Egemenlik bir bütündür. Parçalanamaz. Hukukun üstünlüğü ilkesini benimsemiş olan ülkelerde halk adına bu egemenlik üç ayrı erk (iktidar) tarafından kullanılır.
Yasama erkini, yasama organı, yani TBMM kullanır. Elbette halk adına.
Yürütme erkini, yürütme organı, yani TBMM'de halkın vekillerinden olan bir başbakanın başkanlığındaki hükümet kullanır. Elbette halk adına.
Yargı erkini, yargı organ(lar)ı, yani mahkemeler kullanır.
Yine halk adına (mı?).
Neden bu soru ve işareti?
Anlatayım.
Gerçekten yargı erki, eylemli olarak halk adına kullanılan bir erk olmalı.
Bu yüzden "halkın yargı erkine katılması ilkesi" gereğince, gelişmiş ülkelerde sürekli görevli hukukçuların yanı sıra, yargıda halkı temsil eden kişiler (jüri) bulunur.
İşte jürinin bulunduğu hukuk düzenlerinde yargı erki, gerçekten eylemli ve hukuki olarak halk adına kullanılır.
Peki, bizde jüri var mı?
Yok.
Anayasanın "Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır" diyen 9. maddesi gerçeği yansıtıyor mu?
2004/5271 sayılı Ceza Yargılama Yasasının "Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar" başlıklı 232 (1). maddesindeki "Hükmün başına, 'Türk Milleti adına' verildiği yazılır" sözcükleri gerçeği yansıtıyor mu?
Yine hayır.
Her iki madde de sokaktaki insana doğruyu söylemiyor.
İki madde de düşsel.
Geçelim.
Egemenlik bütün ve tek olduğuna göre, hukuk da tektir. Hukuku uygulayarak yargı erkini kullanan ve hukuk adına son sözü söyleyen organ da tek olmak zorundadır.
Nasıl iki yasama, iki yürütme yoksa, iki yargı da olamaz.
Bu erkler, devlette bütünleşir. Tek devlette halk adına kullanılır.
Bu nedenle özel yasama, özel yürütme, özel yargı yoktur devlette.
Erklerin hepsi de kamusaldır.
Eğer herkes "kendi yasamamı/parlamentomu, kendi yürütmemi/hükümetimi, kendi yargımı/mahkememi isterim" derse ortada ne egemenlik kalır ne de devlet.
Hepsi parçalanır.
Parçalanmakla da kalmaz. Bütün erkler toplumda güçlülerin (oligarklar) eline geçer. Halk silinir. Yasalar güçlüler adına çıkar, uygulanır; adalet güçlüler adına dağıtılır.
Ötekiler ezilirler, tükenirler.
Ne halk kalır ortada ne de hukuk.
İlk mahkemeler çok olsa, hatta kimi ülkelerde olduğu gibi hukukçu olmayan tacirlerin tacir temsilcileriyle ticaret mahkemeleri, işçilerin ve işveren temsilcilerinin hukukçu olmayan temsilcileriyle iş mahkemeleri olsa bile bunların ayrı Yargıtayları hiç olmamıştır.
Olamaz da.
Devrim öncesi Fransa'sında "Kral Kurulu", yargı yetkisini de kullanan yerel parlamentoların kararlarını temyiz mercii olarak incelerdi.
Devrim sonrasında bu kurum, 27 Kasım 1790'da Yargıtaya dönüştürüldü. Dünyanın ilk yargıtayı işte bu Fransız Yargıtayıdır.
Almanya, İspanya, İtalya, Türkiye gibi çoğu ülkeler kurumu Fransa'dan almıştır.
Fransa'nın 1791 Anayasasında "Bütün Krallık" (m. 19), 1795 Anayasasında "Bütün Cum
huriyet için tek Yargıtay vardır" (m. 254) ilkesi getirilmiş, kurumun örgütlenme Yasasında da bu ilke yinelenmiştir (m. L411-1).
