İkisi de askerî hiyerarşide zirve noktalara geldiler. Biri eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, diğeri Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ.

Eş zamanlı olarak biri "başörtüsü sorunu"na, diğeri de "terör sorunu"na dair yorumlarını ve çözümlerini sıralıyorlar. Sorun tanımı ve çözümü konusunda aynı muhakeme ve aynı sebep-sonuç ilişkisi. Aynı tornadan aynı kalıpla çıkmış gibi. Ama ikisi de aynı hata ile malûl: Zengin bir arka planda hayat bulan sosyal, psikolojik ve kültürel dünyanın doğurduğu sonuçları ikisi de sebep zannediyor.

Özkök'e göre kız çocukları aile baskısı yüzünden başlarını örtüyorlar. Üniversite başörtüsünü yasaklayınca, çocuk okuyabilmek için başını açıyor ve ailesine de durumu kabul ettiriyor. Eğer serbest bırakılırsa, örtünmek istemeyen kızların bahanesi ortadan kalkacak ve sayı birdenbire hızla artacak. Özkök'ün sorun tanımı basit: Başörtüsü sorunu üniversite kapısında başlayan bir sorun. Nizamiyeden içeri sokmazsınız, herkes sizin koyduğunuz yasağa uyar. Tabii bu yasağı koyarken, başörtüsü sorunu ile irtica veya laiklik sorunu arasında bir özdeşlik kurmanız ve koyduğunuz yasakla bu sorunları da çözmüş olmanız gerekiyor.

"Terör sorunu" hakkında Başbuğ'un çözümünü de, aynı mantığı tersinden sıralayarak takip etmek mümkün. 1984 yılında başlayan bir sorun bu. 1984'ten bugüne kadar çözülememesinin sebebi ise terör örgütüne katılımlar. Çare, "örgüte katılımı kontrol altına almak"tır. O zaman bölge halkı ile terör örgütü arasındaki yolun tam ortasına bir nizamiye kurarsınız ve "katılım"ı kontrol altına alırsınız. Başbuğ soruyor: "1984'ten 2007'ye, 23 yılda Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu terör örgütüne katılımlar noktasında başarılı mıdır?" Cevabı yine kendisi veriyor: "Hayır?" Ne kadar basit değil mi? Türban yerine başörtüsünü önerenlerin dünyası da aynı şekilde basit. Peki, "Hanımlar neden örtünüyor?" Bu örtünmenin sebebinin de yer aldığı inanç âlemi neden bu kadar güçlü? Örtünmenin de içinde yer aldığı "dindar hayat biçimi" neden tercih ediliyor? Aileler, çocuklarının dindar insanlar olarak yetişmesi için bu kadar fedakârlığa neden katlanıyor? İnançları ve bu inançların gereği hayat tercihlerini bir kenara koyup, başörtüsünün içinden çıkıp geldiği bu dünyayı üniversite girişinde yasaklamaya kalkanlara şunu soralım: Yasakladığınız bu dünyanın alternatifi nedir? Çocuklarını "iyi insanlar" olarak yetiştirmeye, modern çağın uyuşturucu gibi sapmalarından uzakta yaşatmaya çalışan ailelere ne önerebilirsiniz? Koyduğunuz yasağın alternatifi olmayan bir dünyanın tamamına getirildiğini neden görmüyorsunuz?

Terör örgütü yeni elemanlarını nasıl devşiriyor? Başbuğ'un dediği gibi aileleri ikna ederek, yola bir nizamiye koyarsak sorun biter mi? Bu kadar basit mi? 12 Eylül döneminde, 5 No'lu Askerî Cezaevi'nde aynı mantıkla "ikna" edilenler, neden daha sonra PKK'nın ana kadrolarını oluşturdular? Terörün döktüğü kanın, öfkeye ve nefrete dönüşmesini önlemek için neler yapıldı? Bugün yöre halkının etnik kökenlerine bağlı olarak kullandıkları ana dile ait haklarını onlara kimler ve nasıl verdiler?

Strateji, savaş başladığı zaman kendi üstünlüklerinizi ve düşmanın zaaflarını dikkate alarak dolaylı bir tutumla başarıya giden yolu planlamayı anlatır. Savaş son çare olduğu için asker önündeki sonuçlarla uğraşmak zorundadır. İşte bu yüzden askerî çözümler savaş şartları dışında sağlıklı ve güçlü bir millî bünye için felaketler doğurabilir. Yüksek strateji, askerî olmayan avantajları ve zaafları da seferber etmeyi, bunun için gücünüzün ve zaaflarınızın arkasındaki sebepler dünyasına inmenizi gerektirir. Başörtüsü ve terörle ilgili yaşadığımız sorunların arkasında, sonuçları yok edince sebeplerin ortadan kalktığını zanneden bu basit askerî çözüm mantığı duruyor. Bizim ise daha kuşatıcı ve sebepler dünyasını hiç olmazsa kavrayabilen daha "yüksek" bir mantık ve muhakemeye ihtiyacımız yok mu?

 

Kaynak: Zaman