Cuma günü Sabancı Üniversitesinde '2006-2007 akademik yılı kapanış konferansı'nı verdim. Gerçek bir üniversitenin pırıl pırıl mezunlarının davetlisi olarak katıldığım bu etkinlik benim için bir ödül işlevi gördü, beni mutlu kıldı.

Uzun konuşmamdan özet olarak bazı pasajları aktararak sizlere o 'dersin' havasını aktarıyorum: Eşitliğin zedelendiği durumlarda kaçınılmaz olarak haksızlık da doğar. Kendini daha üstün sayan kendisi için ayrı haklar ister. Demokratik olamayan toplumlarda temel sorun da bu değil midir? Dünyaya hakim olmaya hak kazandığını inanan bir insandan nasıl bir davranış bekleriz? Herhalde daha aşağı saydığına kıyasla kendine haklar yakıştıracaktır. En azından 'daha aşağı' kimselere haksızlık edildiğinde sesini çıkarmayacaktır; çünkü bu davranışta 'anlaşılır' bir yan görecektir: Biz 'onlar' gibi değiliz!

Ayrımcılığın aynı zamanda bir kimlik ilanı olduğu da açıktır. Çevremizdeki insanları sınıflandırırken otomatik olarak kendimize de bir mekan sağlarız. 'Onlar' ve 'bizler' ayrımı yalnız onları belirlemez temelde bizleri belirler. Onları marjinalleştirmeye koyulurken kendimizi merkeze çekiyoruz. Bu dışlayıcı kimlik kavgasında doğal olarak hepimiz zararlı çıkıyoruz. Mevlana da tam da bu ayrımcılık konusunda panzehir olarak anımsatılır: 'Gel, gel, ne olursan ol yine gel / İster kafir, ister Mecusi, / İster puta tapan ol yine gel / Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir.' Mevlana'nın kafasında sanki farklı kategoriler var. Normal insanlar, bir de genel olarak dışlananlar. Onlar bile gelebilir diyor dergahımıza. Döneminde bu insanlara karşı bir ayrımcılığın olduğu kesin.

Bilinçaltı ve diyalog gereği

Mevlana, 'ümit dergahımıza gel' derken ne demek istiyor? Katıl ve bizim gibi ol demek istiyor olmasın? Eski kimliğini terk et de gel mi diyor? Gel dediği insanları, oldukları gibi kabul ediyor mu? Yani kafir, Mecusi ve puta tapan dergahta bu kimliğiyle mi kalacak? Söz konusu 'ümit' insanların bir araya gelmesi ve böyle yaşamasında mı, yoksa değişip dergaha uymasında mı? 'Bilinç altına işlemiş ayrımcılık' dediğimizde bu tür dolaylı düşünceleri, sorumları ve soruları kastediyoruz. Ayrımcılığın karşıtı ötekini olduğu gibi ve değiştirmek istemeden kabul edebilmektir herhalde. Kimi etnik grupların adlarını söyleyip 'onlar da vatandaşımızdır' denir. Normal vatandaş sayılsalar zaten bu sözü etmenin gereği de kalmazdı. Hiç 'kısa boylular da, kırk yaşının üstündekiler de, Beşiktaşlılar da, gözlük takanlar da vatandaşımızdır' der miyiz? Demeyiz çünkü bu konuda sorun yoktur, şüphe yoktur, bu konuda bir konsensüs zaten vardır. Bir şeyi vurguluyorsak birileri karşı çıktığındandır. Hatta kendimizi de bu alanda inandırmaya çalışıyor olabiliriz. Ayrımcılığın bu bilinç dışı yanına vurgu yapmak istiyorum. Çünkü ayrımcılığın bu yanıdır önemli ve zararlı olan. Hiç kimse kendi ayrımcı yanını ve önyargısını göremez. Tanım gereği önyargı görülmeyendir. Şimdiye kadar kurulmamış ve herhalde hiç kurulmayacak cümle 'benim bir önyargım vardır' cümlesidir. Çünkü fark edilen önyargı o an yok olur, artık yoktur. Çünkü insan kendi bağnazlığını, çelişkilerini, tarafsız olmayan görüşlerini bilemez ki! Görse zaten anında yok olurlar. Her birimiz önyargılarımızı 'yargı' gibi, 'bilgi' gibi görürüz, öyle algılarız. Ancak bizim 'bilgimiz' karşı tarafa 'önyargı' olarak yansır.

