Kuzey Irak'ta Kürtlerle Türkmenler ve diğer azınlıklar arasında bir denge kurmaya çalışan Kürt yönetimi bir yandan da henüz bir ulusal kimlik etrafında örgütlenmemiş Kürt toplulukları için bir kimlik inşa ediyor.
Yani inşa edilen sadece bir ülke değil, aynı zamanda bir ulusal kimlik. Birçok Kürt için bu anlamsız görünebilir. Çünkü onlara göre zaten büyük bir geçmişi olan bir Kürt ulusu hep vardı. Ama evrensel atıfları olan bir ulus anlayışının, bir devlet çatısı altında yeniden kurulması farklı bir durum... Bunu çok iyi bilen Kürt bölgesel yönetimi yetkilileri, artık standart sayılabilecek bir ulus-devlet inşası için kolları sıvamış durumdalar. Bu nedenle hemen her ulusal hareketin başlangıcında rastlanacak türden klişelerle donatıyorlar payitahtları Erbil'i. Kürt vatanı, Kürt ulusu, Kürt bayrağı ve Kürtlerin ortak acıları, savaşları, kahramanları, her şey.
Ancak Irak Kürt bölgesinde, ulusal inşa sürecinin başat figürü elbette Barzani ikonu... Sadece Başkan Mesut Barzani değil, ulusal hareketin sembol ismi baba Molla Mustafa Barzani, çerçevelenmiş halde kentin hayatın her yerinde karşınızda. Fotoğraf, resim, tablo, kabartma hatta heykel olarak. Ama tabii ki Mesut Barzani'nin özel bir anlamı var. Yaşayan lider, Seroki Kürdistan. Tüm resmi ve özel dairelerde evlerde, yollarda, parklarda, her yerde... Sonra tabii ki Talabani... İktidar ortağı öteki partinin lideri... Kürt ulusal hareketinin daha kentli ve liberal yüzü... Ama ikonlar sadece bu isimlerle sınırlı değil. Mehabad Kürt Cumhuriyeti lideri Gazi Muhammed'den düşünür Hejar Mukriyani'ye kadar onlarca isim Kürt ulusal kimliğinin vazgeçilmez figürleri ve Kürt bölgesinin her köşesinde fotoğrafları, resimleri var.
Kürt ulusal kimliğinin asıl kurucu unsuru olan bayrak da her yerde. Resmi kurumları geçin, gündelik hayatın her karesinde göz alıyor bayrak. Taksilerde, yakalarda rozet olarak... Tartışmasız bir kutsallığı var Kürdistan bayrağının. Fotoğrafçı arkadaşımızın ifadesiyle bayrağın kadraja girmediği bir kare bile bulmak başarı. Bu arada son derece modern bir kimlik inşa aracına dikkat çekmek gerek. Kürt yönetiminin Saddam dönemine ilişkin yaratmak istediği bilinç görülmeye değer. Ülkedeki hemen tüm eski karargahlar yeni planlamayla yerle bir edilip yerine çim ekilip park yapılmış. Tüm Kürt bölgesinde bu parklardan onlarca var. Ama kuşkusuz en önemlisi Erbil merkezdeki Sami Abdurrahman parkı. 2004'te KDP parti merkezine yapılan bombalı bir saldırı onlarca partiliyle beraber hayatını kaybeden partinin sembol isimlerinden Sami Abdurrahman adını alan park tam bir ulusal kurtuluş sembolü Kürtler için. Parkın içinde göze çarpan en önemli yapı şehitler anıtı. Üzerinde İngilizce (her nedense!) 'Freedom is not free' yazan anıt toplumsal hafızada yaşanan acıları yeniden üretmenin ve bunu yaratılacak ulusal kimliğin hizmetine sunmanın çabasını kanıtlıyor.
Halepçe katliamı da en vazgeçilmez temalardan biri. O bilinen Halepçe katliamı fotoğrafı bir imaj olarak şehrin muhtelif yerlerinde çeşitli biçimlerde karşınıza çıkıyor. Talabani'nin partisi KYB'nin Erbil merkezini koruyan paravanların üzerinde rastladığımız Halepçe tasviri sadece yaşanan acıları değil neticelerini de bir kompozisyon içinde anlatmayı hedeflemiş. Halepçe'de ölen Kürt baba ve bebeğine, Saddam'ın kafesteki görüntüsü eklenmiş. Tabii ulusal kimliğin kurucu öğeleri sayılırken haritalar da unutulmamalı. Envai ebat ve biçimdeki haritalara Barzani fotoğrafının asılı olduğu hemen her yerde rastlandığı gibi asıl çarpıcı olan yakalarda birer rozet olarak taşındıklarını görmek. Kürt bayrağı renkleriyle büyük Kürdistan haritasının süslediği yakalardan birinin Sami Abdurrahman parkının bekçisi olması fazlasıyla manidardı. Tüm bu sembollerle günlük hayatın her alanında karşılaşmak mümkün...
