Türkiye, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki demokrat gençler için bir model haline geliyor. Dinsel ılımlılık, ekonomik dinamizm, askeri güç ve dış politikada yaratıcılık gibi özelliklere sahip olan Türkiye, müreffeh bir Arap dünyası hayali kuranlara ilham veriyor.

Siyasi özgürlükler, hesap veren bir sistem, yolsuzlukla mücadele ve ekonomik adaletin tesisi, Arap dünyasındaki demokratik protestoların ana maddeleriydi. Türkiye’nin bu konulardaki sicili, İslam dünyasının dikkatini çekiyordu. Fakat Türkiye’nin seçimle gerçekleşen temsili ve piyasa ekonomisi deneyimleri kendine özgü; Türkiye tarihi ve kültürünün barındırdığı ayırıcı özelliklere verilen birer karşılık niteliğinde. Dolayısıyla bu örnek başka yerlerde tekrar edilemeyebilir.

Türk modeli ilham verici. Fakat bu model, İslam dünyasının geri kalanı için pratik dersler verebilir mi?

Örnek olmak için yetersiz
Türkiye, İslami hareketlerin nasıl ılımlı ve pragmatik siyasi partilere evrilebileceğini gösteriyor. Ne var ki Türkiye, 1980’lerde gerçek anlamda otoriter bir devlet yapısına sahip değildi. Bu anlamda Türkiye, Mısır ve Tunus gibi ülkelerde bulunan ve Avrupai tarzda laik-parlamenter bir sistem kurmayı dileyen liberal demokratlar için o kadar da uygun bir model teşkil etmiyor. Mısır ve Tunus’ta yaşanan, daha otoriteryen bir sistemden demokrasiye uzun vadeli bir geçiş olarak algılanabilir.

Dahası, Türkiye’nin serbest pazar merkezli ekonomisi, daha eşitlikçi ve refah odaklı bir ekonomik sistem inşa etmek isteyen protestoculara cazip gelmiyor. Kuzey Afrika’daki devrimler, otokratik liderleri tarafından oluşturulan çarpık pazar ekonomilerinden sıtkı sıyrılmış halk yığınlarının tepkisine dayanıyordu. Çoğu Arap ülkesi, Türkiye’nin sahip olduğu ekonomik değerlerin özgün kombinasyonundan yoksun. Türkiye, muazzam bir enerji geçiş noktası ve bir ziraat devi. İyi eğitimli bir nüfusa sahip, Avrupa Birliği’ne yakın ve devasa bir endüstriyel-bilimsel altyapıya sahip.

Bunun yanında, değişik cephelerde Türkiye’nin sergilediği başarıyı abartma eğilimi mevcut. Örneğin, Türkiye’nin genç nüfusu içindeki işsizlik oranı, çift haneli rakamlara ulaşmış durumda ve kişi başına düşen milli gelir, dünya ortalamasının biraz üstünde. On yıllık bir büyüme sürecine rağmen Türkiye, gelir dağılımında adaleti sağlamaktan bir hayli uzak. Ayrıca Türkiye’nin, yoğunluklu Kürt nüfusun yaşadığı güneydoğu bölgesiyle kozmopolit batı bölgesi arasındaki gelişmişlik uçurumunu kapatmak için yapması gereken çok şey var.

Ordunun devlet üzerindeki egemenliğini zayıflatmaya çalışan AKP’nin, kendi siyasi vesayet sistemini yaratması gibi bir tehlike var. Bu açıdan bakıldığında, hükümetin gazetecilere uyguladığı amansız baskı hiç de olumlu bir işaret değil; Arap dünyasının takip edeceği bir örnekse hiç değil. 2010’da Türkiye, Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Singapur ve Mısır gibi otokratik ülkelerin bile altında yer aldı. 2011’deyse, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın yayımladığı bir raporda,Türkiye hapisteki gazeteci sayısı bakımından dünya lideriydi.

Arapların AKP’den farkı
Türkiye’de demokratikleşmeye giden yol, onyıllara yayılan bir deneme-yanılma süreciyle inşa edilmişken Arap Baharı, Tunuslu Muhammed Buazizi’nin kendini yakmasıyla alevlendi. Önemli tarihçi Perry Anderson’a göre, şu an Arap dünyasında yaşananlar, 1810’da başlayıp 1825’te biten Hispanik-Amerikan kurtuluş savaşlarını, 1848-49 Avrupa devrimlerini ve 1989-91’de Sovyet blokunda yer alan rejimlerin çöküşünü andırıyor. Kısacası Arap Baharı, emperyal müdahalelere ve Arap dünyasındaki kan emici otokrasilere karşılık niteliğinde bölgesel, ulusaşırı ve tarihsel bir olay. Tunus ve Mısır gibi belli başlı ülkelerdeyse, eski düzenin itibarının yerle bir edilmesi anlamına geliyor.

