Mısır ve Tunus’ta otokratik rejimlerin devrilmesiyle birlikte – Libya’nınki gibi diğer Arap diktatörler ise ipin ucunda – bazıları mutluluktan uçarcasına Ortadoğu’ya demokrasinin geldiğini ilan ediyorlar. Ortaya çıkan rejimler kendilerine demokrasi diyebilirler ve dünya bu yalanı kabullenebilir ama bir sistemin testi, güç ilişkisinin sahnenin ardında nasıl işlediğidir.
Tunus ve Mısır gibi nispeten güçlü kurumsal geleneklere sahip devletlerde bir demokrasi formu gerçekten gelişebilir. Fakat “Libya” ve “Yemen” gibi devletten çok coğrafya ifade eden yerlerde melez rejimlerin üremesi daha muhtemeldir. Böylesi rejimlerde, ki tarih bunlara âşinadır, askerler, iç güvenlik birimleri, aşiretler ve tecrübesiz siyasi partiler nüfuz yarışına girerler. Süreç, tutarsızlık ve istikrarsızlık üretir, üstelik otoriteryanizmin ve demokrasinin niteliklerini uhdesinde bulundururken. El yordamıyla gerçek moderniteyi aramak olduğu nispette anarşi değildir bu.
Ortadoğu’da tam demokrasilerin ortaya çıkmasının önündeki bir diğer engel de şu: Sosyal medyayı kavramış ve kurşunlara kafa tutmaya gönüllü gençler bir rejimi devirebilirler ama ille de hüküm makamında olacaklar diye bir şey yok. Yönetmek için hiyerarşik örgütler gerekir. Bu örgütler gelişirken de çeşitli karma sistemlerin oluştuğuna şahit olacağız – yani diktatörlük-demokrasi gibi siyah-beyaz karşıtlıklar yerine çeşitli gri alanlar olacaktır.
Hıristiyanlık, Antikçağın sonlarında Akdeniz havzasında yayılırken kadîm dünyayı birleştirmedi veya onu ahlaken daha da saflaştırmadı; bilakis Hıristiyanlık hepsi de birbirleriyle çatışan çeşitli ayinlere, mezheplere ve sapık inançlara bölündü. Güç siyaseti eskisi gibi devam ediyor. Demokrasinin yayılmasıyla birlikte benzer bir şey meydana gelebilir.
Her bir Arap ülkesinin evrilen sistemi alışılmış bir senaryoyu sahneleyecektir: ABD, Meksika’da tek parti diktatörlüğü varken onunla nispeten az bir bakım gerektiren bir ilişkiye sahipti. Fakat Meksika çok partili demokrasiye doğru evrildiğinde ilişkiler daha zorlaştı ve daha bir karmaşıklaştı. Bir kriz nüksettiğinde artık aranacak tek adam veya tek bir telefon numarası yoktu. Washington, Meksikalı bir dizi şahsiyeti aynı anda aramak ve lobi yapmak durumundaydı. Benzer bir karmaşıklık dönemi bu kez Arap dünyasında ortaya çıkmak üzere – ki işleri hallettirmekten ayrı olarak bir de gerçekte kimin sorumluluk makamında olduğunu bilme meselesidir bu.
Ortadoğu’daki ayaklanmaların ABD’den çok Avrupa üzerinde derin etkileri olacaktır. Avrupa 1989’da Sovyetler Birliği’nin eski uydularını yutmak için doğuya doğru ilerlemesi gibi şimdi de güneye doğru ilerleyecektir. Kuzey Afrika’nın, Akdeniz’in kuzey kuşağıyla bağlantısı ekonomik ve sosyal kalkınmayı boğan ama aşırılık yanlısı siyasetin üremesini de kolaylaştıran otokratik rejimlerden dolayı onlarca yıldır kesikti. Kuzey Afrika, Avrupa’ya ekonomik göçmenlerden fazlasını vermedi. Ancak şimdi melez rejimlere doğru evrilirken, bitişikteki Avrupa’yla siyasi ve iktisâdi etkileşimlerin derecesi de artacak. Bu Arap göçmenlerinden bazıları reformcu politikaların yaratacağı fırsatlardan dolayı ülkelerine dönebilirler. Akdeniz, sömürge sonrası dönemin çoğunda olduğu gibi bölen değil bağlayan olacaktır.
Elbette Tunus ve Mısır Avrupa Birliğine katılmak üzere değiller. Fakat AB’nin derinleşen dahlinin gölge alanları olacaktır. Bizzat Avrupa Birliği daha hırslı ve hantal bir projeye dönecektir.
Bu ayaklanmaların tarihi ve coğrafi bakımlardan gerçek hâmili Türkiye’dir. Osmanlı Türkiyesi modern dönemde Kuzey Afrika’yı ve Akdeniz’i yüzlerce yıl yönetti. Bu yönetim despotikse de bugünün Arapları üzerinde kapanmayan yaralar bırakacak denli baskıcı değildi. Yakın zamanlara kadar generallerin ve politikacıların iktidarı paylaştığı melez bir rejimden demokrasi ortaya çıkaran Türkiye, bu yeni kurtulmuş devletlere İslami demokrasinin rol model olabilecek timsalidir. Türkiye 75 milyonluk nüfusu ve yüzde 10 büyüme hızıyla Akdeniz’de yumuşak güç tasarruf edebilecek demografik ve ekonomik devdir.
İroniktir, Ortadoğu’nun otoriteryanizmden çıkışı Amerikan güç projeksiyonunu engelleyecektir. Melez rejimlerin karmaşıklığından dolayı her bir başkentte Amerikan nüfuzu da sınırlanacak. Türkiye’nin ise daha yeni kurtulmuş Araplar nazarında avatar olması muhtemeldir. Amerikan nüfuzunun muhafazası demokrasinin ortaya çıkmasıyla değil de birçok Arap devletine yapılacak askeri yardımla ve bölgeye musallat olmayı sürdürecek bölünmelerle, bilhassa da nükleer, Şii İran tehdidiyle mümkündür.
Amerikan güç kaybını hafifleten, Arap dünyasının jeopolitik bakımdan zayıflaması olacaktır. Arap toplumları, uzun zamandır ihmal edilen sosyal ve ekonomik dertleri gidermek üzere içe dönmüş ve melez sistemlerdeki liderleri güçlerini pekiştirmek için birbirleriyle mücadeleye tutuşmuşken, dış politika kaygıları için çok az enerjileri olacaktır.
Siyaset bilimcisi Samuel Huntington ABD’nin siyasi sistemini İngiltere’den mirâs aldığını dolayısıyla da Amerika’daki dönemsel ayaklanmaların otoriteyi sıfırdan kurmak için değil de onu evcilleştirmek için olduğunu söylemiştir. Arap dünyası şu an tam tersi bir sorunla karşı karşıyadır: Zorba yönetimlerin küllerinden meşru siyasi düzenler kurmaları gerekiyor. Ortadoğu tarihinin bir sonraki sahfasına hâkim olacak olan demokrasiden çok merkezi otorite krizidir.
Kaynak: Washington Post
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın