Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Diyarbakır'dan başlayarak Güneydoğu'daki kritik illere geziler yapmasının bir anlamı olduğu inancındayım. Bu yörede gerginlik sürerken oraya gitmesini, Başbakan'ın karakterinin bir parçası olarak kabul edebiliriz. "Madem üstüme geliyorsunuz, ben de geri adım atmam, ben de sizin üstünüze gelirim" diyor.
Başbakanın böyle davranması kendi içinde tutarlı sayılabilir. Bir soruna çözüm üretmek istiyorsanız o sorundan kaçmanız değil, üzerine gitmeniz gerekiyor. O da bir yönüyle yapması gerekeni yapıyor.
Tabii asıl önemli olan oraya gittikten ve onca patırtıya gürültüye aldırmadan yapacağı açılımdır. Başbakanın yöredeki konuşmalarını dikkatle izliyorum. DTP ile bir polemik içinde. Sonuç olarak iktidar partisinin yöredeki rakibi DTP. Önümüzde yerel seçimler var. Bu yöredeki yerel yönetimlerin çoğu DTP'nin elinde. Buraya kadar tamam.
Sonrası ne kadar anlamlı? Başbakan, bölgeye yatırım yapmaya devam edeceklerini söylüyor. Yapmalı ve bunu büyük bir kararlılıkla sürdürmeli. Daha kalıcı yatırımlar ve teşvikler de bu bölgeye yönelmeli. Başbakan, demokraside ısrarlı olacaklarını ve özgürlükçü tutumdan vazgeçmeyeceklerini belirtiyor.
Başbakan'ın söyledikleri ancak bu noktadan ileri gitmiyor. "Demokrasi" genel bir sözcük. Demokrasi sözcüğü Güneydoğu açısından içi doldurulması gereken bir sözcük. Burada demokrasi Batı'dan farklı boyutlar içeriyor. Burada demokrasi asıl olarak "Kürt realitesinin" tanınması demek. Burada demokrasi "Kürt sorunu"nu bir kimlik sorunu olarak görmek ve buna uygun adımlar atmak demek. Burada demokrasi kültürel haklar demek, anadilin seçmeli ders olarak okullarda okutulması demek, "Kürdoloji Enstitüsü" demek.
Başbakan Van'da yaptığı konuşmada, yöredeki şiddet eylemlerini sürdürenleri hedef alarak "barış istiyorsan silahları bırakın" çağrısında bulundu. Başbakanın bu çağrıyı yapması yerinde. Ancak, PKK şiddeti tırmandırıyor diye, polisin, askerin ölçüsüz şiddet kullanması ve "madem öyle işte böyle" tutumu içine girmesi kabul edilebilir mi?
Başbakan, umuyorum ki, bu bölgeye yaptığı gezilerin ardından, oradaki havayı anlamıştır. Umarım bu riskli ve tartışmalı gezilerin sonunda soruna çözüm üretecek, şiddetin gelişmesini sağlayan ortamı değiştirecek yeni açılımlar içine girer. Çünkü, oralara gittiğiniz zaman, oradaki havayı solduğunuz zaman, sorunu daha derinlemesine hissediyorsunuz.
Bölgede yangın, geçmişten daha yakıcı bir şekilde çevreye yayılıyor. Eğer yeni bir anlayışla olaylara yaklaşılmazsa, ruhsal kopuş daha da  derinleşecek, çözüm daha da zorlaşacaktır.
***
DTP, sorunun çözümü için taraflardan birisidir. Bu nedenle onların da yükselen yeni şiddetin yarattığı havayı iyi anlamaları, iyi okumaları gerekiyor. Türkiye'nin batısına da yayılan eylemler, giderek  toplumun bir arada yaşamasını zorlaştıracak bir atmosfer yaratıyor. Sinirleri geriyor.
DTP'liler bunu istiyorlar mı? İki toplumun birbirini iyice anlamaz duruma gelmesini bir siyasi hesap olarak doğru görüyorlar mı? Bundan bir sonuç çıkarılabileceğine inanıyorlar mı?
Diyarbakır'ı anlamak kolay değil. Oradaki insanların hayal kırıklıklarını beklentilerini Ankara'dan anlamayanlar olduğunu biliyoruz.
DTP'liler, Türkiye'nin dört bir yanında gelişen tepkiyi ve öfkeyi ne kadar anlayabiliyorlar? Bu gerginliğin sivil alanda siyaset yapma olanağını giderek daralttığını ne kadar algılıyorlar?
Şiddetin, şiddeti davet ettiğini bilmiyorlar mı? Aralarında çok deneyimli siyasetçilerin olduğu
DTP liderliği, artık frene basma zamanın geldiğinin farkında mı? Araba tam gaz gidiyor...
Türkiye'yi yönetenlere yönelttiğimiz, "Kürtleri anlayın" çağrısına ek olarak bir çağrı da DTP'lilere yapmak gerekiyor, "Türkiye'de giderek artan çaresizliği ve öfkeyi anlayın..."

 

Kaynak: Radikal