Ernest Partridge
Mesih'in çağdaşı Haham Hillel'den Musa'nın Şeriatı'nın özünü söylemesi istendiğinde tek ayağı üzerinde dururken şöyle söylediği rivayet edilir: “Sana yapılmasını istemediğin şeyi sen de başkasına yapma. Şeriat bu'dur, gerisi tefsirdir.”
Ahlak felefesi üzerinde araştırmalar yaptığım, yazılar yazıp dersler verdiğim şu uzun yıllardan sonra ahlâkiliğin temelini tek nefeste teşhis edebileceğime inanıyorum: “Ahlâkilik, artı toplamlı bir oyundur.”
Bu hükümler birbirlerine zıt değillerdir zira farklı mantık düzenine sahiptirler. Hillel'in kaidesi, ahlâki bir emirdir ve bir âdab-ı muaşeret kuralıdır. Öte yandan, “ahlâkilik, artı toplamlı bir oyundur” hükmü, ahlâkiliğin temelini açıklar, filozofların “meta-etik” dedikleri şeyi.
Peki, “ahlâkilik, artı toplamlı bir oyundur” da nedir? Bu soruyu dile getirmek çok kolaysa da, bir cevabı dile getirmek ciltler dolusu ayrıntının işlenmesini demektir, ki öyle de olmuştur. Burada en azından ilk birkaç adımı işleyebiliriz.
John Rawls, bu ilkeyi hayran olunası bir berraklıkla izah etmiştir: “Bir toplum, karşılıklı yarar esaslı müşterek bir girişimdir...sosyal işbirliği,her ferdin münferiden kendi çabalarıyla yaşayabileceğinden daha iyi bir hayatı herkes için mümkün kılar.” (A Theory of Justice, s. 4.) Bu vukufiyeti ilk kesbeden tabi ki Rawls değildir. Felsefe tarihi ve siyasi teori tarihi boyunca yankılanmıştır. Dahası, başarılı medeniyetlerin tecrübeleriyle ve dahi, medeniyetlerin çöküş ve düşüşüyle de sâbittir.
Binaenaleyh, ispatlanmış bu tespit, liberteryanizm gibi bir radikal bireyci siyasi dogmanın gayri ahlâki olmakla kalmayıp tecrübî/deneysel olarak da uygulanamaz olduğunu açık seçik izah etmektedir. Bu nevi bir dogmaya dayalı herhangi bir toplum, vatandaşlarının meşru ihtiyaçlarını tatminde başarısızlığa mahkumdur.
Oyun teorisi hakkında
John von Neuman ve Oskar Morgenstern tarafından 1940'larda geliştirilen oyun teorisi “bir bireyin seçim yaparkenki başarısının başkalarının seçimine bağlı olduğu stratejik durumlarda, davranışı matematiksel olarak yakalamaya teşebbüs eder.” (Akıl Oyunları adlı filmde tasvir edilen John Nash, oyun teorisi alanındaki çalışmalarından dolayı Ekonomi alanında Nobel Ödülü kazanmıştı.) Oyun teorisi hayli ileri matematiksel tafsilata giriyorsa da sıradan vatandaşlar oyun teorisinin temellerini kolaylıkla kavrayabilirler.
Bir “oyun”, en genel anlamıyla, işbirliğine ve kurallara dayalı ve de amaç yönelimli bir faaliyettir.
Solitaire gibi istisnâlar hâriç, oyunlarda birden fazla “oyuncu” vardır: İki oyuncu (tenis ve satranç), iki takım (futbol), muhtelif sayıda birey veya takım (piyango, tunuvalar) ve tüm bir toplum (hükümetler, ahlâkilik). Eğer iki oyuncu veya iki takım varsa ve oyun bir kazananın bir kaybedenin olacağı şekilde tasarlanmışsa, “sıfır toplamlı oyun” adını alır. Tenis ve satranç, sıfır toplamlı oyunlardır. Çok sayıda oyuncunun ve tek bir kazananın olduğu oyunlara ise “eksi toplamlı” oyun denir. Piyangolar ve tenis turnuvaları eksi toplamlı oyunlardır. Rekabetçi oyunlar ya sıfır toplamlı yahut da eksi toplamlı oyunlardır. Bu nevi oyunlar, oyuncuların kurallara riayet etmeye razı olmaları bakımından da “işbirliğine” dayalıdırlar.
