Birbirine göz vurur/Bakü'nün ulduzları (yıldızları),
Yerde bin tezgâh görür/ Bakü'nün ulduzları... *

Bazen bir hikaye yazarken cümle aralarına ansızın bir Behbudov şarkısı düşüyor, apar topar. Müziği kelimelere dökmeyi umuyor, buna yardımcı olabilir diye, bir zamanlar hikaye kahramanlarımın gezindiği Bakü'de, İçeri Şehir'de dolaşmaya çıkıyorum. AVM'ler çekingen bir yoklayışla şehrin kıyılarında henüz belirmeye başlamışlar.  Vitrinler başka, klasik pazar tezgâhları başka bir dil konuşuyor. Tezgâhtar kızlar makyaj yapmayı yeni öğreniyor ve geçiş devri mucizesini kat kat allıkla, yaldızlı rujlarla karşılıyorlar. Anlı şanlı yazarlar üç kuruşa dönüşen maaş yüzünden bir bahçe edinip sebze yetiştirmeye çabalıyorlar.

Bakü, henüz kiracı tanımayan şehirde ev bulabilmek için Cenup Oteli'nde yaşanan zorunlu ikâmetin ardından yeşil tepelerinde beş ev değiştirerek dört yıl yaşadığım şehir; gece sahilden bakıldığında gökyüzünde asılıymış gibi gelirdi mahalleleri. Evleri küçük, dar, bölünmüş; meydanları ve kamu binaları ihtişamlıydı. Kim bilir hangi petrol zengininin taş konağını kaç kişiye paylaştırmış sosyalist yönetim. Binaya hiç uymayan asma bir merdivenle tırmanmaya başlıyorsunuz, arada sahanlık yok. Sık sık gittiğim evde iki yaşlı kadın birlikte yaşıyor. Bir profesör, kadın derneği başkanı, yalnız hayatına kaçkın kimsesiz Reyhan'ı da katmış. İki yaşlı kadının bu merdivenleri tırmanma başarısında şaşıracak bir şey yok. Sovyet dönemi kadınlarını her kelimeyle niteleyebilirsiniz, ama nazlı nazenin olduklarını söylemekte zorlanırsınız.

Aynı zamanda nasıl da sakin, duygusal çatışmalarını kendi içinde çözümlemeye çalışmayı öğrenmiş sanatçı bir halk!  Meydan okumayı seven "Müsavat Partisi" üslubu bir istisna mı diye düşünüyorum. Onlarda daha bir Tebrizli mizacı var: Açık sözlü, tok sesliler. Sosyalist rejiminin rahle-i tedrisatından geçmiş Azeri, kelimelerini içine gömmeyi ya da nağmelere dökmeyi öğrenmiştir. Azeri'nin vatan sevgisini Bahtiyar Vahapzade mısraları yanında en bariz bir şekilde şarkıları türküleri yansıtıyor. Kavgacı olmayan millet sosyalizm döneminde Sibirya sürgünü söylenceleriyle daha bir nahifleşmeye maruz bırakıldı, bana kalırsa.

Şehitler Hıyabanı'ndan aşağıya, deniz kenarına doğru inerken sağda çok güzel, yeşil bir park vardı, hemen altında Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık konutları görünürdü. Ben Bakü'den ayrılırken bu park onlarca villayı kapsayan bir proje için inşaata açıldı, yangından mal kaçırır gibi bir aceleyle. Bakü şehir olarak çok eski, dokusu oturmuş.  Sovyetler döneminde yapılmış beş katlı binalar eklektik üsluplarına karşılık geleneksel mimaride olduğu gibi ortasında avlu olacak şekilde planlanmışlar. Akşam saatlerinde apartman sakinleri avluya iner, kadınlar bir tarafta erkekler bir tarafta masalarda oturarak sohbet ederlerdi. Evler küçük olduğu için de düğün ve cenaze toplantıları avlularda gerçekleşirdi.

İçeri Şehir binaları Sovyet döneminin hantallaşmakta sınır tanımayacak konutlarını güzelliği ve uygun ölçüleriyle dengelemeye zorlamış gibi gelirdi bana, hemen yakınlardaki petro-kimya şehri Sumgayt'taki  "ucube" sosyal konutlar dikkate alındığında... Bu konu etrafında 1997'de İstanbul'da gerçekleşen Habitat toplantılarında bir tebliğ sunmuştum.

Bakü, benim şehirlerimden biri, dört yıl yaşadığım başkent. Bu yüzden gazetelerde "En yüksekten Azeriler bakacak" şeklinde manşetler okuduğumda, tedirgin oluyorum. 2013 yılı sonunda yapımına başlanacak ve ismi "Hazar Adası" olarak tasarlanan bina tam 1050 metre yüksekliğinde olacakmış. Dünyanın en yüksek gökdeleni halihazırda Dubai'deki 828 metrelik Burc Halife. Ancak yakın bir gelecekte bu rekoru başkent Bakü'ye yakın bir bölgede Burc Halife'den tam 222 metre daha uzun bir gökdelen inşa etmeyi planlayan Azeriler kırabilir. 2013 yılı sonunda inşasına başlanacak gökdelenin 6 yılda bitirilmesi hedefleniyor.

Baştan başa şantiye alanı olan Bakü, Dubai ile Viyana karışımı bir şehir haline gelirken,   kes-yapıştır şeklinde sürdürülen gökdelen merakıyla gökyüzüne doğru genişlemeye mi çalışıyor? "Azizenin Son Günü" isimli kitabımda yer alan hikayelerin kadim Bakü'ye bağlı kahramanlarını düşünüyorum. Sosyalizmi varlığını işçi sınıfına adamış olarak içselleştirmiş Azize, Nesimi ruh hali içinde bir Zaur, 12 Eylül kaçkını Kür Şad, Çeçen Patimat, Tebriz sürgünü Efser, en çok da Portakal Bahçesi Işığı'nın kahramanı Nahide'nin sürgün gittiği Sibirya'dan bir türlü dönemeyen Celil'i... Bana öyle geliyor ki aradan yıllar geçse bile Nahide onu İçeri Şehir'deki bir evde beklemeye devam ediyor. Şehir  kıyılarından ve semasından bastırmalarla dengesini yitirerek tanınmaz hale geldiğinde, Celil mucize eseri Sibirya'dan dönse bile Nahide'yi nerede arayıp bulacak...

Mesela "Yaralı Kür Şad" hikayesinin kahramanı kadim Bakû'nün labirenti andıran dar sokaklarını gezerken, Sa­rıyer evlerini çağrıştıran binaların cephelerinde gençlik ha­yallerinden izler aradı. Kervansaray kalıntılarını keşfederken baharat çuvallarından yükselen kokuları alır gibi oldu. Çerikli çürüklü ahşap kapılar karşısında kendinden geçti, al­çı sıvalı duvarlarda parmaklarını gezdirdi. Birisinden, bir şeylerden son anlarda, en kritik anlarda bir kurtuluş veya bir kurtarış umuduyla bırakılmış, ancak kendisinin fark edip okuyabileceği işaretler keşfetmek, gençlik yıllarının şiirleri marşları posterlerinden bir iz bulmak için bakındı karanlık pencerelere doğru.

Behbudof'un "ulduzlu" şehri,  anakronik ve kuşatılmış olduğunu hissettiren modaların, üslupların baskısını aşmak için aradığı uzamı coğrafyasında ve cemaatinde bulamayınca gökyüzünde yakalamaya çalışıyor, pek çok başkent gibi, Mekke ve Dubai kadar. Hazar Adası tamamlandığında, Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde inşa edilen 1000 metre yüksekliğindeki "Krallık Kulesi" nin de rekorunu elinden almış olacak.

Orası muhakkak, "Portakal Bahçesi Işığı"nın kahramanı Celil Sibirya'dan dönmesi beklenemeyecek kadar yaşlandı artık. Ben yine de gecenin bir vaktinde İçeri Şehir çevresinde şaşkın bir şekilde dolaşarak Nahide'yi ararken gözlerimin önünde canlandırıyorum onu. Parmaklarını gezdirdiği duvarlar camdan muhafazalarıyla Sibirya soğuklarını hatırlatıyorlar. Kapitalizmin sınır tanımayan yayılma gücü Sibirya sürgününün anlamlandırabileceği bir şey değil.

Çok da farklı olmayan kalkınma anlayışına karşılık sosyalizmin dokunamadığı İçeri Şehir, kapitalizmin yayılmacılığı karşısında kendini nereye kadar savunabilir? Celil, son anlarda bir kurtuluş veya bir kurtarış umuduyla bırakılmış, ancak kendisinin fark edip okuyabileceği işaretler keşfetmek  için bakınıyor neon ışıklarının derinleştirdiği pencerelere doğru. Müziğe tutunmaya çalışıyor, fakat Gence bağları kadar uzağında yıldızlar, bulunduğu yerde. Behbudof şarkısının aracılığı bir yere kadar; yıldızlara ayan olan yerin bin tezgâhı binbir tezgâha dönüşmüş. Aklına Politbüro mizansenleri düşünce tedirgin oluyor. Bütün bunlar yeni bir planın bir parçası olabilir, yine Sibirya yolu görünebilir bana, diye düşünürken, temellerde sömellerde gizlenmeye çalışan hayaletlerden birine dönüşüyor.

*BAKÜ'NÜN ULDUZLARI

Birbirine göz vurur Bakü'nün ulduzları
Yerde min (bin) besat (tezgâh) görür Bakü'nün ulduzları
Yollar nurla boyanır ışıklıdır suları
Buruklardan (kıvrımlardan) boylanır Bakü'nün ulduzları
Saadet ulduzudur Bakü'nün ulduzları...