Yasir Zeatire
Mesut Barzani, Kürdistan’ın bağımsızlığının hakları olduğunu ve (üzerinde anlaşmazlığın sürdüğü) Kerkük şehrinin de pazarlık konusu yapılamayacağını gayet rahatlıkla ve cüretkar bir şekilde ifade etti.
Bu (aslında eski olan) yeni gelişme, gerek Celal Talabani gerekse Mesut Barzani’nin Iraklıları ve bütün Arapları hafife alma siyasetlerininin kısa vadede sona erecek gibi olmadığını gösteriyor. Gelişen olaylar, macera politikalarının halen bu adamların yaklaşımlarına hakim olduğunu ortaya koyar nitelikte.
ABD Irak’ı işgal etme niyetini belli etmeye başladığından beri her iki lider arasında çelişkiler, çatışmalar ve savaşlar ortaya çıkmaya başlamış, bunlar kendilerini Amerikalıların hizmetine vermişlerdi.
Yıllardır Talabani, Amerikalılarla yapılan pazarlıklar ve anlaşmalarda bulunmuş ve daima siyasi süreç içerisinde yer almış bir isimdir. Zira işgal tankları üzerinde gelmiş olan bazı Şii güçlerin, bu oyunun gerçekleştirilmesinde ona yardım edeceğini görmüş birisidir. Sünni Araplara dayatılmış olan Hizbi İslami ve Uzlaşma Cephesi gibi partiler, bu anlaşmaların kabul edilmesi noktasında ayak sürerlerken Talabani, Şii güçlerin iktidarı ele geçireceği heyulasını yayarak ve bu arada da tıpkı Mesut Barzani gibi kendi çıkarından başka bir şeye tapmayan bir insan olduğu halde kendisinin Sünni olduğunu hatırlatarak bu anlaşmayı onlara pazarlamaya çalışmıştı.
Her ikisi (Barzani ve Talabani), Kürt bölgesinin merkezi yönetimden en büyük payı alan yarı bağımsız bir yönetim olma durumunun bütün taraflarca kabul edilmesinde başarılı olurken iştahları hiç bir zaman dur durak bilmedi. Bir taraftan yarı bağımsızlık durumundan taviz vermeden merkezi hükümetten en büyük pay almayı başarırken diğer taraftan da Amerikalıların Şii güçleri tahrik ederek Amerikalıların onlara darbe yapmasını sağladılar. Ancak Maliki işbaşına gelince Şiiler içerde güçlerini artırmayı başardılar, böyle olunca durum değişmeye başladı.
Son yıllarda Kürt bölgesi merkezi hükümetin kayda değer bir rolü olmaksızın onlara danışmadan petrol pompalamaya başlayıp bu manüpilatif operasyon sınırlarına ulaşıp –ki bu bir tür ayaklanma ve kışkırtma anlamına gelmektedir- Kürt bölgesi parlamentosu da yeni anayasayı kabul edip Irak’taki diğer kesimleri ve Bölgedeki Müslüman ve Arap unsurları hafife almaya başlayınca bu tutum daha ileri nokaya taşınmış oldu. Netice itibariyle yarı ayrılmaya benzer bir durum ortaya çıkmış ya da en azından hızlı bir kararla fitili ateşlenecek bir ayrılık kararının alt yapısı hazırlanmış oldu.
Yeni anayasada Kürtlerin iki lideri, herkesin anayasanın ruhunu esastan değiştirecek kadar önemli bir dipnotla Iraklıları ve Arapları hafife aldıklarını gösterdiler. Anayasaya düşülen bu dipnotta Kürdistan bölgesinin tarihi olarak Iraklılara ve Araplara bağlı olmadığı ifadesi yer almaktaydı ki bu ayrılığın psikolojik altyapısını sağlıyordu..
Anayasada daha kışkırtıcı olan bir başka husus ise Araplar, Türkmenler ve Kürtler arasında anlaşmazlığın olduğu Kerkük’ün yanısıra Ninova, Selahaddin ve Diyala gibi bölgelerin de Kürt bölgesine katılarak Kürdistan’ın şu anki yüzülçümünün iki katına çıkarılmasını öngören maddeydi.. Bundan sonra anayasaya kendi kaderini tayın hakkını içeren bölümler eklendi, merkezi hükümetin yetkileriyle çelişecek biçimde bu bölgenin başkanının parlamentosunun yetkilerinden bahsetmeye başladı ki bu durum Kürdistan bölgesini federal bir bölge olmaktan çıkararak başlıbaşına devlete benzeyen bir yapıya dönüştürüyordu.
Artık açıkça ortaya çıkmıştır ki, bu iki Kürt lider, sanki burası rejimle ve civar ülkelerle mücadelesinde büyük bedeller ödemiş bir halka ait değil de babalarının çiftlikleriymiş gibi idare etmekte oldukları bölgede Araplarla olan çelişkileri kendi siyasi geleceklerini kamufle etmekte bir araç gibi kullanmaya başladılar.
Buradan hareketle, bu ikisine artık açıkça, Arapları ve Iraklıları kışkırtmaya bir son vermelerini, şayet ayrılmak istiyorlarsa bunu yeni sınırlarla değil de kendi bölgelerinin şu anki sınırlarıyla yapmaları gerektiğini, Iraklıların iradesi dışındaki herhangi bir manipülasyonun güçlü bir karşılık bulacağını söylemek gerekiyor.
Evet, şayet onlar Türkiye, Suriye ve İran gibi ayrılığı şiddetle reddeden komşu ülkelerin tepkilerinin yol açacağı durumun beraberinde getirdiklerine katlanmaya razılarsa ayrılabilirler. Ancak merkezi yönetimin getirdiği avantajlardan yararlanırken diğer taraftan da fiili bağımsızlık durumunu sürdürmek ve coğrafi emellerini gerçekleştirmeye çalışmak Iraklıların sükünetle kabul edeceği bir durum değildir.
Bazı Arapların bölgedeki diğer akıllı insanlarla konuşarak onlara Kürt halkıyla diğer Arap ve Müslümanlar arasındaki bağları, bölgenin bir MOSSAD üssüne dönüştürülmesinin tehlikelerini hatırlatması, din kardeşleriyle iyi ilişkiler kurmanın küçük görme ve ayrılıkçı dilden daha erdemli bir davranış olduğunu hatırlatması son derece doğaldır. Belki de bu, zamanla bu iki liderin etkisinin azaltılmasına, halkın kanını sonuçları önceden bilinen yeni savaşlarda heder etmek yerine halkın özgürlüğünü ve iradesini yeniden kazanmasına katkıda bulunabilir. Ancak bu durum, işgalcilerin ülkeden çıkartılması, tam egemenliğin geri alınması ve işgal altında sağlanması zor olan Irak içi uzlaşmaya bağlı olup bu uzlaşma da ancak Türkler, İranlılar ve Araplarla makul bir çözüme varılması durumunda mümkündür.
Kaynak: Katar’da yayınlanan el Arap gazetesi