Erbil merkezdeki Chwar Chara otelinin lobisinde Molla Mustafa Barzani ve Mesut Barzani'nin el yapımı ahşap kabartma resimlerini yapan bir sanatçı, müşterisi olan genç bir hanımla pazarlık ediyor. Resimlerin talibinin adı Ewin. İsveç'te yaşıyor. 'Almayı düşündüğü ahşap resimlerin arasında Talabani neden yok?' diye soruyorum, 'Talabani de bizim başkanımız; ama Barzani ailesine özel bir sevgim, saygım var.' diyor. Neden ikişer adet aldığını soruyorum. 'İkisini Stockholm'daki evime asacağım. Diğer ikisi de çalıştığım kadın derneği için.' diyor. Barzani mitinin dünyanın farklı köşelerine Kürt diasporası aracılığı ile taşındığına yakından tanıklık ediyoruz böylece.
Ulusal lider Talabani değil, Barzani
Otelden ayrılıp kaleye çıkan merdivenlerin başındaki halı dükkanında şaşkınlıkla duvara asılan halıların temsil ettiği post-modern manzaraya bakıyoruz. Mesut Barzani, babası Molla Mustafa Barzani, Meryem Ana, Hz. İsa'nın havarileriyle veda yemeği, masum, tombul çocuk portreleri, kartallar ve tabii Barzani-Talabani resimleri. Duvar halısında dahi fark edilen bu montaj beraberliğe esin veren asıl fotoğrafa sonraki günlerde başka bir duvarda rastlıyoruz. Kürt bölgesinde gittiğimiz her yerde rastladığımız duvar halılarına işlenen fotoğrafları seçen, seçtiği motifleri Tahran'da ya da İstanbul'da halılara işleten Erbil'li bir esnafla Kemal Abdurrahman Yunis'le kalenin altındaki dükkanda konuşuyoruz. Yunis'e 'Bunca Barzani motifinin yanında neden hemen hiç Talabani yok?' diye soruyorum. Tam bir esnaf gibi cevaplıyor Yunis: 'Talabani satılmıyor ki'. Irak devlet başkanı, Kürt bölgesindeki ikinci partinin lideri, Kürt hareketinin en önemli ismi Erbil sokaklarında satmıyor. Erbil yakın zamana kadar Barzani'nin kalesiydi, doğru; ama artık Kürt bölgesini ortak hükümet yönetiyor. Halıcıdan çıkıp hemen alttaki gazete bayiinden gazete almak istiyorum. Gazete satan adam Kürtçemi anlamıyor. 'Türkiye Kürt'üyüm' diyerek anlayışlı davranmasını beklerken öfkeyle tepki veriyor 'Türkiye Kürt'ü değil, Bakurlusun (Yani Kuzey Kürdistanlısın)' diyor. Bakur kelimesinin 'kuzey' olduğunu böylece öğreniyorum. Sonra önüme bir harita koyuyor ve büyük bir coşkuyla hayalindeki büyük ülke sınırlarını gösteriyor. 'Bu haritayı kimler alıyor?' diye soruyorum 'En fazla İran ve Türkiye Kürtlerine satıyorum; ama duvarlarına asamıyor, çekmecelerinde saklıyorlar.' diye sitem ediyor.
Kalede Alwan Antiq dükkanındayız. Dükkan dediğim yer bir etnografya müzesi gibi. Kalenin içinde yaşayan yüzlerce ailenin tarihinden kalanlarla yetinmeyip başka şehirlerden de biriktirdiği objeler, kilimler, kumaşlar ve giysilerle bir hafıza oluşturmaya çalışıyor antikacı Halis Yunus Mustafa. Öyle ya, her ulusun bir etnografya müzesi olmalı. Halis Yunis, biriktirdiği objeleri sergilediği evde doğmuş. Bir müze eve dönüşen evdeki her odayı tek tek tanıtırken 'Eskiden beri meraklıydım biriktirmeye. Bu milletin kültürünü bütün dünya görsün istedim' diyor. Kilimleri göstererek aşiret adları sayıyor 'Hemen her aşiretin ayrı bir motifi var'. Kalede üç ay öncesine kadar yaşayan 1000 aileden söz ediyor. Hükümetin yer ve para vermesiyle taşınmışlar kaleden. Müze evde dikkatimizi en fazla çeken şey, Kürt bayrağı motifli şapkasıyla boynunda heybe taşıyan manken oluyor. Ne var bunda diyecekler acele etmesinler, heybenin üzerindeki motif, ülkenin yaşadığı durumun bir özeti gibi. Ne Kürt ne de Türkmen motifi heybenin üzerindeki. Miki maus motifi süslüyor heybeyi. Kürt-Amerikan işbirliğinin karikatürü gibi görünen bu post modern manzaraya şaşırmaya vakit bulamadan başka bir sürpriz bekliyor bizi. Bir başka odada karşımıza çıkan Kürt Mona Lisa tasviri. Artık gördüğümüz hiçbir şeyden şaşırmamamız gerektiğine ikna oluyoruz. Tabii kalenin bir de modern dünyaya açılan galerisi var. İçeride bir resim sergisi var. Fransız ressam İngers'in Napoleon dönemi çalışmaları ve bazı portreleri sergileniyor. Ama tabii asılları değil kötü birer kopyaları, hatta renkli fotokopileri. Öyle bile olsa Batı'ya dönük ülke imajı için yeterli veriyi sunuyor herkese. Bu nedenle müze civarında ülkelerinin kültür elçisi çok sayıda İngiliz, Fransız, Hollandalı ve Alman'la karşılaşıyoruz.
