Sıkıcı bir Avrupa seçiminde heyecanı yükseltmenin en iyi yolu nedir? Türkiye'yi kullanın. Son haftalarda AB üyeleri arasında Avrupa'ya dair yapılan her tartışmadaki baskın konu Ankara'nın muhtemel (olmayan) AB üyeliğiydi.
Almanya'da, Bavyera'nın Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi bira çadırlarında 'Türkiye'ye açıkça hayır' mesajını verdi; Avusturya'da sağcı Özgürlük Partisi 'Avrupa Hıristiyan'dır' sloganın yazılı olduğu posterler bastırdı; ve Hollanda'da Geert Wilders cami inşaatlarının kalıcı olarak durdurulmasını talep edip, Avrupa'nın 'felaket getirecek şekilde İslamileşmesi'nin tehlikelerine karşı uyarıda bulundu. Yeni Avrupa Parlamentosu'nda Türkiye'nin katılımına kuşkuyla bakanların veya karşı çıkanların sayısını gözle görülür şekilde artıran tek şey de Wilders'in seçim başarısı değil.
'İç rapor'da ağır eleştiriler var
Bu soruyu sokaktaki sıradan Avrupalılara sorarsanız bu yönde yanıt alırsınız: AB vatandaşlarının sadece üçte biri Türkiye'nin üye olmasını istiyor. 27 üyenin sadece dördünde -Romanya, Bulgaristan, Portekiz ve İsveç- çoğunluk bu üyelikten yana. Almanya'da nüfusun sadece yüzde 17.1'i bu adımı onaylarken, Avusturya'da oran ancak yüzde 5.6. Türkiye'nin entegrasyonuna yönelik siyasi vizyon, uzun süredir Avrupalıların çoğunu heyecanlandıran bir konu olmaktan çıkmış durumda. Avrupalıların kafasındaki Türkiye imajı bir fırsat duygusuyla değil, kaygılarla tanımlanıyor: Göçmenlere, hayat tarzları karşı tehditlere ve İslam'a yönelik kaygılar.
Bu, her seçim kampanyası açısından hediye olarak görülür. Ve Türkiye için AB'ye tam üyelik her durumda çok uzak bir geleceğe ertelenmiş durumda. Türkiye'nin son 10 yıldır aday ülke olmasına ve dört yıldır da Brüksel'le tam üyeliği müzakere etmesine rağmen, bir uzlaşmaya yönelik sinyaller çok seyrek. Komisyon için hazırlanan bir 'iç' rapora göre, Türkiye geçen yıl yalnızca 'sınırlı ilerleme' kaydetti; rapor Ankara'nın bazı kararlarının kesinlikle kabul edilemez olduğunu da belirtiyor. Türkiye'nin ifade özgürlüğü, insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanlarındaki reformları ağırdan alması da eleştirilmişti. Fakat Ankara'nın AB üyesi olan Kıbrıs'ı tanımayı ve Brüksel'le arasındaki anlaşmaları tüm yeni üyeleri kapsayacak şekilde uygulamayı reddetmesi atmosferi bozmuştu. Almanya ve Fransa gibi önemli üyeler istedikleri yoldan gidebilse, Türkiye'nin külfetli üyelik projesine en kısa sürede son verilir ve yerine 'imtiyazlı ortaklık' denilen teselli mükafatı konulur.
Sorun şu ki, bu öneri Türkiye'de pek iyi karşılanmadı. Yeni Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu kısa süre önce, ülkesi için AB'ye tam üyeliğin hiçbir alternatifi olmadığını söyledi. Mesaj şu: Ya doğru düzgün üye oluruz, ya da hiç yokuz. İkinci senaryonun gerçekleşmesini uyarı olarak gören tek taraf da Türkler değil: Avrupa'da da pekçokları Türkiye'nin Batı'yla bağlantısı kaybedilirse ne olacağından endişeli; böyle bir durum AB'nin siyasi istikrarı, askeri güvenilği ve enerji tedarikinin güvenliği açısından hayal edilemez sonuçlar yaratabilir.
Doğu'ya yönelmesi ikilem
AB'yle Ankara arasındaki artan yabancılaşma Avrupalıları stratejik bir ikilemle karşı karşıya getiriyor: Avrupalılar Türkiye'nin katılımına daha sert karşı çıktıkça, Ankara Arap ve İslam dünyasındaki, Kafkaslar'daki ve Orta Asya'daki komşularına daha fazla yoğun-laşıyor. Bu da karşılığında Türkiye'yi Avrupa için daha da değerli kılıyor.
Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan geçmişte, ülkesinin Avrupa'ya karşı sahip olduğu 'alternatifler'e dair ipuçları vermişti. Ve kısa süre önce bunların neler olabileceğine açıklık getirdi. Başbakan sadece Rusya'yla Gürcisten, İsraillilerle Filistinliler ve Suriyelilerle İsrailliler arasında arabuluculuk rolünü üstlenmekle kalmadı; aynı zamanda, Batı'nın 'parya' olarak damgaladığı Hamas ve Hizbullah'la iletişime geçmekten de çekinmedi. Erdoğan'ın Gazze savaşı sırasında Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek gibi Ortadoğu'nun bazı eski tecrübeli kişiliklerinden daha fazla şey başardığı söyleniyor.
Birçok soru yanıtsız
Türk dış politikasındaki bu yeni 'çok boyutlu' odak hem eleştirenler hem de destekleyenler tarafından sık sık 'Yeni Osmanlıcılık' olarak tanımlandı. Türkiye bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu'nun nüfuz alanı olan yerlerde bölgesel güç rolünü üstlenirken, 'Yeni Osmanlıcılık' yeni bir kendine güvene işaret ediyor. Bu yeni düşüncenin taraftarları, Soğuk Savaş'taki gibi Batı'ya yönelik tek taraflı bir odaklanmanın, Türkiye gibi coğrafi ve kültürel açıdan çeşitlilik sahibi bir ülke için sağlıksız olduğunu savunuyorlar. NATO'daki tek Müslüman ülkenin böylece Batı'dan uzaklaştığı mı, yoksa İslam dünyasına doğru gerçek köprüler mi inşa etmekte olduğu sorusunun yanıtı belirsiz. AB gerçekte Türkiye'nin sorunlu devletlerle diyalog kurma istekliliğinden yarar sağlayabilir mi?
Ve Rus, Hazar, Irak ve İran petrolü ve doğalgazının enerjiye aç Avrupa'ya doğru kısa süre içinde akacağı güvenilir bir Türk enerji koridoru ihtimali ne kadar kesin?
Şizofrenik bir bakış açısı hâkim
Bu bağlamda kilit önemdeki soru, Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkanlar üstün gelirse ve müzakereler gerçekten de kesilirse, bu ülkenin nasıl iyi bir ruh hali içinde tutulacağıyla ilgili. Bir diğer soru da, Avrupa ve Türkiye'nin şimdiden birbirlerinden ne kadar uzaklaşmış olduğuna ilişkin. Yeni bir ankete göre, AB'nin Türkler arasındaki popülerliği yeniden arttı ve nüfusun yüzde 57'si katılımı destekliyor (bir buçuk yıl önce bu oran sadece yüzde 30'du). Fakat aynı zamanda ankete katılanların çoğu birliğin asıl amacının ülkeyi bölmek, nihai amacının da Hristiyanlığı yaymak olduğuna inanıyor. Buna en hafif tabiriyle şizofrenik denilebilir. Fakat Avrupalılarla Türkler arasındaki ilişkinin zor psikolojisi hakkında da tonla şey ifade ediyor. Türkler Avrupa'da istenmediklerini keşfedeli çok oldu. Brüksel'in yavaşlatma taktiklerinin yarattığı acının sonucunda, Boğaz'da bir tür cüretkâr gurur kendisini hissettiriyor. 'Avrupa bizi almasa da biz geri döndük' gibi bir hissiyat söz konusu.
Ülkenin kendine duyduğu güven, ABD Başkanı Barack Obama'nın nisandaki ziyareti sırasında yaptığı yorumlardan da zarar görmedi; Obama Türkiye'yi 'İslam dünyasıyla Batı arasında köprü' ve 'güçlü, laik bir demokrasi' olarak övdü. Başkan, Ankara'nın tanınmaya aç olduğunu hissetti ve Türklere, tam da Avrupalılar-dan istedikleri şeyi verdi.
(Daniel Steinvorth : AB'nin Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü'nün internet sitesinden alınmıştır, Der Spiegel'in İstanbul muhabiri, Haziran 2009)
Kaynak: Radikla