Yani çatışmalarda ve öteki ile ilgili yargılarda karşı taraf ile temas kurmak, bir diyalog başlatmak, görüş alışverişinde bulunmak şarttır. Karşı tarafı ayrımcılık yapıp dışlarsanız bir 'gerçeğe' varma kapılarını da kapamış olursunuz. Kendi düşüncelerinizin 'karşı taraftan' nasıl algılandığını, neye benzediğini, ne denli geçerli olduğunu hiç öğrenemeyeceksiniz. Bu önyargılar alanında başka mekanizmalar da yürürlükte olabilir. Temel paradigmayı korumak için ek ve yardımcı kuramsal yöntemler oluşturulur. Komplo teorileri güzel bir örnektir: Hep bir başkaları dümenler çevirir, biz de kurban durumunda kalırız. İç ve dış düşmanlardır bunlar. İklimi değiştiren de onlardır, iç huzursuzluğun sorumluları da. Eskiden bu rolü iç ve dış komünistler üstlenmişti. Şimdi farklı etnik kökenliler ve farklı inançtan ötekilerdir her olumsuzluğun nedeni.

Ayrımcılık, sağlığımızı derinden bozuyor

Ayrımcılığa etik nedenlerle karşı çıkarız ama bunu yapmak çıkarımızadır da. İnsanları stereotipler olarak gruplara ayırıp onları karşımıza aldığımızda kendimiz de bir grup olarak onların karşısında ayrı düşeriz. Onları ayırdıkça biz de ayrı kalırız. Onları dışladığımızda biz de dışlanırız. Ötekini dışlayan çevresinden kopar, yalnızlığa itilir. Dar çevresinde çoğunluktur ama dünyada gittikçe yalnız kalır, yabancılaşır. Azınlıkları yok etmiş toplumlar zamanla yalnızlıklarını hissetmeye başlarlar. Bir antropoloğun insanları iki büyük gruba ayırdığını okumuştum. Yerel tipler ve kozmopolit olanlar. Bu kozmopolit kelimesinin Türkiye söyleminde olumsuz bir anlam taşıdığını biliyorum. Ama bu da sorunun bir yanıdır. Olaya dünya açısından bakınca yerellik bir tür taşralık anlamı taşır. Yani bu insanlar kendilerini marjinalleştirmişlerdir. Kozmopolit olma ise öteki ile iletişim kurma olarak algılanıyor bu antropolog tarafından. Böyle insanlar farklı kültürlere ve dünyalara açılmaya yatkındırlar. Bu durum da onlara bir kültür zenginliği sağlamaktadır. Kendi kimliğini kaybetmeden yeni deneyimler ve tatlar kazanmaktadır. Yerel olanlar bunu ne yapabiliyorlar ve ne de yapmak istiyorlar. Bu durumdan kimlerin kazançlı çıktığı açıktır. Yereller bir tür özürlüler gibi bazı alanlara uzanamıyor ve bazı tepelere tırmanamıyorlar.

Günümüzün uygarlığı uluslararası bir kültürdür. Çevresini ötekileştirenler içe kapanmaktadırlar. Kültürel olarak yoksul kalmaktadırlar. Ayrımcılık bu yüzden yalnız ayrımcılığa uğrayanı ezmez, uygulayanı da yoksullaştırır, dünya kültürü dışına iter, kısaca zarar verir. Yerelliği seçenler paranoyayı anımsatan belirtiler sergiler. Güvensizdirler. Kuşkuludurlar. Kimilerini sürekli tehlikede görürler. Komplo teorilerine yatkındırlar. Komplo teorilerine karşı çıkanları da yeniden komplo teorileriyle açıklarlar. 'Bize haksız olarak komplo teorileri oluşturduğumuzu söylerler ama şu şu şu olay komplo mu?' diye yeniden komplo senaryoları oluştururlar. Etnik ve ideolojik ayrımcılık iki türlü tanımlanabilir. Birincisi iki etnik grubun kavgası olarak. Bu klasik etnik gruplar kavgasıdır. Ama ideolojik karşıtlığın farklı bir biçimi de var. Etnik bir grup ideolojik kavgasını yürütür ama karşı taraf ulusal paradigmaya karşı çıkar. Bu durumda tarafların biri etnik kavgaları reddeden bir konumdadır. Bu insanların örneklerini dünyanın her yerinde bulabilirsiniz. Yani kendi ülkelerinde sayıca az görünseler de dünya çapında pek çokturlar. Belki kendi ülkelerindeki 'çoğunluktan' da çok. Bu insanlara ulusçu olmayan, enternasyonalist, evrensel, üniversal, ekümenik, hümanist, insancıl da diyebiliriz. Ülkelerinde azınlıkta da olsalar, dünya çapında pek çokturlar - ülke nüfusundan da çok. 
 
Kaynak: Zaman