Bununla birlikte, oyuncuların olumlu sonuçlar almak için -mesela tüm oyuncuların kazanması gibi - işbirliği yaptığı “işbirliğine ve kurala dayalı ve amaç yönelimli” başka faaliyetler de vardır. Bu nevi faaliyetlere genelde oyun denmez ama gene de tanıma uymaktadırlar: İşbirliğine ve kurala dayalıdırlar ve amaç yönelimlidirler.
Mesela, takımlar ve izleyiciler nokta-i nazarından, futbol sıfır toplamlı bir oyundur: Bir takım kazanırken ötekisi kaybeder. Fakat katılımcı oyuncular nokta-i nazarından, artı toplamlı bir oyundur: Her oyuncu, iyi bir şekilde eşgüdümlenen bir oyunda, takımın diğer oyuncularıyla etkileşim içindedir ve iyi bir şekilde icra edildiğinde, tüm takım oyuncularının kazançlı çıktığı bir sonuç elde edilir, ki normalde hiçbir oyuncu tek başına başaramayacak yani kazanamayacaktır.
Serbestçe nihayete ermiş bir mübadele veya satın alım, artı toplamlı bir oyundur – işbirliğine ve kurala dayalı ve de amaç yönelimlidir – her bir katılımcı, muamele/işlem yoluyla kazanç elde eder. İstediğimden daha fazla aracım varsa, evim tâmirata ihtiyaç duyuyorsa ve ehil bir halıcı olan komşumun bir arabaya ihtiyacı varsa, emeği karşılığında arabamı mübadele etmem halinde her ikimiz de daha iyi bir durumda olacağız. Bir satışın gerçekleşmesi için hem satıcı hem de alıcı söz konusu işlemde şahsi bir yarar algılamalıdır. Şaşırtıcı değildir, oyun teorisi, ekonomistlerin yoğun ilgisini çekmiştir.
Bilim, artı toplamlı bir oyundur. İşbirliğine dayalıdır: Milyonlarca bilimadamı'nın asırlarca biriken kazanımıdır. Kurala dayalıdır: Katı bir çıkarım/istidlal ve delil kuralları, tekrarlanabilme, yanlışlanabilme ve neşretme şartları vardır. Ve doğrulanabilir hakikati tesis etme amacı vardır.
Düzenli bir toplum da sermaye, emek, eğitim ve idarenin, karşılıklı olarak kabul görmüş ve icra edilebilir kurallar (mesela kanunlar ve düzenlemeler) çerçevesinde, müşterek amaçlar doğrultusunda işlediği artı toplamlı bir oyundur. Müşterek amaçlar ABD Anayasası'nın giriş kısmında dile getirilmiştir: Adalet, yurtiçi asayiş/sükûnet, ortak savunma, genel refah ve “özgürlüğün nimetleri.”
Âdil bir iktisâdi ve siyasi düzenin başarılı bir artı toplamlı oyununda, kurumsal oyuncuların her biri, diğer oyuncuların işbirliği çabalarına ihtiyaç duyar eğer ki o toplum, John Rawls'ın sözleriyle “her ferdin münferiden kendi çabalarıyla yaşayabileceğinden daha iyi bir hayatı herkes için” sağlayacaksa.
Bunun aksine, liberteryan bir ekonomi (düzenlemeye tâbi tutulmayan “serbest pazar”) en aşırısıyla eksi toplamlı bir oyundur: Birkaç kazanan, muazzam sayıda kaybeden vardır. Bugün ABD'de keşfetmekte olduğumuz üzere.
Dağcılık, yelkencilik, (iki kişilik bir kanoda) kanoculuk gibi rekabete dayalı olmayan spor faaliyetlerinin birçoğu artı toplamlı oyunlardır, hepsi de tanımlanmış bir amaç doğrultusunda eşgüdümlü bir “takım oyunu” gerektirir.
Şahsi bir örnek verelim: Kayak ve kano meraklısıyım. Bu spor türünde tecrübe ve beceri kazanmamdan çok önceleri, Utah'ın hızlı akan nehirlerinden birinde yeni kanosuna birlikte binmek için kardeşimi ikna etmiştim. Kanonun nasıl kullanılacağı hakkında her ikimizin de bağımsız fikirleri vardı. Kısacası, iki kaptan vardı ama mürettebat yoktu. İleride kaya mı var? Bow sağdan, Stern soldan gitmek istiyor. Felâkete yakın bir şeydi. Çiftli kanocuların söyleyeceği üzere, başarılı bir nehir seyri (artı toplamlı) “suyu okuma” kabiliyetine ve küreği, “kaptanın” açık ve kesin kararlarına göre eşgüdümlü çekmeye bağlıdır. Benzer şey, dağcılık ve yelkencilikte de geçerlidir.
Artı toplamlı olarak erdemler
Ahlaki düzenin artı toplamlı bir oyun olduğu şeklindeki iddiamı değerlendirelim biraz da. Ahlâki erdemler/faziletler listesini hatırlayalım: Dürüstlük, güvenilirlik, cesaret, merhamet, hayırseverlik, sadâkat ve belki de en esaslısı, empati yani bir başkasının sevincini paylaşmak ve acısını hissetmek. Toplum üyeleri ne kadar fâziletli ise, artı toplamın toplumsal hayata “getirisi”de o kadar büyük olmayacak mı? Ekonomik işlemler tam bilgi ve güvenle yapılacak, borç temerrüdünden kaynaklanan refah kaybı söz konusu olmayacak, aldatıcı reklam veya hileli sözleşmeler yapılmayacaktır. Evlilikler daha güvenli ve kalıcı olur. Devlet yetkililerinin rüşvet ve yolsuzluktan uzak kalarak seçmenlerine hizmet etmesi beklenebilir. Gerektiği üzere güvenilir, merhametli, hoşgörüşlü ve cömert bireylerden oluşan bir toplumda kaynakları polis gücüne, ceza mahkemelerine ve hapishanelere yatırma gereği olmaz.
Böylesi bir muhakeme, James Madison'ı “insanlar melek olsaydı, devlet yönetimine de gerek olmazdı” demeye sevketmiştir. Madison, yasama ve ceza hukukunun infazıyla ilgi olarak şüphe yok ki haklıydı. Böyle olsa bile, onunki abartılı bir beyandır zira meleklerden oluşma bir toplumda bile bir yönetim gerekli olurdu. Örneğin, sürücüler ne kadar fâziletli olursa olsun, trafik kanunları olmak durumundaydı, eğer ki trafik güvenli ve etkin bir şekilde akacaksa. Trafik ışıkları arızalandığında meydana gelen kargaşa sonucunda hareket etme serbestiyeti ortadan kalkmaktadır. Bir oyun başarılı bir şekilde oynanacaksa – iktisâdi/siyasi faaliyet dâhil – hiç kimsenin kandırmayacağı kesin olsa ve dolayısıyla da ceza tehdidiyle kuralları uygulama ihtiyacı olmasa bile, oyuncular kuralları bilmelidir.