Tüm Erbil'de ulusal kimliğe en çok vurgu yapan en modern yer herhalde ulusal park. Park projesi Batı'daki örneklerinden fazlasıyla esinlenmiş. Öyle ki şehitler anıtındaki yazılar dahi bir Batı dilinden. Özgürlük parkının girişindeki anıtta yazılanlar her nedense önce İngilizce sonra Kürt bölgesel yönetiminin resmi dili olan Soranice yazılmış. Anıtta 'Freedom is not free' yazıyor. Yani özgürlüğün bedeli var (bedel ister). Bedel ödeyen özgürlük şehitlerinin adları biraz ilerideki siyah mermere işlenmiş. Baba adları dahil. Öğlen sıcağında gittiğimiz parkın sakinliğinde fotoğrafa bir insan, bir figür girsin diye beklerken, sanki sözleşmişiz gibi bize doğru gelen üç bürokrat giyimli adamla rehavetimiz dağılıyor. Güneşten korumak için gözlerine siper ettikleri elleri onlara Sami Abdurrahman ve arkadaşlarının adlarını okuma fırsatı veriyor. Bize en yakın olan kişiye 'Bbu anıtın anlamı nedir?' diye soruyorum. Anlatıyor. Sami Abdurrahman ve arkadaşlarına yönelik suikast girişiminin Kürtlerin özgürlük mücadelesinde ne kadar önemli olduğuna dair bilgiler veriyor. Fotoğraf çeken arkadaşımla Türkçe konuştuğumu duyunca 'Türkçe konuşuyorsunuz. O halde Türkçe devam edelim.
Ortadoğu'nun İsviçre'si şaklava dağ köyü
Ben Türkiye Kürt'üyüm' diyor. Brüksel'deki Kürt kongresi üyesi üçü de. Gezmek için geldiklerini söylüyorlar. Ulusal figürler sadece Kürt bölgesi için değil tüm Kürtler için anlam taşıyor ona göre. Parkın çıkışındaki kanatlı kadın figürünün önünde fotoğraf almak istiyoruz, kapıdaki koruma engel oluyor. Yasakmış oradan fotoğraf almak. Adını soruyorum 'Hakan' diyor. 'Sen Kürt değil misin, adın neden Hakan?' diyorum. 'Hayır ben Türkmen'im' diyor. Ama Soranice konuşmakta ısrar ediyor. Kafamız karışıyor iyice. Üstelik yakasında büyük Kürdistan haritası rozeti taşıyor. 'Nedir bu?' diyorum. Lafı uzatmadan rozeti çıkarıp bana hediye ederken 'Rozeti hediye ediyorum; ama fotoğrafa izin veremem.' diyor.
Parktan ayrılıp Barzani'nin karargâhı Selahaddin'e yakın bir piknik alanı olan Şaklava'ya doğru yola çıkıyoruz. Bindiğimiz taksinin genç sürücüsü Hejar arabasına kocaman bir bayrak asmış. 'Yolu görmeni engellemiyor mu?' diyorum. 'Pır hezdekım, Azadiya Kürdistan' (çok seviyorum, özgür Kürdistan) diyerek gülümsüyor. Şaklava, Kürdistan'ın Ortadoğu'nun İsviçre'si olması projesinin merkez üssü gibi. Yolda Barzani'nin karargâhının olduğu Selahaddin'den geçiyoruz. Karargâhın olduğu dağın adı eskiden Sere Raş (yani Kara Baş) imiş. Şimdilerde Sere Bılınd (yani Yüksek Baş) olarak değiştirilmiş. İsimlere yapılan bu müdahale de yaratılmakta olan ulusal kimliğin karakterini yansıtıyor. Değişikliğin tabelalarda görünmesi yeni. Ama dağın adı 5 sene önce değiştirilmiş.
Şoförümüz bu ad değişikliğinden hareketle Barzani'nin Talabani'den ne kadar farklı olduğu konusunda halk arasında dolaşan hikâyeler anlatıyor. 'Barzani çok öfkeli ve inatçı' diyor. Barzani adının çok dikkatle kullanıldığını sonraki günlerde oldukça muhalif ve cesur görüşleriyle beni şaşırtan kişilerin konuşmalarında bile gördüm.