Lehman Brothers’ın iki yıl önceki çöküşünü izleyen kaos, ABD ve Avrupa’daki finansal sistemlere benzer şiddette birer darbe indirdi. Fakat sonuçlar simetrik değildi. ABD’de, kısmen şeffaflık konusundaki katı zorunluluklar nedeniyle, bir dizi finans kuruluşu ortadan kayboldu. Bu da finansal tablonun hızla yeniden yapılandırılmasına yol açtı. 2009’un ilkbaharında, kamusal ‘stres testleri’ daha zayıf bankaları sermaye artırmak zorunda bıraktı ve sistemin merkezindeki kurumlar yatırımcının güvenini yeniden kazanmaya başladı. ABD önemli ekonomik ve toplumsal meydan okumalarla yüz yüze, fakat finansal krizi bir yıldan uzun süre önce bitmiş görünüyor.
ABD’nin aksine, AB bu meydan okumaya bir dizi boş beklentiyle karşılık verdi. Avrupa bankaları ilk başta, ABD’deki stres testlerinin başlattığı güven dalgasından yararlanabilecek gibi görünüyordu. Hisse senedi fiyatları yükseldi ve bazı bankalar özkaynaklarını önemli oranda artırmak için bu durumdan yararlandı. Fakat bunlar genellikle daha güçlü olan bankalardı, sermayeye en çok ihtiyaç duyan, zarar görmüş kurumlar değildi. Avrupalı denetçiler Eylül 2009’da kendi stres testlerini yaptı, fakat sonuçların neredeyse hiçbirinin kamuoyuna açıklanmaması nedeniyle bu testler pek etki yaratmadı.
Alarmı Yunanistan çaldı
Yunanistan’ın krizi 2010 başında patlak verdiğinde, Avrupa bankalarının kırılganlığını saklamak da imkânsızlaştı. Politika yapıcılar zamanla, bankacılık sistemlerinin Atina’nın borcunu ödeyememesinin etkilerine karşı koyamayacak kadar zayıf olduğunun farkına vardı. Bu durumun, Yunan devletini kurtarma kararının ve euro bölgesi ülkeleri için büyük bir fon yaratma aracının kurulmasının ana nedenlerinden biri olduğu artık yaygın kabul görüyor.
Avrupa liderleri Haziran 2010’da, bir sonraki stres testlerinin sonuçlarını açıklamayı kabul etti. 23 Temmuz’da yayımlanan veriler şu ilerlemeleri gösteriyordu: Süreci koordine eden Londra merkezli kadro, 91 bankanın neredeyse hepsini ülke risklerinin ayrıntılarını yayımlamaya ikna edebildi ve İspanya gönüllü olarak ilave şeffaflık sağladı. Bir kez daha işler yoluna giriyor gibi görünüyordu ve piyasaların ilk tepkisi dikkatli ama olumluydu. Fakat ciddi sorunlar hızla görünür hale geldi. Durumu olduğundan iyi göstermek isteyebilecek ulusal yetkililerin takdirine bırakılan veriler denetlenmedi. Sermaye gücü için tercih edilen ölçüt, yani özsermaye, kuşkuluydu. Bu ölçütün temelini oluşturan kâr öngörülerinin bazıları fazlasıyla iyimserdi. İspanya haricinde, ulusal riskler dışındaki belirli riskler rapor edilmemişti. Stres testlerinin, sistemin yapısını yeniden düzenlemek için 3.5 milyar euronun yeterli olacağına dair sonuçları akla yatkın değildi.
İrlanda şaka gibi
Sonraki gelişmeler güveni iyice zedeledi. Wall Street Journal 7 Eylül’de, stres testlerinin sonuçlarıyla, Basel’daki Uluslararası Ödeme Bankası’nın bu testleri uygulayan aynı ulusal yetkililerden aldığı verilere dayanarak yayımladığı ülke riskleri arasındaki ciddi tutarsızlıklara işaret ediyordu. Politika yapıcılar bu farklara teknik sebeplerin yol açtığını savundu, fakat yatırımcıları temin edecek bir açıklama getiremediler. Bundan birkaç hafta sonra da temmuzdaki stres testini başarıyla geçen İrlanda bankaları için çıkarılan milyarlarca euroluk kurtarma paketi, bütün süreci bir şakaya dönüştürdü.
En önemlisi, stres testleri sorunlu bankaların ihtiyaç duyduğu sermaye artırımını ve yeniden yapılanmayı tetikleyemedi. Tıpkı 2009’daki gibi, Deutsche Bank veya Standard Chartered gibi kısa süre önce yeni özsermaye yaratan bankalar güçlüler arasındaydı. Almanya’da devlet kontrolündeki bazı bankaların hayatta kalamaz durumda olduğu düşünülüyor, fakat bunların yeniden yapılanma süreçlerinde ilerleme kaydedilmiyor. Avrupa Merkez Bankası yönetim kurulu üyelerinden Jürgen Stark bir süre önce, Almanya’nın daha büyük olan tasarruf bankaları sektörünün sermaye yetersizliğinden mustarip olduğunu savundu. İspanya’da merkez bankası bazı tasarruf bankalarını birleştirdi, fakat bu yeni kuruluşların yeteri kadar güçlü olup olmadığı hâlâ açık değil. Bazı ülkelerde, yetkililer görünüşe göre hâlâ sorunları çözmek yerine kötü haberleri saklamayı amaçlıyor.
Siyasi irade yok
Bu felç halinin muhtemel sonucu, Japonya’nın ‘kayıp on yılı’ndaki gibi büyümede yavaşlama olacaktır. Dahası, ulusal düzeyde daha fazla karmaşa yaşanırsa, AB kendisini, ilkbahardaki kırılgan durumunun aynısıyla karşı karşıya bulabilir. İhtiyaç duyulan şey hâlâ aynı: Avrupa’nın en önemli finans kurumları arasındaki sermaye farklarını güvenilir biçimde belirleyecek ve yeterli sermaye artırımıyla yeniden yapılandırmayı sağlayacak bir triyaj süreci. 2011’de kurulacak Avrupa Bankacılık Kurulu, merkezi bir değerlendirme süreci için muhtemel bir temel oluşturuyor. Fakat bu yeterli değil. Bu soruna bulunacak bir çözüm, bugüne dek özellikle de en büyük euro bölgesi ülkelerinde görülmeyen bir düzeyde farkındalık ve siyasi irade içermeli.
(Brüksel merkezli düşünce kuruluşu Bruegel’in kıdemli üyesi, Washington’daki Peterson Uluslararası Ekonomi Kurumu’nda ziyaretçi akademisyen Radikal'e özel)
Kaynak: Radikal