Türkiye'de reformcuların devletle mücadelesinde önemli bir rol değişikliği yaşandı: Jön Türk ideolojisini sürdürenler, 'reformcu İslamcılara' karşı 'gericiliği' temsil eder oldu. AB üyeliğini İslamcı bir parti gerçekleştirecekse, Atatürk gibi büyük stratejistler de bu partiyi desteklerdi

Türkiye'yi gözlemlerken, reformcular ve devlet arasındaki savaşın, değişen cepheler ve farklı liderler boyunca yüzyılı aşkın süredir var olduğunu hatırlamak önemli. Din, bu mücadelede merkezde, ancak tek etmen değil. Jön Türkler'in, can çekişen rejime karşı modernleştirici Kemal Atatürk'ün zaferi ve laik cumhuriyetin kurulmasıyla sonuçlanan ayaklanmaları 1908'de başladı. Bunun öncesinde, imparatorluk sık sık modernite yanlılarıyla, bugünün deyimiyle sertlik yanlısı milliyetçilerin arasındaki büyük mücadelelere sahne oldu.

Korku söylemi MHP'ye yaradı

Şimdi tarihin ironik bir biçimde değişmesi söz konusu: Jön Türkler'in ideolojilerini sürdüren torunları, şimdi ayaklanan 'reformcu İslamcılara' karşı gerici bir yapılanmayı ya da 'derin devleti' temsil ediyor. Sanki oyuncuların kostümlerini birbirleriyle değiştirdiği ve aynı oyunu gerekli değişikliklerle tekrar oynadıkları bir piyes gibi...

Bütün bunlar, bir ülkede siyasetin dahili gelişimi ve dış faktörleden nasıl etkilendiğini -ki bu örnekte konu esasen AB'ye katılma çabası- görmek açısından bir sınav niteliği taşıyor ve epey ilginç. Ancak bugün belki de en önemli mesele, liderlerin kim olduğundan çok onların Türkiye'yi ileriye, daha iyi bir geleceğe taşımak açısından karşı karşıya bulunduğu fırsatlar.

Bu, söz konusu yapılanmanın Tayyip Erdoğan'ın AKP'sine zarar verme çabalarının Türk toplumunda daha fazla kutuplaşmaya yol açacak koşulları yaratması, fakat aynı zamanda Erdoğan'ın seçim zaferinin orduyu ve onun siyasi cephesi olan CHP'yi zayıflatmasıyla ortaya çıkıyor. CHP, seçimlerden, öncekine göre çok daha fazla güç kaybederek çıktı. Ağırlıkla korku pazarlamak ve yabancı düşmanlığı üzerinde temellendirdiği seçim kampanyası söylemi, MHP'ye yaradı. MHP, yüzde 14 oy aldı ve meclise girmeye hak kazandı. MHP ayrıca, meclisteki varlığının Erdoğan'ın İslamcılarının gösterdiği cumhurbaşkanı adayının seçimini yasallaştırmak için kullanılabileceğinin sinyalini de verdi.

Seçmenlerin hükümete meydan okumaları konusunda ortaya koydukları tutumdan ders almak bir yana, Türkiye'nin askeri liderleri bu hafta gelecek cumhurbaşkanının ülkenin mutlakçı, laik anayasasını temsil etmesi yönündeki taleplerini yineledi. Bu, generalleri ve Erdoğan'ı yine çatışma rotasına taşıyor. Erdoğan seçimlerden önce karşı çıkmaktan çekinmeyeceğini, cumhurbaşkanının meclis yerine halk tarafından seçilmesini içeren reform paketini sunarak açıkça ifade etti. Şimdi bundan geri adım atmasını gerektirecek bir durum yok. Diğer yandan, generaller sözlerinden dönme yoluna giderlerse, laik rejimin bekçisi olarak benimsedikleri rolden feragat etmek zorunda kalacaklar. Ancak eyleme geçerlerse de, korumaya ant içtikleri şeyin en büyük zararı görmesine yol açacaklar: Türkiye.
Erdoğan geçen yıllar boyunca, bir yandan Türkiye'deki dini ifade özgürlüğü üzerindeki sınırlamaları hafifletirken, diğer yandan ülkesinin AB'ye girebilmesi için reformlar yaptı. Ülkenin Batı'ya doğru ilerlemesine desteğini ilan etmiş olan ordu şimdi, Türkiye'nin eninde sonunda AB'ye girmesini tehlikeye atmamak için siyasi rolünden vazgeçmek ve kışlalarına çekilmek ya da bütün bunlarını aksini yapmak konusunda karar vermek zorunda.

Seçmenler, generallerin ülke siyasetini himaye etmeyi sürdürmesini istemediklerini açıkça gösterdi. Hükümet, şimdi yeni bir yetkilendirmeye sahip ve irade ordunun inşa ettiği duvarları itmek yönünde. Erdoğan ayrıca, Kürt sorunu, Kıbrıs, ABD ve AB'yle ilişkiler konularında dışişleri ve savunma kurumlarından çok daha fazla esneklik gösterdi. Aynı zamanda, hükümet, Bülent Ecevit'in laik hükümetiyle Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in 2001 başında yol açtıkları krizle yaşanan ekonomik çöküşün üstesinden gelebildi. Orduya kendi işlerine bakmalarını söylemek dışında seçmenler ayrıca Erdoğan'ın ekonomi politikalarına verdikleri onayı da ortaya koydu.

Ordunun fazla seçeneği yok

Seçimlerin sonuçlarına bakılırsa, Türkiye'de daha fazla özgürlük ve otoriterlik arasındaki uzun süreli mücadelenin tarihi ve Ankara'nın hem kendi halkının ve hem de komşularının yararına AB kriterlerini yerine getirmesi gerekliliği, orduya önceki sözlerinden cayması ve siyasetin yoluna devam etmesine izin vermesinden başka seçenek bırakmıyor. Onlar için bir manevra alanı bulunmuyor ve kendi iradelerini bir kez daha ülkeye dayatma yönündeki çabaları siyasi, ekonomik, sosyal ve diğer ülkelerle ilişkiler olmak üzere her seviyede felakete varan sonuçlar doğuracaktır.

Atatürk'ün kendisi, her ne pahasına olursa olsun ülkesini Avrupa'nın bir parçası olarak görmek için sorumluluğu üstüne alırdı. Bu amaca ulaşmak için Türkiye'yi ılımlı İslamcı bir partinin yönetmesine izin verilmesi gerekiyorsa, en büyük stratejistler muhtemelen böyle bir partiyi desteklerdi

Kaynak: Radikal