4 ekimde Riyad’da devlet kontrolündeki Suudi Haber Ajansı’ndan, doğudaki Katif şehrinde huzursuz Şiilerle Suudi güvenlik kuvvetleri arasında şiddetli çatışmalar meydana geldiğini bildiren kısa, meşum bir haber geldi. Ajans, "bir grup isyan, ihtilaf ve karışıklık tahrikçisinin”, molotofkokteylleriyle mücehhez bir şekilde krallığın petrol açısından zengin bölgesinin merkezinde toplandığını bildirdi. Yetkililer protestocuları temizlerken 11 polis yaralandı. Hükümet, bundan sonra "herhangi bir paralı asker ya da kandırılmış kişi" tarafından yol açılan bir ayrılığa “demir yumrukla” karşılık vereceğini açıkladı. Bu arada o, isyanlar için suçlayan parmağını “yabancı bir ülkeye” doğrulttu. Bu da baş rakibi İran’a hafifçe örtülü bir işaretti.
Suudi Arabistan tüm Arap Baharı boyunca tek bir rol oynadı. Riyad, yol gösteren eliyle - ve sık sık demir yumrukla - tüm bölge boyunca olayları idare etmek için bıkmadan usanmadan çalıştı. Gerçekten Arap ayaklanmasında, Orta Doğu boyunca temsili hükümete geniş çaplı ve hızlı bir geçişin sonunu getiren bir an varsa bu, şubat ayının son günü, Suudi tanklarının komşu Bahreyn’de iktidarı tehdit eden kitlesel ayaklanmanın bastırılmasına yardım etmek üzere sınırı geçmesiyle meydana geldi. İstila, acil bir stratejik gayeye hizmet etti: Bu güç gösterisi, Riyad’ın Manama’daki dost Sünni monarşisine, çoğunluk Şii nüfusu kontrol altında tutması ve iktidarda kalması için ihtiyacı olan kuvveti verdi.
Ama bu, Kral Abdullah Bin Abdulaziz El Suud’un güç kullanarak elde ettiği tek avantajı oldu. Saldırı, Suudi Arabistan'ın petrol zengini doğu eyaletinde, Bahreyn’den işaret alan son zamanların huzursuz Şii azınlığındaki ivmeyi bastırdı. Tankların ilerleyişi ayrıca İran yayına sembolik bir atış olarak da hizmet etti: Bu arsız hareket, Riyad’dan, bölge çapında karşı devrime liderlik etme kararlığında yumuşak diplomasiden tam kapsamlı askeri müdahaleye kadar hiçbir şeyden geri kalmayacağına dair Orta Doğu’daki her devlete açık bir işaretti
Riyad, Arab Baharı'nın başlangıcından itibaren mahalli ihtilaflara doğrudan müdahale etti. Krallık, ocak ayında Tunus'un devrik lideri Zeynel Abidin Bin Ali'ye sığınma hakkı teklif etti. Arap diktatörler için halkın adaletinin bir kural olmamasını isteyen Riyad, Bin Ali'nin yargılanmak üzere iadesini sürekli reddetti. (Bugüne kadar o, Riyad'da kalmaya devam ediyor). Ayrıca, Bin Ali, avukatı aracılığıyla yayımlanan ifadelerinde sürekli Tunuslulara "modernleşme" yoluna devam etmeleri çağrısında bulundu. Suudi ev sahiplerini rahatsız etme korkusuyla, bir laiklik taraftarı olarak en büyük korkusu olması gereken, ana İslamcı parti En-Nahda'nın ("Uyanış") Tunus siyasi sahnesinde çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmasından bahsedemedi. En-Nahda'nın, en azından kısmen, Suudi Arabistan ve Basra Körfezi ülkelerinin maddi desteğiyle, hızlı bir şekilde yükseleceğine dair yaygın bir inanış var.
Bölge boyunca İslamcılar Riyad'ın lehine çalışıyorlar. Eski Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'in düşüşüyle Suudiler, Müslüman Kardeşler ve onun çok daha sertlik yanlısı olan ve Suudilerden para yardımı aldığı bildirilen Selefi müttefikleri üzerinde yeni bir nüfuz elde ettiler. Mübarek sonrası dönemde Müslüman Kardeşler önem kazandı. Bu, toplantılarına yüz binlerce kişiyi çekebiliyor. Gelecek seçimleri de silip süpürecek gibi görünüyor. Müslüman Kardeşler üyeleri, eski Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır döneminde onlarca yıl uygulanan baskılar sırasında Suudi Arabistan'da kendilerine sığınacak yer buldular. Bugün, daha radikal İslamcılar Suudi kraliyet ailesinin Batı'yla haince bağlantılarını kınarken en ufak bir eleştiri kırıntısında dahi bulunmayan parti, Riyad için iyi bir ortak teşkil ediyor. Suudi Arabistan çaresiz bir şekilde, son günlerine kadar Mübarek'e destek verdi. Krallık şimdi devrim sonrası Mısır'da ülkenin yeni siyasi muktedirleriyle yakın bağlantılar kuruyor.
