Geçen haftadan beri devam eden Pakistan'daki kriz bir müddet daha devam edecek görünüyor. Ve geçen haftadan itibaren bu konuyu ele almak ihtiyacını hissetmemin nedeni krizin bölgesel hatta küresel bilek güreşiyle alakalı boyutu olması nedeniyledir. Pakistan'da yaşanan kriz salt iç yapısının sosyal ve siyasal anlamda "yeterince olgunlaşamamasına", hele bazı aklı evvellerin yaptığı yakışıksız karşılaştırmada olduğu gibi Hindu inancına bağlı 1 milyar nüfusuyla Hindistan "örnek demokrasi"yi gerçekleştirirken Müslüman Pakistan'ın darbelerden başını alamamasına indirgenemez…
Pakistan'ın ekonomik durumu, kültürel aidiyeti, toplumsal özelliklerini kavramadan "çağdaş toplum ve demokrasilerde" diye başlayan şablon yorumların gerçeğe tekabül eden bir tarafı olamaz. Geçen haftaki yazımda özellikle belirttiğim gibi tüm olup bitenleri dış güçlere bağlayan kolaycılıkla siyasal ve sosyolojik analiz yapmak adına olayı Pakistanlıların kültürel aidiyetini sorumlu tutan Batı merkezli, hatta eurocentric çözümlemelerin bir derde şifa olmasını beklemek beyhudedir…
Krizin muhtemel sonuçları ve nedenlerine ilişkin yapılan yorumların önemli kısmında uluslararası faktörlere vurgu yapmalarına karşın Pakistan'ın sahip olduğu en büyük kozunun kendisi adına nasıl bir zaafa dönüştüğü üzerinde pek durulmadı. Pakistan'daki krizin ismini koyacak olursak buna 'nükleer-politik kriz' diyebiliriz.
Pakistan'daki iktidar mücadelesini etkileyecek en önemli faktör sahip olduğu nükleer silahları nasıl ve kimin kontrol edeceğidir. Hatırlanacağı üzere Pakistan nükleer silah üretimini gerçekleştiren Ziya ul Hakk'ın sabotaj sonucu bir uçak kazasında ölmesini, pek çok analist tarafından, böylesi tehlikeli oyunlara teşebbüs etmeyi düşünen siyasi liderlere ihtar makamında bir "cezalandırma" olduğu yorumu yapılmıştı. Bu gerekçenin, "komplo teorisi" deyip geçiştirilemeyecek kadar dünya siyasetinin ve güç dengelerinin nasıl işlediğine dair somut açıklama biçimi olmadığını kim iddia edebilir? Bırakın nükleer silah sahibi olmayı, nükleer enerji elde etme teşebbüsü yüzünden İran'a nasıl tavır takınılıyor? Neredeyse işgal edilecek, en azından tehditler o yönde… Bu nedenle Amerika üçüncü dünya savaşının çıkabileceğinden bahsediyor.
Tıpkı petrol uğruna imparatorlukların parçalanması gibi nükleer silah gibi dengeleri değiştirecek silahın istenmeyen güçlerin eline geçmemesi için de çok şeyin göze alınacağı ortada. Nükleer silah petrol gibi büyük güçler açısından bağımlılık oluşturmasa da askeri anlamda dengeleri etkileyecek faktör…
Amerika'nın Ortadoğu kuşatması bir yönüyle küresel kapitalizmin geldiği aşama ile doğrudan alakalı ise, diğer yönü ile de ABD'nin muhtemel rakipleri karşısındaki hegomon pozisyonunu koruma stratejisiyle alakalıdır. Bu pozisyonda ABD, bir taraftan enerji kaynaklarını güvence altına almak (ele geçirmek) ve pazarlıkta askeri anlamda da üstün olmak için yığınak yaparken diğer tarafta saha temizliği yapıyor. Sorun çıkaracak güçleri önce 'sistem dışı'na itip tehdit olarak ilan ediyor, sonra da sistemik güçleri yanına alarak ortadan kaldırıyor.
Saddam önce tehdit olarak ilan edildi sonra onu ortadan kaldırmak adına Irak tümüyle etkisiz hale getirildi.
Küresel kapitalizmin İslam coğrafyasındaki toplum modelini tüketim toplumuna entegre edememesi ya da dünya görüşü anlamında alternatif model olarak kendine tehdit görmesi ile ABD'nin İslam dünyasını sistemik açıdan "meydan okuma" potansiyelini algılaması hem güvenlik hem ekonomik gerekçelerle medeniyet çatışması tezinde rakip kamp olarak yorumlanmasına neden oluyor.
"Medeniyet çatışması" tezinin temennilerle önlenmesi ya da ikna edilerek atlatılması mümkün görünmüyor. Küresel kapitalizm varlığını sürdürebilmesinde İslamın toplumsal, kültürel anlamda ve insan tekinin verili dünya içindeki konum ve anlamlandırılışını tehdit olarak algılaması hegomon güç olarak Amerika'nın bu coğrafyaya farklı gözle bakmasına neden oluyor. Olaya bu açıdan yaklaşınca, Kuzey Kore ile bir çırpıda anlaşabilen ABD'nin Ortadoğuyu kendi haline bırakmak istemeyeceği aşikar.
Tüm bu genellemelerin Pakistan'daki siyasi krizle alakası şu olabilir: Amerika, 19. yüzyılın sonundaki "büyük oyun"un hemen hemen aynı aktörlerle yeniden sahnelendiği bu coğrafyada Pakistan'ın elinden nükleer silahı bir şekilde almak istemektedir. Geçen hafta üst düzey bir Rus diplomatın "Pakistan İran'dan daha tehlikelidir; çünkü, İran nükleer tehlike bile değilken Pakistan nükleer silaha sahip ve bunun İslamcı bir iktidarın eline geçmesi büyük bir tehdittir" mealinde ABD'ye "uyarı"sı oldu.
Amerika'nın Pakistan'a ve terörle mücadele adına halkını karşısına almaktan çekinmeyen bir yönetime (tercihen askeri) ihtiyacı var. Ama bu elinde nükleer silahı olmayan bir Pakistan olmalıdır.
Önümüzdeki dönemde, Pakistan'dan içine itildiği kaostan kurtarılması karşılığında nükleer silahlarından vaz geçmesi (ABD'ye teslim etmesi) istenirse şaşmamak gerek. Olaylara bir de bu yönden bakamayı deneyelim.
Kaynak: Yeni Şafak