdi. Son zamanlarda, bu sürecin muhatabı olan toplumsal aktörlerin sözcülüğünü üstlenen kimi kadın entelektüeller de bu sıkıştırılmışlığın hesabını sormak istiyor.
Buraya kadar anlaşılmayacak bir şey yok. Fakat anlaşılması zor olan kısım bu entelektüellerin başörtüsü başta olmak üzere, 'kadın meselesi' konularında sözü kimseyle paylaşmak istememesi. Erkeklerin başörtüsü tartışmasını domine etmesinden rahatsızlık duyan İslamcı kadınlar, bunu ikide bir tekrar etmek suretiyle aslında tartışmaya katılan entelektüeller üzerinde bir tür sembolik şiddet uyguluyorlar. Zaten bürokratik oligarşi, ürettiği resmî akideler yoluyla entelektüellere hangi toplumsal mesele ile ilgilenmesi hangisi ile ilgilenmemesi gerektiğini sürekli hatırlatarak bir sembolik şiddet uyguluyor. Diğer yandan da bazı kalem sahipleri 'kadın yazar' olmak sıfatlarına referansla 'erkek'lerin hangi mesele hakkında ruhsuz, fikirsiz ve dilsiz olmaları gerektiğini onlara hatırlatma yarışındalar. Bu iki tür sembolik şiddetin hiçbirisini meşru göremeyiz. Cinsiyet sonradan seçtiğimiz bir özellik değil. Dolayısıyla seçmediğimiz bir özelliğimiz dolayısıyla hangi konuyu tartışıp hangisini tartışmayacağımızın söylenmesi bir ukalalık, ayrımcılık ve dahi bir faşizm örneği.
Beyler bu neyin kavgası?
Bu, elinin hamuru ile sen bu işe karışma diyen mantığın yeniden üretimidir aynı zamanda. Şurası çok açık, başörtüsü ya da başörtüsü yasakları toplumsal bir meseledir ve bu mesele hakkında düşünmek, namuslu entelektüeller için bir lüks değildir. Dahası bu mesele Türkiye'nin sahici bir meselesi. Kadınların toplumsal alanda karşı karşıya kaldıkları açmazlar, yaşadıkları adaletsizlikler de öyle. Bu meseleler hakkında konuşmak için kadın olmak ya da kadın olduğunun bilincinde olmak gerekmiyor. Eğer gerekiyor derseniz bu şovenizmin ta kendisi olacaktır. Çünkü bütün şovenizmler, doğuştan getirilen özelliklerin mutlaklaştırılması, hayatın bütün alanlarının bunlar ekseninde tanımlanması esasına dayanır.
An itibariyle erkeklerin toplumsal hayattaki tahakkümünü sorgulayabilir, bunun mikro ya da makro iktidarlarla ilişkilerini, eğer entelektüel imkánlarınız elveriyorsa ortaya koyabilirsiniz. Ayşe Böhürler'in geçen hafta kaleminden çıktığı şekliyle, 'Bizi rahat bırakın. Beyler kavganızı kendi üzerinizden yapın' demek, duygusal bir yakınma ya da isyan hali olabilir. Fakat ortada gerçek bir mesele var ve muhatabınız kim olursa olsun söze 'beyler' diye başlamak, 'beyler'i ötekileştirmek soruna romantik ve feminist bir tat katmaktan öte bir şey değil.
Bugün Türkiye'de (dünyada da diyebiliriz) 'dezavantajlı toplum kesimleri'nin varlığı erkeklerin kendi aralarındaki kavganın bir sonucu değil. Karşı karşıya kaldığımız adaletsizlikleri üreten yapılar bütününün buyurganlığından, gündelik hayatlarımızı dizaynından hepimiz muzdaribiz.
'Beyler kavganızı kendi üzerinizden yapın' dediğimizde bir kavganın varlığından bahsetmiş oluyoruz. Kavga dediğimiz şey gerçekten varsa - ki ben de olduğunu düşünenlerdenim - burada kadın ve erkek ayrımının sahici bir değeri yok. Burada kadınların ya da erkeklerin konuma, zamana, bağlama göre birbirinden daha farklı şekillerde bu kavgadan etkilendiğini söyleyebilirsiniz. Fakat kavganın varlığı, araçları ve etkileri ne birilerinin kadınlığı ile ne de birilerinin erkekliği ile ilişkili.
Hangi konuları tartışabiliriz?
Elbette söz konusu fikriyata sahip yazarlar, özlemlerini dile getirip, arzularından dem vurabilir, rahatsızlıklarını ortaya koyabilirler. Fakat eğer siz bütün bunları toplumsal analiz diye takdim ederseniz, o takdirde tartışmanın kalitesini düşürmekten başka bir şey yapmış olmazsınız.
Olması gereken, kadın ya da erkek fark etmez, güçlü entelektüellerin Türkiye'nin bu sahici meselesi hakkında derinlikli çözümlemeler, sarsıcı eleştiriler ve kalıcı öneriler üretebilmesidir. Kadın olarak doğmuş olmak ya da bundan dolayı sıkıntılar çekmiş olmak, başörtüsü yasağından kadın istismarına kadar öncelikle kadınları ilgilendiren konular hakkında sadece kadınların meşru eleştiri, yorum ve çözümleme yapabileceği anlamına gelmiyor, gelmemeli. Örtülü ya da açık böylesi bir ısrar, tartışmalarımızı kısırlaştırmaktan, ufkumuzu daraltmaktan başka bir şeye hizmet etmiyor. Gelin, tartışmalarımızı bu denli dışlayıcı kavramlar eşliğinde yürütmeyelim...
Kaynak: Star