"Malezya olmak" gibi mantık dışında deveran eden tartışmadan herkesin usandığını biliyorum; ama bu tartışmanın içinde önemli bir şey var. Dün İran, bugün Malezya olmak. Daha önce ve bugün Avrupalı olmak. Yarın başka bir şey olmak. | |
Peki "Başka birisi olabilmek mümkün mü?" "Başka biri olabilmeyi düşünmek", "başka biri olmayı hayal etmek". Karşı olun-olmayın "başka birine benzemenin mümkün olduğunu düşünebilmek". Hangi zihin dünyası ve bu zihin dünyasındaki hangi çarpıklık bize bu soruları sorduruyor? Modern bir hayat biçimi yaşadığını düşünmek, laikliği bir hukuk prensibi olmaktan çıkartıp bir "yaşam biçimi" olarak benimsemek, kendisini "seçilmiş", "farklı" ve "üstün" görmek ile köksüzlük, sonradan görmelik aynı kişilik yapısında buluşuyor. "Laik yaşam biçimi"ni icat etmek ve onun içinde "seçilmiş" olarak yaşayabilmek, ancak tarihsiz olmakla mümkün. Çünkü tarihte ikisine dair bir ipucu veya dayanak bulmak imkansız. Bir zamanlar "Avrupalı olabilmek" tarihi ve köklerini inkâr etmekle mümkündü. Birileri inkâr ettiler ve Avrupalılaştılar. Maksadın Avrupalılaşmak değil, kendi toplumuna yabancı "Avrupaî seçkin" olmak olduğu, aynı takımın AB sürecine karşı çıkmasından anlaşılıyor. Bugün "Malezyalaşmak korkusu", halkın da kendileri gibi bir başka kalıba dökülebileceği peşin hükmünden kaynaklanıyor. Bir zamanlar geçmişini reddederek başkası olabildiğini düşünenler, "Malezyalaşmak" yani bir başkası olmak korkusundan dem vuruyorlar. Bir başkası olabilmek, ancak kişiliğinizin oluşmaya başladığı çocukluk evresine dönmekle mümkündür. Tarihini inkâr edenler hafızalarını da kaybettikleri için, etraflarındaki dünyaya çocukça bir saflık, daha ötesi kalıpları büyüklere benzediği için tam bir aptallıkla bakarlar. Totaliter ideolojilerin demir cenderesinden medet ummak; halka toslamamak için demokrasiyi askıya almak, bulabildikleri kestirme çözümlerdir. İleri sürdükleri bahane "halkın henüz rüştünü ispatlamadığı" iddiasıdır. Tersine kendilerinden fersah fersah ileri olan halkı yönetecek olgunluğa sahip olmadıkları için "yönetici seçkinler" olarak kalabilmeyi demokrasiyi sınırlamakla sağlarlar. Türkiye nevzuhur bir devlet ve toplum değil. Zorlu sorunlarla nasıl baş edeceğimizi öğrendik. Her toplum, kendi yaşadığı tecrübelerin olgunlaştırdığı kimlik ve kişilikle dünyaya bakar. Farklı olanları kendi tecrübeleri ile karşılaştırır ve anlamaya, işe yararsa uygulamaya çalışır. Ama kimliğini ve kişiliğini reddederek "başka biri olmak" isteyenler, sadece halktan farklı olmayı yani kendisini seçkin saymayı başarır. Karşılığında içinde yaşadığı topluma ağır bedeller ödetir. Anlattığım zaman kesiti, askerî darbelerle malûl yakın tarihimizden başka bir şey değil. "Malezya olma korkusu"nun arkasında başka biri olmanın mümkün olabileceğine dair çocuksu bir inanç var. Bunun mümkün olabilmesi için bu topraklarda yaşadığınız özgün tarihin ana hatlarının bile hiçbir anlamı ve değeri yok. Tarihiniz yok, dolayısıyla hafızanız yok. Ama şu sorunun karşılığı da yok. Bu korkuyu ortaya atanlar Avrupalılaşarak seçkin olmayı başardılar. Şimdi halk Malezyalılaşmakla ne elde edecek? Üstelik tarihini, yani hafızasını kaybetmeyi göze alarak. Önceki gün Mısır'la olan benzerliğimizden ve geldiğimiz yerin farklılığından bahsettim. Bir halk başka bir kalıba girmiyor. Mukayeseli tarih bize bunu anlatıyor. Ama bir ülkenin yönetici seçkinleri, ayrıcalıklarını sürdürebilmek için bukalemun gibi her şekle giriyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin bir "İslâm cumhuriyeti"ne dönüşmesi ancak ve ancak gelip de gitmemeye karar veren bir askerî cunta ile mümkün. Neden? Kalıcı iktidarlarına göstermelik bir meşruiyet sağlamak için. Tıpkı Mısır'da olduğu gibi. Laikçilerimizin çok şikayetçi olduğu "mecburi din dersi" uygulamasının, "şeriat tehlikesine karşı" darbe yapan 12 Eylül cuntası tarafından Anayasa'mıza konulması, iddiamın basit bir delili. "Başka biri olmak" ancak halka rağmen mümkün. Kendiniz kalmanın yegâne garantisi ise demokrasi. |