Toplumsal hayatın karşılıklı faydasına çok az katkısı olan bazı “fâziletler” yok değil. David Hume bunları keşişlere özgü fâziletler olarak ele alır: Evlenmemek, perhiz, kefâret, çile, riyâzet, susmak ve inziva. Hume'a göre bunlar “hiçbir gâye çeşidine hizmet etmemektedir; bir insanın ne dünyadaki bahtını açar ne de onu toplumun daha değerli bir mensubu kılar.” (...)
Eksi toplamlı olarak ahlak bozukluğu
Ahlak bozuklukları ise ifsâd edicidir ve toplumsal hayatın karşılıklı faydasını boğar, ki kanımca tam da bu yüzden ahlak bozukluklarıdır. Bunların en başta gelenleri şunlar: Kibir, zalimlik, gaddarlık, kin, tarafgirlik, yalancılık, bencillik, açgözlülük. Bunlara bir de empati yokluğunu ekleyin, ki başka yerde daha önce ifade ettiğim üzere, ahlak bozukluğunun en fenası bu olabilir.
Bu bozuklukların her biri, işbirliğini imkansız veya hatta amaca zararlı bir hale getirdikleri için, kuralların altını oydukları ve müşterek amaçların takibine ifsat karıştırdıkları için, düzenli bir toplumun dokusunu mahvederler. Yalancılardan müteşekkil bir toplumda akit yapılamaz. Tarafgirlik/önyargı ve kin baskın çıktığında, tüm vatandaşlar hukuk önünde eşit olamazlar. Kamu görevlileri güvenilir olmadıkları takdirde temsili bir cumhuriyet uzun süre ayakta kalamaz. Bencilliği ve açgözlülüğü ödüllendiren bir ideoloji, gelişip serpilen bir iktisâdi/siyasi sistemin temeli olamaz.
Bir sosyal teori olarak Liberteryanizmin kaçınılmaz başarısızlığı
Şunu kesinlikle vurgulamalıyım ki Liberteryanların habis insalar olduğunu telkin etmek istemiyorum. Şahsen tanıdığım birçok liberteryan ve ismini bildiğim diğerleri, herhangi bir liberalin de olabileceği gibi hoşgörülüdür, önyargısızdır, cömerttir ve hayırseverdirler, hatta ki benim tanıdığım bazı liberallerden daha fazla böyledirler. Bazı liberteryanlar öylesine hoşgörülü ki dergilerinde yazmam, konferanslarına katılmam için beni ve diğer liberalleri davet ediyorlar.
Ama ne ki liberteryanlar olarak, bu erdemlerin teşvikinin devletin işi olmadığına inanıyorlar. Hayırseverlik ve hoşgörü, şahsi erdemler olarak kalmalıdır diyorlar. Liberteryan nezdinde, fakire, okula, müzeye veya parka gönüllü bir katkı ahlâken övgüye değerdir. Ancak refahın, eğitimin, müzelerin veya parkların desteklenmesi için vergilendirme yapılması hırsızlıktır. Liberteryanlara göre zulüm, acımasızlık, yalancılık gibi bu da bir “ahlâki bozukluktur” ve kendi kendini baltalamak anlamını taşır; bu kötülükler, uygulamaya aktarıldıklarında, serbest pazarda ve özgür bireylerin düzenlemeye tâbi tutulmamış ilişkilerinde iflas edecektir. Hayat, özgürlük ve mülkiyet gibi “negatif” hakları kısıtlayan her hangi bir ahlâki bozukluk, “minimalist” liberteryan devlet tarafından meşru şekilde kanuni müeyyidelere çarptırılır ve cezalandırılır.
Hal böyleyken bile, münferit liberteryanların şahsi erdemlerine rağmen, bir siyasi felsefe olarak liberteryanizm ahlâken kifayetsizdir. Uygulamada, eksi toplamlı sonuçlara gebedir.
Artı toplamlı bir oyunun kıstaslarını bir kez daha hatırlayın: Karşılıklı fayda elde etmek için “işbirliğine ve kurala dayalı ve amaç yönelimli” faaliyet.