Tüm bunlar Yemen'deki durumu oldukça aşikar kılıyor. Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih, haziranda sarayının bombalanması sırasında yaralanınca Suudi Arabistan'a (başka nereye olabilirdi ki?) kaçtı. Salih geçen ay ülkesine dönünce kendisini hiç olmadığı kadar Riyad'a borçlu buldu. Haddizatında onun hayatını Suudi doktorlar kurtarmıştı ki, aşiretlerin yaşadığı bir bölgede bu tür şahsi borçlar hemen unutulmaz. Ama Salih bunu pek mesele de yapmayabilir: Başkent Sana'a'da yorgun protestocular, işgal ettikleri ana meydanları büyük ölçüde terk ettiler. Meydanlar, ülkedeki ana İslamcı parti Islah'a (İslamcı Reform Topluluğu) bağlı eylemciler tarafından devralındı. Islah, güçlü, Suudi destekli Haşid aşiret konfederasyonunun önde gelen üyeleri tarafından kuruldu. Bu konfederasyonunun Salih'in karşısına geçme kararı ayaklanmada önemli bir andı. Halen devam etmekte olan bu güç mücadelesinde ister Salih ister Haşidler zafer kazansın, iki netice de Suudilerin işine yarıyor.
Orta Doğu'nun geleceğine bakılırsa muhtemelen en kararlı değişim Suriye'de meydana gelir. Kral Abdullah'ın ağustos başında halk isyanını insanları öldürerek bastırması dolayısıyla Suriye'yi kınaması büyük bir ironiydi. Şüphesiz Riyad'ın örnek insan hakları sicili daha azdır. Keza, Kral Abdullah'ın, Suudi Arabistan'ın Şam büyükelçisini çektiğini duyurması, Riyad'ın bölgedeki karşı devrimi İran'ın kavramasını hafifletmek için devam etmekte olan çabalarında bir başka safhayken, Suriye rejiminin işlediği vahşete karşı küçük bir protestoydu. Körfez İşbirliği Konseyi'ndeki dostları - Kuveyt ve Bahreyn - da eş zamanlı olarak büyükelçilerini çekme kararı aldılar. Bunu Arap Birliği tarafından, Şam'ın devam eden katliamları hakkında endişeler ifade eden bildiri takip etti. Bu da krallığın müttefik bulma ve onları bölgesel güç merkezindeki ezgilerle dans ettirme kabiliyetini gösterdi.
Suriye rejimi çökerse (bu pek yakındır ama barışçı gösteriler silahlı isyana yol açtıkça daha daha muhtemel görünüyor), bu sadace vahşi bir diktatörlüğün değil Tunus'un dışında görünürde laik olan tek Arap devletinin de sonu manasına gelir. Bu da Riyad için bir başka kazanç olur. Bununla beraber, Suudi Arabistan'n sert tutumunun ışığında gerçek soru, rejim çökerse Suriye'de ne meydana geleceğini tasavvur ettiğidir. Açıkçası Riyad'ın ümidi Esad sonrası Suriyesi'nin, kendisini Şam'da yeni bir Sünni liderliğinde, İran karşıtı bir hükümete uyumlu hale getirmesidir. En azından kısa vade için ümidini kesmeyebilir. Çünkü Suriye'nin kanlı, mezhep kaynaklı bir iç savaşa düşmesi, yeni bir hükümete düzgün bir şekilde geçildiğini müşahede etme ihtimalinden daha fazladır. Buna rağmen Riyad, Müslüman Kardeşler ve müttefiklerinin nihayette başa geçmesi için bastırıyor. Suriyelilerin çoğunluğunun Sünni olması ve Müslüman Kardeşler'in en iyi organize olmuş muhalefet grubu olması hasebiyle uzun vadede boşluğu dolduracak en muhtemel grubun Müslüman Kardeşler olduğu elbette doğrudur.
Arap Baharı, daha fazla özgürlük ve demokrasi getirme ümidi ihtiva ediyorsa, bölgenin Washington'la müttefik süper gücü ve en antidemokratik, en baskıcı rejimi olan Suudi Arabistan'ın başlangıçtan bu yana olan etkisine meydan okumalıdır. Bu gerçekten abartılı bir istektir. Ayaklanmaların trajik ironisi, tam zıddının meydana gelmiş olmasıdır.
Kaynak: Foreign Affairs
Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas