Çocuk hekimleri ve anneler bilir, henüz beyin hücrelerinin hemen hepsinin uykuda olduğu ilk günlerde bile yeni doğanların ağzına tatlı bir şey sürülünce yüzlerinde mutluluk/haz karışımı bir ifade belirir; ya da acı bir şey sürülünce bir tür 'negatif' bir şeyle karşılaşmış olmanın irkilmişliği ile tepki verirler. Aynı bebekler birinci ayın sonunda beyin hücreleri arasında sinyal alışverişinin başladığının yani 'her şeyin yolunda olduğunun' bir göstergesi olarak annelerine gülümsemeye başlarlar.

Annelere ve bebeklere bakan herkese esenlik veren, onları da gülümseten bu ilk etkileşim yaşam boyu hissedilecek bir çok sevincin de habercisidir.

Yani aslında bebekler yani hepimiz genlerimizde gülümsemelerle kendini belli eden yaşama sevinci ve hadi biraz daha ileri giderek söylersek barış duygusu ile doğarız. Bu yüzden sevmek, birisine güzel söz söylemek, neşe içinde sarılmak ve işte bütün bunları içeren huzur ve esenlik duygusu bana hep doğamızın bir özelliği olarak görünür. Yani kalbimizin dakikada 70-80 kez atması, kan şekerimizin farkında olmadan ayarlanması, aynı anda milyonlarca enzimin çalışması için nasıl hücreler/fonksiyonlar arasında bir tür barış içinde etkileşim anlamına gelen 'sinerji' ile yaşamımızı sürdürüyorsak; duygularımızın ve varoluşumuzun doğal yönü de barışa ve sinerjiye dönüktür. Belki bu yüzden mesela Gandi gibi bize yüzleri, gülümsemeleri, sözleri, yaşantıları ile olumlu bir yaşam esinleyen insanları severiz, onlara bağlanırız. Bu bağlanışı sanki hücrelerimizin tümüyle yani bedenimiz ve ruhumuzla ve bütün insanlarla aynı şeyleri hissetme duyguları ile yaşarız. Yani aslında insan olarak hepimizin benliğinde insancıllık pınarları akar ve biz bunu hissederek yaşamımızı sürdürürüz ve yüzümüz ayçiçeklerinin güneşe dönmesi gibi başkalarından yayılan ışığa döner kendiliğinden.

Hümanizma
Bütün bunları hükümetin 'Kürt açılımı' olarak isimlendiren yaklaşımının ve son olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 11 Ağustos 2009 Salı günü yaptığı konuşmanın etkisi ile yazıyorum. Yani en başından Başbakan'ın konuşmasındaki 'hümanizma'nın ve içtenliğin bir çok kimse gibi beni de etkilediğini, Başbakan'ın sözleri ile açılmaya çalışan yolun tam da hepimizi birleştiren insan olma halimizde yankı bulduğunu ve bunun çok ama çok önemli olduğunu, içimizdeki tortuları, pürüzleri bir kenara bırakıp var gücümüzle barış için çalışmanın, bunun için ne kadar gerekiyorsa o kadar öne atılmanın tam zamanı olduğunu söylemek istiyorum. Yani Başbakan'ın aslında uzun zamandır kendisi olmak için uğraşan, bütün asimilasyon çabalarına rağmen kendisi olma mutluluğunu koruyabilen bir halka hürmet eden bu yaklaşımının alkışlanmaya değer olduğunu, AKP politikalarının ciddi miktarda 'pragmatizm' yüklü olduğunu bilmemizin ellerimizde hissettiğimiz bu alkışı engellememesi gerektiğini, tam tersine öte tarafta dile gelen ilkelliğe ve içi boş 'dayılanmaya' karşı bu alkışın gerçek bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Yani aslında bir tür barış çoşkusu yaratmak görevi ile karşı karşıya olduğumuzu; sabır ve olgunlukla yani bir bebeğin gülümsemesini çoğaltmanın, paylaşmanın mutluluğu ile davranarak kimseyi küçümsemeden ama oluşmakta olan barış kültürünün gücüne güvenerek çabalarımızı birleştirmemiz gerektiğini, bulunduğumuz her yerde barış dili için adımlar atmamız gerektiğini hissediyorum. Yani aslında yazının başlığına dönersem bundan sonraki günlerde yaşamımızı 'barış imkanı sevinci' ile doldurma önerisinden bulunmak istiyorum. Yani yüzümüzü hep birlikte barışa çevirelim demek istiyorum.

Yani aslında tam da Amed'li Ahmet Arif'in şiirlerinde dile gelen duyguları(Karacadağ'ı, Hamravat suyunu, Diyarbekir Kalesini, Dağlara gelen baharı, Gözlerinden öperim demenin duruluğunu ve daha bir çok duyguyu) paylaşmanın, tam da "Nasıl severim bir bilsen / Köroğluyu / Karayılan'ı / Meçhul Asker'i... / Sonra Pir Sultan'ı ve Bedrettin'i" dizelerini onun kadar içtenlikli söylemenin zamanıdır diye düşünüyorum. Ne dersiniz bu kez barışı kurmayı başarabilecekmiyiz? Yaşamı uzunca bir süredir Kürtlerle kesişen bir hekim olarak ben bu kez başarabileceğimizi hissediyorum ve bu hissedişin sorumluluğu ile çalışacağımı herkese duyurmak istiyorum.

Prof. Dr. Şükrü Hatun: Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi

Kaynak: Radikal