Irak savaşı öncesi Arap-İsrail ihtilafının çözümünü Bağdat'ta arayan yeni muhafazakârlar, şimdi de İran korkusu yaymanın işe yarayabileceğini sanıyor. Oysa barışı ancak, Kudüs, sınırlar ve yerleşimler konusunda ödün vermeye hazır olan gerçekçi ve cesur bir İsrail liderliği sağlayabilir

Irak savaşından önce iyimser yeni muhafazakârlar İsrail-Filistin ihtilafına dair yeni bir slogan ortaya atmıştı: "Kudüs'e giden yol Bağdat'tan geçer." Irak'taki ABD zaferi İsraillilerle Filistinliler arasındaki barışın siyasi koşullarını yaratacaktı.

Tam da ABD'nin Irak'ta başarısızlık yolunda olduğu bugün, yeni bir teori dolaşıyor ortalıkta. Bu kez, "Kudüs'e giden yol Tahran'dan geçer" diyorlar. İsrail'le Filistin arasında barışın koşullarını yaratabilecek şey, İran'ın Irak'taki savaşın da katkısıyla artan gücü.

Bağdat yolu teorisi, Ortadoğu'nun demokratik dönüşümüne yönelik iyimser bir bakışa dayanırken, Tahran yolu teorisi korkuya dayanıyor. Özünde şunu savunuyor bu teori: İran'ın yükselişi, İsrail-Filistin ihtilafındaki bütün taraflara artık bir çözüm bulmanın hayırlı olacağı duygusunu vermeye yetecek kadar korkutucu. Bu özellikle bir aciliyete dönüştü, zira İran destekli Hamas'ın militan İslamcıları Gazze'nin kontrolünü ele geçirmiş ve müstakbel Filistin devletini iki parçaya bölmüş durumda.

İran korkusu o kadar güçlü değil

ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice mevcut durumu avantaja dönüştürme çabasında. Bu sonbaharda bir barış toplantısı yapılacağı sözünü verdi. Olağan şüpheliler de o toplantıda olacak: İsrailliler, Filistinliler, ABD, Mısırlılar, Ürdünlüler. Suudilerin de katılma ihtimali var, ki bu gerçekleşirse önemli bir gelişme sayılacak.

Suudiler ve diğer Batı yanlısı Arap devletleri şunu biliyor: İsrail ve Filistin arasındaki bir barış anlaşması, İranlıların bölgede sorun yaratmasını güçleştirecek. Bir barış anlaşması İsraillilere, gayrıresmi bir İran karşıtı cephenin parçası mahiyetinde, Batı yanlısı Arap devletleriyle yeni bir yaklaşım geliştirmek gibi muazzam bir fırsat sunacak. Bunun yanı sıra, Hamas'ın yükselişinin tersine çevrilmesine yönelik en güçlü imkânı da verecek. Tam da aynı sebeple, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas'ın bir anlaşmaya son derece ihtiyacı var. ABD Başkanı George W. Bush, nihayet iki devletli çözümü hayata geçiren Amerikan başkanı unvanını alarak, kendisini eleştirenlere beklenmedik bir gol atmış olacak. Gerçek iyimserler bir yıl içinde Filistin devletinin kurulabileceğinden söz ediyor.

Buna inanmak pek güzel olur. Fakat süreci zıt istikametlere çeken güçler muhtemelen daha baskın gelecek. İran'ın artan gücünün Arap dünyasındaki yaklaşımları yeniden biçimlendirdiği muhakkak. Fakat İran korkusu, Suudileri İsrail'i tanımaya sevk edecek kadar güçlü görünmüyor; bu bilhassa, İsraillilerin Filistinli mültecilerin 'dönüş hakkı' gibi önemli Arap taleplerine karşılık verme ihtimalinin pek az olmasından kaynaklanıyor. İsrailli bir diplomatın da söylediği gibi: "Bu bölgede düşmanımın düşmanı hâlâ düşmanım."

Fetih'in ve Filistin Yönetimi'nin bazı üyeleri bile, önerilecek anlaşmanın Abbas'a reddetmekten başka seçenek bırakmayacağını savunuyor. Önde gelen bir Fetih üyesi şu karamsar öngörüde bulunuyor: "İsrail'in güvenlik duvarının sınırlarını çizdiği bir devlet önerecekler bize; bu da Batı Şeria'dan bile büyük toprak kaybetmek anlamına gelecek. İsrail yerleşimleri kalacak. Sınırlarımız İsrail tarafından kontrol edilecek. Ordu kurmamıza izin verilmeyecek. Dönüş hakkı olmayacak ve İsrailliller Kudüs'ü fiilen ele geçirecek. Bu da geçici bir anlaşma gibi lanse edilecek. Fakat geçici anlaşma kalıcı hale gelecek." Abbas'ın yakınındakiler, böyle bir anlaşmayı kabul etmenin Abbas ve Fetih için siyasi intihar olacağını söylüyor. Filistin davasını yürütmek de haliyle Hamas'a kalacak.

