İskoçya'nın Birleşik Krallık'tan, daha anlaşılır ifadeyle İngiltere'den ayrılıp ayrılmayacağına karar verecek olan oylamanın sonucu kadar bizzat oylamanın kendisi önemli sonuçlara gebe. Bir zamanlar 'üzerinde güneş batmayan' imparatorluğun sığdığı adeta bir balıkçı adasını çağrıştıran Britanya'nın parçalanması, Avrupa aydınlanmasından bugüne gelen tarih çizgisinin düşüş noktası olarak da okunabilir.

İskoçların İngilizlerle birlikteliği, aynı zamanda Britanya İmparatorluğu'nun, aydınlanmanın, sanayi devriminin, ve Anglosakson düşüncesini birlikte yoğurdukları müşterek hafızanın tarihidir. Bu denli iç içe geçmişlikle kalmayan sonuçları itibariyle son iki yüz yıllık dünya tarihinin önemli kısmını şu ya da bu şekilde etkilemiş bir siyasal, toplumsal ve de entelektüel birliğin büyüsünün bozulmuş olmasından söz ediyoruz.

İskoçya'nın ayrılık macerası, modern milliyetçiliğin ve onun başta bizim coğrafyamız olmak üzere dünyaya pahalıya mal olan hikayesinin son kapanış sayfasıdır belki de. Aslında modern milliyetçiliğin Avrupa'nın başına ve dolayısıyla dünyaya ne tür belalar sardığına yakın tarih yeterince tanıklık ediyor. Modern milliyetçiliğin faşizmi doğurması gibi kanlı sonuçlarından başka bizi ilgilendiren yanıyla, Osmanlı'nın parçalanış hikayesi milliyetçilik olmadan açıklanamaz.

Edinburgh Kalesi'ndeki 'vatan müdafaasında ölen' İskoçların kayıtlı olduğu defterleri incelediğimde emperyal anlamda milliyetçiliğin anlamını yeniden düşündüğümü hatırlıyorum. Zira Birinci Dünya Savaşı sırasında ölen askerlerin büyük kısmının ölüm yeri olarak Gelibolu, Filistin, Bağdat gibi bizim çoktan unuttuğumuz coğrafyalar yazıyordu. Yoğunluğu farklı da olsa Fransız milliyetçiliği gibi Alman ve İngiliz milliyetçilikleri de emperyalizm (sömürgecilik) çağının en belirleyici akımlarındandır. Ve ilginç bir biçimde sömürge imparatorluklarının itici gücü, sosyal çimentosu işlevi gören milliyetçilik özellikle Osmanlı için tam anlamıyla parçalayıcı bir işlev gördü.

Emperyal projeler için özellikle Osmanlı tebası arasında etnik milliyetçilikler özendirildi, tahrik edildi. Bu hamasi milliyetçilikler sömürge siyasetinin yeni ulus devletlerin ayaklarına bağladığı prangaya dönüşecektir.

Burada parçalayıcı, yıkıcı bir akım olarak nevzuhur modern milliyetçiliğin Osmanlı bağlamında özel durumu şudur; büyük imparatorluklarda milliyetçilik ilk önce hakim unsurlar arasında gelişmiş ve bu fikir etrafında ulus inşasına gidilmiştir. Yani Fransa İmparatorluğu'nda azınlıklar değil hakim unsur milliyetçiliği söz konusudur. Böylelikle kalan etnik farklılıkları Fransızlaştıran bir asimilasyon süreci devreye girmiştir. Avrupa'nın birçok ülkesinde üst kimlik olarak etnik aidiyetin yaklaşık benzer süreçler sonucu şekillendiği bir realite.

Ne var ki bu proje bizim için parçalayıcı işlev gördü. Öncelikle gayrı-müslim azınlıklarda, başlayarak daha sonra Müslüman ve hakim unsurlar arasında milliyetçilik düşüncesinin geliştiği söylenebilir. Hakim unsur olarak Müslümanlar arası milliyetçilik geç geliştiği gibi Türk milliyetçiliği de son kertede başımıza sarılan bir hastalık olarak ortaya çıktı.

İskoç milliyetçiliğinin ayrılıkçı dalga olarak Britanya kıyılarına vurmaya başlaması bu açıdan tarihsel döngünün bir tür tamamlaması gibidir. Bir dönem dünya üzerinde entrikalarla emperyal gücünü koruyan İngiliz siyasi aklının kendi evini dizayn etmekte aciz kalışıdır bu yaşanmakta olan süreç. Ortadoğu'yu parçalayıcı bir unsur olarak teşvik ettiği bir ideolojik akım nihayet kendi kıyılarına dayandı.

Diğer taraftan olay Avrupa Birliği formülasyonu içinde okunduğu vakit farklı bir kimliğin bu mikro milliyetçilikle paralel işlediğini görürüz. Bir Roma İmparatorluğu ideali olarak AB; Ortadoğu özelinde mevcut ulus devletleri parçalayan mikro milliyetçiliklerin aksine üst kimlik olarak sınırları kaldırmayı hedefleyen bir proje. Tam bu noktada bir paradoks gibi duran husus; İskoç milliyetçiliği gibi etnik ve bölgesel milliyetçiliklerin hareketlenmesini cesaretlendiren de AB üst kimliğidir. İspanya'dan İtalya'ya kadar uzanan pek çok iri ülkede benzer ayrışma temayülleri bundan sonra daha çok su yüzüne çıkacaktır. Bir yanda birleştirici gibi duran AB, diğer tarafta bölgelere ayrışan yeni dalga mikro milliyetçilikler. Avrupa'nın çelişkisiyle çözüm üretme yeteneği bakalım bu süreçte işe yarayacak mı? <<<DEVAMI>>>