Liberteryan doktrin, kurallara uygun oyunculuğun “işbirliği” düsturunu “kişinin kendi başına olması” lehine bir kenara bırakmaktadır. Liberteryan “görünmez el” dogması, kendi ferdi özgürlük ve zenginliğini azamileştirme arayışındaki “faydası kendine” bireyler koleksiyonunun, “cansızdan canlının çıkması” misâli, bir şekilde en uygun sosyal düzenlemeye evrileceğini buyurur. Her bireyin hayatını, özgürlüğünü ve mülkiyetini koruma amacına mâtuf kanunlar hâriç, vaz'edilmiş sârih hiçbir kural ve düzenleme yoktur.
Derli toplu ve basit ama maalesef ne tarihin ne de tecrübenin geçerli kılacağı bir inanç sistemidir. Aksine, tarih bize öğretmektedir ki bir toplum, Ayn Rand'ın “bencilliğin erdemi” dediği şeyi resmen benimsediği zaman, cemiyet hayatını kontrol eden güç, açgözlülük olduğu zaman, zenginlik ve güç kitlelere “damlamaz”, kitleleri fakirliğe ve mahrumiyete terk ederek kontrolü elinde tutanlara doğru akar.
“Küvete uzanmış” devlet, mazluma hiçbir devâ sunmaz. Liberteryanların teoride göklere çıkardığı “serbest pazar” ve “rekabetçi girişim” uygulamada bir kenarda bırakılmıştır. Egemen kapitalistler rekabete “yararsız” ve “sakıncalı” birşeymiş nazarıyla bakarlar; daha kötüsü, iyileşme ve yenilik yönünde sürekli rekabet baskısı, kazancı aşındırır. Sonra da gelsin birleşme ve devralmalar. Bakallara, çarşıya gülegüle. Merhaba Wall-Mart, Costco, hoşgeldin Home Depot. Medyada özgürlüğe ve çeşitliliğe gülegüle. Merhaba “Hakikat Bakanlığı”: Amerika'da altı büyük medya kurumu,medyanın yüzde 80'ni kontrol ediyor, “serbest pazar” ve “devlet problemdir” doktrinini kusuyor.
O halde çeşitlilik, serbest pazar ve rekabet nasıl korunacak? Tekel kanunlarının müdahalesinden başka? ki devlet faaliyeti demektir ve liberteryanın lanetlediği bir şeydir.
Nihâi sonuç nedir? İmtiyazlı azınlık için “hayat, özgürlük ve mülkiyet”, geri kalanına yoksulluk ve hizmetkârlık. Eksi toplamlı bir oyun bu.
“Kişinin kendi başına olması”, iki kişilik kanoda işe yaramadığı gibi sosyal düzende de yaramaz. İşbirliği içinde gayret olmadığı takdirde, müşterek kabul görmüş ve hukuken uygulanan kurallar olmadığı takdirde, müşterek amaçlar olmadığı takdirde bir toplum muvaffak olamaz.
Artı toplamlı bir toplumda özgürlük ve özerklik
Bir liberteryan “senin tanımladığın arı kovanı veya karınca kolonisi düzenidir. Hâlis muhlis komünizm. Yaşamayı dileyeceğim bir yer değil. Kişisel özgürlük ve özerklik, senin 'karşılık fayda için işbirlikçi teşebbüsünde' nasıl inkişaf edebilir?” diyecektir.
Aklı başında bir cevabı, Sovyet komünizminin çöküşünden sonra “kovboy kapitalizminin” hüküm ferma olduğu günlerde, Moskova Üniversitesi'nde Profesör olan bir Rus arkadaşım vermişti. “Komünizm altında özgürlüğün olmadığı bir düzen vardı. Sonra, düzen olmadan özgürlüğün olmayacağını keşfedelim diye düzenin olmadığı bir özgürlük geldi.”
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı