Geçtiğimiz günlerde Reuters'ın servis ettiği iki fotoğrafa gözüm takıldı. Irak'tan hergün yüzlercesi geçilen alışıldık karelerden iki kareydi aslında... Pazar yerinde patlayan bomba yüklü bir aracın geride bıraktığı drama ilişkindi. Bir çığlık, bir isyandı o fotoğraflar. Sözün bittiği yer diyorlar ya; o fotoğraflar da bütün anlamların yitip gittiği sonsuz bir hiçlikti. Siyahlara bürünmüş bir anne iki eliyle başına vururken kadraja girmişti. Gözlerinde tanımlamakta güçlük çektiğim bir anlam vardı; ne acıydı, ne öfke, ne de keder... Başka birşeydi. Başka bir karede de ellerini açmış semaya bakıyordu. Ağzını kapamış, bakıyordu sadece... Belli ki gözleriyle söylüyordu ne söyleyecekse! Bazen Allah'tan dua istemenin artık çare olmadığını düşündüğünüz anlar var ya... Ne zamandır olmasın dediğiniz herşey, olmuş bitmiştir artık. Geriye düşünecek tek şey kalmıştır sizin için. "Beni neden bıraktın bu acılarla başbaşa!" İnsanın o kadar zor bir durumda, ellerini açıp Allah'a, birşey söyleyemeden sadece bakakalması... Soğuk ve küskün bir bakışla semaya dönen o kadın o an ne düşünüyordu acaba? Söylemeye artık gerek duymadığı o şey neydi? Hiçbirimiz bilemeyiz bunu. Ne onu ne de hissettiği o acıyı. Savaş başladığından beri Irak'ta binlerce masum insan öldürüldü. Binlercesi yaralandı, sakat kaldı; ölümden beter oldu. Geride sağ kalanlar da, ölüp gidenlerin acılarıyla başbaşa kaldı. Ne bayramlar, ne doğum günleri... Ne evlilik yıldönümleri, ne ilk buluşma tarihleri kaynadı gitti arada, kim bilir? Geçtiğimiz günlerde bir Iraklı, şunları söylüyordu kameralara: "Sanki bu savaş, bu acılar ezelden beri varmış gibi... Mutlu olduğumuz bütün geçmişimizi unuttuk!" Yezit'lerin, Cengiz Han'ların ölüm, acı ve keder ektiği bu topraklara aynı tohumları şimdi de Bush ekiyor işte. Çekip gitmeye de pek niyetli değil. Oraya iyice yerleşip aynı acıyı İran'a ve Suriye'ye de ihraç etme derdinde. Hergün ölen yüzlerce insanın onlar için hiçbir anlamı yok. Çünkü hiçbir ölüm, onların gözünü diktiği petrole birşey yapmıyor. Yakın dönemde Türkiye'de de gösterime giren bir film vardı, başrolünde Leonardo Di Caprio, Chris Astoyan, Jennifer Connely ve Djimon Hounsou'ın olduğu. Güney Afrika'daki yoksul ülkelerden biri olan Sierra Leone'de yapılan elmas kaçakçılığını konu alan çarpıcı bir filmdi. Adı: Kanlı Elmas. İç savaşın kasıp kavurduğu bu ülkede siyahi oyuncunun (Djimon Hounson) kurşunlardan kaçıp giderken karşılaştığı bir köylüyle aralarında geçen diyalog çok çarpıcıydı. Diyordu ki o köylü, "İyi ki sadece elmas var bu ülkede. Eğer petrol de olsaydı o zaman daha beter savaşlar çıkardı" Bağdat'ın en büyük talihsizliği petrolle ödüllendirilmiş olmasıdır. Sadece orası mı? Afganistan, Çeçenistan, Somali ve diğer ülkelerde de benzer durumdan dolayı savaşlar çıkarılmadı mı? ABD, petrolünü almaya gittiği her yere aynı vasıtaya, demokrasi tankına binip gidiyor. Irak'a giderken de öyle gitti. Ve sanki ezelden beri hep öyleymiş, hep acı, gözyaşı ve ölüm varmış hissini uyandıran cehennem günleri başlamış oldu burada. Oysa öyle miydi hep? Değildi elbette. Cennet çiçeklerini de tanıdı bu topraklar. İnsanoğlu, yeryüzü cennetini kurma düşünü bu topraklarda gerçekleştirmeye çalıştı ilk. Babil'in Asma Bahçeleri o nedenle yapılmadı mı? Bağdat, yıldızların en iyi izlendiği yerdi. Hava kararınca gökyüzü krallığının ışıkları yanardı Bağdat'ın üzerinde. Sazendeler kurulur, en güzel aşk şarkılarını çalarlardı. Yıldızlar raks ederdi. O yıldızlara ulaşma arzusuydu, Zigguratları diktiren. Şimdi o göklerden ölüm yağıyor Bağdat'ın üzerine... Yıldızlar yalnız bıraktı Irak'ı. Cennet olarak düşünülen Bağdat cehenneme dönüştü. Babil'de ölüm var. O iki fotoğraf hâlâ gözlerimin önünde. Göğüs kafesimin içinde derin bir acı. Söyleyemediklerimi iyi ifade eden bir şiir var sizinle paylaşmak istediğim. Savaş patladıktan sonra internet üzerinden yedi kıtaya ulaştırıldı bu şiir. Kim tarafından yazıldığı belli değil. Ama önemli mi ki? Merhamet hür DünyayaBu kadar mı IRAK'tı? Ben Basralı Ömer, Belki haberin yoktur diye yazıyorum Mr. Franks. Önce demokrasi yağdı göklerimizden, Sonra özgürlük geçti üstümüzden Palet palet. Ve insan hakları Namlularından Saniyede bilmem kaç adet. Demokrasi bizim eve de isabet etti Bir gün sonra anladım koptuğunu ayaklarımın. Tam onsekiz adet insan hakları saymışlar, Vücudunda babamın. Annem yoktu zaten Ben doğarken ilaç yokluğundan ölmüş Ambargo falan dediler ya anlamadım Çocuk aklı işte Oluşmadan sökülmüş. Sizde de barış böyle midir Mr. Franks? İnsan hakları çocukları yetim Ve ayaksız bırakır mı orda da? Düşer mi ayın kan gölüne aksi Güpegündüz düşer mi pazar yerine demokrasi? Zenginlik,insanları korkudan uykusuz bırakır Kuşlar gökyüzünü terk eder mi orda da? Babamla mırıldandığım son dua dilimde, Ayaklarım hastanede, Ve giymeye kıyamadığım pabuçlar kaldı elimde. Çocukların var mı Mr. Franks? Al, oğluna götür onları bari işe yarasın Kim bilir belki baktıkça Bazen beni hatırlarsın. Bu nasıl demokrasi Mr. Franks? Düştüğü yeri yaktı Merhamet hür Dünyaya, Bu kadar mı IRAK'tı?"