Son günlerde Avrupa ülkelerinden gelen başörtülü ve çarşaflı kadınlara yönelik yaptırımları hatta saldırıları konu alan haberler yine sıklaştı. Geçen aylarda önce Almanya'da Mısırlı Merve Şirbini, ardından Hollanda da Türkiyeli Arzu Çakmakçı başörtüsüne bağlanan husumet duygularıyla bağlı sebeplerle öldürüldüler. Fransa'da ve Danimarka'da, kadınların burkalı dolaşmalarını engellemeye dönük bir tartışma sürüyor. Bu tartışma son olarak Mısır'da yaşandığı üzere, Müslüman toplumlara da yasakçı mantığı güçlendirecek şekilde aksediyor.
Avusturya'da bir öğrencinin başörtüsü okul arkadaşları tarafından yakılmak istendi bir de... Böyle bir haberin asparagas olduğunu düşünüyor insan, ilk okumada. Bir kimlik göstergesini sahibiyle birlikte küle dönüştürmeyi istemek için nasıl da nefret hisleriyle dolu olmalı, çocuk yaştaki öğrenciler.
Bu nefretin bileşenlerinden en azından biri, başörtülü kişinin hissettirdiği başka türlü bir ikâmet iddiası olmalı, kanımca. Böyle bir yurtlanma tarzı, özcü Avrupalı'nın aidiyete ilişkin kabullerini zorluyor. Göçmen kadın (çok çocuk doğurma temayülü yanında) bir de yurdunu mu getiriyor yanında.... Avrupalı kadın, mesela Germen kökenine karşılık başına örtmekle başka diyarlara göçmeyi mi istemiş oluyor...
Yeni müslüman kuşaklar Avrupa'da, bir Avrupalı olarak yaşama iddiasıyla var oluyorlar. Ebeveynlerinin belki derme çatma, eğreti bir şekilde taşıdığı sembolleri aslına uygun bir şekilde tanıyarak yeniden üretiyorlar. Üstüne üstlük, geri dönmeyi değil, yerleşmeyi, orada yaşama arzularını dile getiriyorlar her fırsatta.
Geçen yüzyıllarda Batılı sömürgecilerin topraklarındaki hakimiyetinin ardından yaşadıkları göçler, Müslüman toplumların alışılmış sınırlarını da karıştırdı. İnsanlar yitik ekmeklerinin peşinde giderken sınırlarla ilgili alışılmış kabulleri ve yasaları da değişmeye zorluyorlar.
Tarih böyle bir göçü daha önce yaşamadı, bildiğimiz kadarıyla. Göçmen emekçi, kirli işler için döktüğü terin bedelini belki de böyle ödettiriyor kadir bilmez işverenlerine: Asli vatandaşlığın tanımını zorluyor, sınırlara özgü kuralları tartışılır hale getiriyor. Sınırların kurallarının bilinemezliği ve muğlaklığı, ufkunu genişletiyor göçmenin, görüşlerini berraklaştırıyor. Sınır ola ki bu yüzden zaman zaman esniyor, yeni tanımların arayışıyla. Bir taraftan da duvarlar yükseliyor, uzun atlamaya zorunlu kalan muhacirleri zaptetmek için ve aynı zamanda aşınmış duvarlar yıkılıyor, engelleyici olma kapasitesi daha yüksek sınırların inşası adına.
Kendine çizilen varlık sınırlarını aşarak yeni sınırlar içinde var olmaya çalışıyor Avrupa'da müslüman kadın, başındaki örtüyle. Alışılmış seyahat koşullarını zorluyor, ekmek parası ya da evlilik nedeniyle değil sadece, tahsil hayatını sürdürmek için de yollara düşüyor. Onu suskunluğa zorlayan sınırları sorguluyor, nerede olursa olsun. Yeni sınırları sanki onun duruşu tayin ediyor, bu yüzden de başörtüsü yangın çıkarılan bir sınır yeri, bir kimlik tutuşması alanına dönüşüyor. Yüzlerce yılın karşıtlık ve ön yargı birikimi, ölçülü "Aydınlanma" tahammülünü dahi başörtüsünün sınırlarında terkediyor.
Başörtülüler, varlıklarıyla bir dil oluşturuyor, farklı bir varoluşa dönük iddiayı öne sürüyorlar. Bulundukları ortamlarda görünürlükleri nedeniyle çeşitli suçlamalar ve baskılarla fiili olarak önce onlar yüzleşiyorlar. Neredeyse yüzelli yıldır başörtüsü Batı ve Doğu, modernlik ve geleneksellik, İslam ve modern dünya arasındaki gerginlik ve çatışmaların bir simgesi haline geldi; bu nedenle de söz konusu ikiliklerin uzlaşmazlığı nispetinde zor bir mesele olarak yeniden ve yeniden tanımlamalara maruz kaldı. İslam'la ilgili tartışmalar başörtülüler üzerinde sürdürülürken, kriz dönemlerinde ilk hedef seçilenler de hemen hep onlar oluyorlar.
Amerika'da, İkiz Kuleleler hadisesinin hemen ardından da ilk saldırıya uğrayan hedefti, başörtülü kadınlar.
Kendilerini korumaları için başörtülülere gösterilen çözüm görünüşlerinden vazgeçmek, varlıklarını bir gettoya hapsetmek ya da. 'Farklılık içinde birlik' çerçevesinde oluşturulan söylemler, farklılığı sadece folklorik göstergeler seviyesinde kabullenen bir anlama biçimini şart koşuyorlar. Bu şart koşmanın müslüman kadınları şu şekilde etkilemesi bekleniyor muhtemelen: Kendi kimliklerinden ve görünüşlerinden vazgeçmeli ya da ortalıkta görünmeyecek şekilde yaşamalılar. Aksi takdirde belki maddi olarak da ateşten bir gömlek giymeyi kabullenmeleri gerek.
Burada birkaç cümleyle ifade ettiğim bir baskının bedelleri şüphesiz çok daha ağır ve geniş şekilde ödeniyor.
Eskiden savaşlarda olduğu gibi, kalabalık geçişler sürmesin diye tutuşturuluyor sınırlar. Başörtüsünü tersine bir haçlı seferinin bayrağı gibi algılıyor olmalı, yangından medet uman zihin. Tutuşturulan ateşle küle dönüşmesi murad edilen bir metrekarelik kumaş değil, her yere taşınabilir bir vatan, bir yurt algısı olmalı.
Dilin yurda dönüşmesine benzer şekilde yeni bir anlam kazanıyor başörtüsü ve nerede olursa olsun, örten kişiye hiç olmazsa bir seccadelik bir ikâmet alanı bahşediyor.