Kontrol noktaları kalkmalı

Geçen hafta Kudüs'te bu senaryoyu üst düzey bir İsrailli yetkiliye anlattığımda bana şu karşılığı verdi: "Filistinliler fazla iyimser. Onlara bu bile teklif edilmeyecek." İsrail ordusu, kamuoyunun da desteğiyle, Batı Şeria'nın güvenliğinin kontrolünü Filistinlilere geri vererek risk almaya hiç istekli değil. İsraillilerin inşa ettiği devasa güvenlik duvarı intihar eylemcilerinin uzak tutulmasına yardımcı oldu. Fakat İsrail'e karşı Lübnan ve Gazze'den roket saldırıları düzenlendi. Batı Şeria'dan düzenlenecek benzer saldırılar İsrail'in büyük kentlerini vurabilir. Bu yüzden de İsrail ordusu muhtemelen Batı Şeria'nın her yanını kaplayan ve Filistinliler için günlük hayatı ve ticareti imkânsız hale getiren kontrol noktalarının varlığını sürdürmesini savunacak. Bir Batı Şeria kentinden bir diğerine normalde birkaç dakika sürmesi gereken seyahatler, kontrol noktaları yüzünden saatlerce sürecek.

Bugün İsrail'deki ruh hali, korku ve rahatlığı, belki de bir barış anlaşması şansını ortadan kaldıran bir tarzda birbirine karıştırıyor gibi görünüyor. Korku, yaklaşık 1000 İsraillinin ölümüne yol açan Filistin terör kampanyasından miras. İntihar eylemlerinin hatıraları ve Hamas'ın yükselişi kamuoyunun güvenlikle ilgili riskler alınmasına yönelik isteğini büyük oranda azaltmış durumda.

Fakat intihar eylemleri durdu. Ve şu anda günlük hayat rahat. Batı Kudüs'ün 2002'de 'biten' gece hayatı canlandı. Geçen hafta Kudüs şarap festivaline gittim; müreffeh İsrailliler şarap dükkânlarında Cabernet'leri ve Riesling'leri tadmaktaydı. Ramallah ve Beytüllahim gibi Filistin kentleri sadece birkaç kilometre ötede. Fakat duvarın arkasında kaldıkları için ortalama İsraillinin görüş alanından ve aklından çıkmışlar. Gazze daha da yoğun bir şekilde yatılılmış halde. Sonuçta, İran ve Hamas'a dair bütün o tedirgin konuşmalara rağmen, İsrailliler kendilerini nadiren bu kadar güvende hissetmiştir. Barış için risk alma ihtiyacı da görmüyorlar bu yüzden.

Acıtıcı olsa da taviz şart

Fakat yanıltıcı bir güvenlik hissi bu. İsrailli bir yetkilinin de teslim ettiği üzere: "İşgal altındaki topraklarda saatli bir bombanın üzerinde oturuyoruz." Filistin öfkesi ve rahatsızlığı geçmişte iki isyana yol açtı. İsrail'in güvenlik önlemleri Filistin ekonomisinin giderek zayıflaması anlamına gelirken, İsrail yerleşimlerinin yayılması da yaşayabilir bir Filistin devletine dair umutları giderek tüketiyor. Hamas'ın yükselişi, Filistin davasının gittikçe radikalleştiğinin kanıtı. Ve dahası da gelecek.

Gerçekten cesur bir İsrail liderliği, ülkenin şu anki görece gücünü gerçek bir barış anlaşması sağlamak yönünde avantaja dönüştürürdü; daha geç kalınırsa iki devletli çözüm şansı ortadan kalkacak. Bu şansı kaybetmemek, Kudüs, yerleşimler ve sınırlar gibi esaslı meselelerde cömert ve acıtıcı tavizler vermekten geçiyor.

İsrail'le Filistin arasındaki barışın yolu Bağdat'tan veya Tahran'dan geçmiyor.
O yol hâlâ Kudüs ve Batı Şeria'dan geçiyor. Ve tam da şimdi o yolun önünde, hem gerçekten hem de mecazen devasa bir duvar var

Kaynak: Radikal