Türkiye’nin yakın geçmişte yaşadığı değişim, çok da radikal değildi. AKP, şeklî demokrasiye ve modern bir topluma sahip, ABD uydusu bir devlet temelinde, postmodern bir Türkiye inşa etti. İslamcılar ve demokratlar, rejimi değiştirmeyi amaçlamadı; bunun yerine Türk devletini içeriden yenilemeyi tercih ettiler.

Arap protestocular, aynı zamanda şirketlerin çıkarlarını, ekonomik küreselleşmeyi ve demokratik olmayan istikrarı ön plana çıkaran bir dünya düzenine karşı da tepki gösteriyor. Türkiye’yse, küresel neo-liberal düzenle olan bağlarını en iyi biçimde kullanmaya çalışıyor. Bu nedenle Fortune dergisinin sıraladığı ilk 500 şirket arasında Türk şirketlerinin bulunmasına şaşmamalı. AB üyeliği vaadi, Türkiye’deki reformlar için itici güç oldu, ama Arap ülkeleri böyle bir dış güce bel bağlayamaz.

Türk modeli, ılımlı İslami bir partinin önderliğinde demokratikleşen bir Avrasya ülkesi sunuyor; Arap dünyasında istenense, iflas etmiş otokratik sistemleri de kapsayan toptan bir sosyal değişim. Arap Baharı’nın önderleri, daha geniş bir yelpazeye bakabilirler; Latin Amerika ve Doğu Avrupa deneyimlerinden çok şey öğrenebilirler.

Türk modeli, Arap dünyası için en uygun model olmasa da ülkenin başka alanlarda sunduğu örnekler de yok değil. Kendi ülkelerinde İslam ilkeleri üzerinde yükselen demokrasiler inşa etmek isteyen birçok İslamcı Arap partisi ve cemaat yapıları, AKP’den ilham alabilir. AKP’nin pragmatizmi ve oyunu hukuk çerçevesinde oynama kararlılığı, Arap dünyasındaki muadilllerine yararlı bir örnek teşkil edebilir.

Türkiye, en azından söylem düzeyinde, Arap sokaklarının siyasi değişim taleplerini desteklemekte önemli rol oynuyor. Lojistik düzeyinde Başbakan Erdoğan, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad gibi bazı Arap liderlerini, kendi demokrasi deneyimlerinden bir şeyler öğrenmeleri için ülkesine davet etti. Türkiye, kendisini bölgenin geri kalanı için bir model olarak sunmaktansa, gönüllü arabuluculuk rolü üstlendi. Arap liderlerini kendi halklarının sesine kulak vermeye teşvik ederken, muhalefet güçleriyle de diyalog kurmanın yollarını arayan Türkiye, bu anlamda temkinli adımlar atıyor.

ABD’ye ders niteliğinde
Arap dünyası, Türkiye modelini takip etmek yerine liberal reformlar ve demokratik açılım için kendine özgü bir yol bulmalı. Arap dünyasının kültürel ve entelektüel tarihi, ortaçağa ve hatta birçok Arap aydınının modernlik, özgürlük ve İslami kimlik üzerine kurulmuş kendilerine has bir toplumsal proje ortaya koydukları 18. ve 19. yüzyıl Arap rönesansına kadar götürülebilir. Bu entelektüel miras, yeni bir Arap dünyasının yapıtaşları olarak kullanılabilir. En nihayetinde, Arap Baharı’ndan ortaya çıkan toplumsal proje, Arap dünyasının etnik, dilsel, kültürel ve kendine özgü jeopolitik ve ekonomik temellerine dayanmalı.

ABD de Türkiye’yle ilişkilerinden bir ders çıkarabilir. İslami hareketleri aşırılıkçı ve ulusal güvenliğe tehdit olarak elinin tersiyle itmek yerine, AKP’yle olan dinamik ilişkilerini, İhvan gibi Arap İslamcılar arasındaki nispeten ılımlı unsurlara yönelik daha uzlaşımcı ve stratejik bir yaklaşım geliştirmek için bir fırsat olarak kullanabilir. ABD, Arap dünyasında yaşanan demokratikleşmenin rotasını tayin etmemeli; bunun yerine bölgedeki aktörlerin kendi otokrasi-sonrası geleceklerini inşa etmeleri için uygun koşulların yaratılmasına yardımcı olmalı. (Manila merkezli Foreign Policy In Focus adlı düşünce kuruluşunda dış ilişkiler analisti, 20-22 Mayıs 2011)


Kaynak: Radikal