"Yargıtayın tekliği/biricikliği ilkesi"nin nedenleri bellidir.
İlkin şunu belirtelim. İki olayın birbiriyle bir ölçüde benzemesi olanaklıdır. Ancak birebir örtüşmesi kesinlikle olanaksızdır. Olaylar oluş yasasına tabidir. Çünkü aynı nehirde iki kez yıkanılmaz. Her şey akar (Ta Panta Rei). Tıpkı nehir gibi.
Aynı sandığımızın olayların, bir insan öldürme, bir yaralama, bir sahtecilik, bir dolandırıcılık olayının sayısı kadar işleniş biçimi de vardır. Bu olayların dış dünyaya yansıma biçimleri sonsuza dek uzanır.
Olayların tanımları yapılmaz; betimlemeleri (tasvirleri) yapılır.
Ama insan öldürme, yaralama, sahtecilik, dolandırıcılık suçlarının hukuksal tanımları vardır yasalarda. Suçların tanımları tektir; yorumları da bellidir.
Bu nedenle olaylar hakkında "örnek yargısal görüş (içtihat)" ve birliği söz konusu olamaz. Yargısal görüş, sadece ve sadece yasal metinlerin yorumu ve hukuk kavramlarının tanımıyla ilgilidir ve sınırlıdır.
İşte yargıtayın varlık nedeni ve temel amacı, aynı ülkede yasal hükümlerin yorumlarında ve kavramların tanımlarında özdeşliği (ayniyeti), tekbiçimliliği/tekdüzeliği (uniformité de l'interprétation) sağlamaktır. Bu da, egemenliğin parçalanamazlığı ve yargı birliği (unicité de de la juridiction) ilkelerinin doğal sonucudur. Yargıtay, ilk mahkemelerce duruşmadan edinilen vicdani kanıya göre saptanan olayları, duruşma yapmadığı için dosya üzerinden inceleyip karara bağlayamaz. Çünkü vicdani kanı tutanaklarla yargıçtan yargıca ciro edilemez. Bu nedenle Yargıtay, sadece bu olaylara uygulanan yasal metinlerin doğru yorumlanarak doğru uygulanıp uygulanmadığını denetler. Ne olay mahkemesidir ne de derece.
Kısaca yargıtay, yargısal kararları yargılayan mahkemedir, mahkemelerin kararlarının mahkemesidir.
Buradan çıkan sonuç da açıktır.
Bir ülkede yasal metinleri yorumlayan, kavramları tanımlayan iki yargı mercii; dolayısıyla iki Yargıtay olamaz.
Aynı mantık Danıştay için de geçerlidir.
Çünkü danıştayın da varlık nedeni aynıdır. İdari yazılı hukuk metinlerinin yorumlarında ve kavramların tanımlarında tekdüzeliği sağlamak.
Bu yüzden "Askeri Yargıtay kalksın, askeri Yüksek İdare Mahkemesi yerinde kalsın" demek, yalnız bir çelişki değil; danıştayın varlık nedenini yadsıyan bir anlayıştır da.
Esasen Türkiye'de temyiz, temyiz mercii olarak yargıtay ile danıştay kavramlarının iyi algılandıkları söylenemez.
Son çözümlemede yapılacak düzenleme bellidir.
Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kesinlikle kaldırılmalıdır.
Askeri mahkemelerin vermiş oldukları kararların temyiz mercileri Yargıtay ve Danıştay olmalıdır.
Askeri suçlarla ilgili kararlar Yargıtayın belli bir dairesine verilebilir. Verilmelidir.
Askeri disiplin suçlarıyla ilgili kararlar da Danıştayın belli bir dairesine verilebilir. Verilmelidir.
Yeter ki yargıtayın ve danıştayın tekliği ilkesi benimsensin.
Gerisi kolaydır.
Kanak: Star