Epey bir süredir sayın Başbakan'ın DTP liderinin randevu talebini neden ısrarla reddettiğini anlamaya çalışıyoruz. Başbakan birkaç defa 'PKK'yı terörist örgüt olarak kabul etmedikleri sürece DTP'yle görüşmem' mealinde açıklama yapmıştı.

Mamafih, birkaç gün önce bir grup gazeteciyle yaptığı bir televizyon sohbetinde, tam da böyle bir görüşme fikrine sıcak bakmaya başlamışken gelen bir grup askerin şehit olduğu haberi yüzünden bundan caydığını söyledi. Bu arada, Genelkurmay Başkanı da resmi bir ziyaret için bulunduğu ABD'den bu meseleyle ilgili olarak, adeta sayın Cumhurbaşkanını tekzip edercesine, hayli sert mesajlar gönderdi.

Nihayet, son zamanlarda iyice milliyetçiliğe savrulmuş olmaktan hoşnut olduğu anlaşılan CHP'nin Genel Başkanı sayın Deniz Baykal da NTV'ye yaptığı açıklamada DTP ile görüşmekten kaçınması konusunda Başbakan'la aynı gerekçeyi dile getirdi. O da DTP'den 'terör konusunda net tavırları'nı ortaya koymalarını bekliyormuş. Baykal ilginç bir şey daha söylüyor: '(T)erör karşısında hep beraber ortak tutum sergilemeliyiz.'

Böylece Başbakanın çekimserliğinin de sırrını anlamış olduk: Demek ki, bu konuda bir 'devlet politikası' varmış. Başka temel meselelerde birbiriyle tamamen karşıt tutumlar içinde olan iktidarla ana muhalefetin Kürt meselesinde aynı dilden konuşmaya başlamalarının başka bir makul açıklaması varsa, bilen söylesin. Sivil olmayan bu dilin veya 'devlet politikası'nın müellifi ise besbelli ki askerler.

İşte bakın, 'istemezükçülük'te hükümeti, ana muhalefeti ve -Türkiye'de yaşadığımıza göre- Genelkurmayıyla 'Devletin zirvesi' mutabakat halinde. Yüksek yargının böyle bir mutabakata dünden razı olduğunu ise bilmeyen yok. Yine de bu işte bir tuhaflık var. Öyle ya, Cumhurbaşkanı'nın içinde yer almadığı bir 'devlet zirvesi'nden veya 'devlet mutabakatı'ndan söz edilebilir mi?...

Sayın Cumhurbaşkanı'nın bu işin içinde olmadığı sonucuna nasıl ulaştığımı herhalde tahmin edebiliyorsunuzdur. Malum, Cumhurbaşkanı bir süredir ısrarla Kürt meselesinin çözümü konusunda bir iyimserlik ortamı yaratmaya, deyim yerindeyse havayı yumuşatmaya çalışıyor. Gerilimi azaltmak ve adeta tarafların inisiyatif almasını kolaylaştırmak için uğraşıyor. Özellikle de hükümeti bu meselede cesaretlendirmeye çalışıyor gibi.

Ama buna rağmen, hükümet ve ana muhalefet Kürt meselesinde halá askeri dille konuşmakta ısrarlı görünüyor. İktidar ve muhalefet bu meselede adeta Cumhurbaşkanına karşı birleşmiş gibi.

Herhalde kimse, sayın Cumhurbaşkanı'nın bu meselenin terörle ilgili boyutunun farkında olmadığını veya 'teröre karşı tavır alma' konusunda hassasiyet taşımadığını iddia edemez. Bunun Cumhurbaşkanı gibi hepimiz farkındayız. Ama asıl mesele, bundan sonrasında.

Elbette Cumhurbaşkanı da meselenin bu yönünün bilincindedir ve bu bilinçle 'iyi şeyler olması' için uğraşıyor. Ama öyle anlaşılıyor ki bu gidişle 'Devletin zirvesi' onu da pasifize edecek. Nitekim, bir süredir Cumhurbaşkanı da suskun.

Baykal ve Bahçeli Cumhurbaşkanı'na ikide bir 'Açık konuş. Ne demek istiyorsun?' diye sataşacaklarına, şunun üstünde düşünsünler: Parlamenter demokrasilerde 'açık' konuşması ve 'açık' politika üretmesi gerekenler cumhurbaşkanları değildir. Bu, iktidarı ve muhalefetiyle sorumlu siyasetçilere düşen bir görevdir. Burada asıl sorumluluk da şüphesiz Başbakana ve hükümetine aittir.

Çünkü, Walter Bagehot'ın klásik anlatımıyla, devlet başkanı icracı mevkiinde olanları 'cesaretlendirebilir', ama elbette onların yerine geçerek kendisi politika belirleyemez.

Kaynak: Star