Türkiye, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da kendini yeni bölgesel devlet olarak ispat etmek için deneme balonlari patlatmaya başladı. Başbakan Erdoğan'ın Arap Baharı Devrimleri'nin başarılı olduğu Mısır, Tunus ve Libya gibi ülkelere yaptığı ziyaret, çok farklı alanlardaki hedeflere ulaşmaya yöneliktir.
Bölgeyi yakından takip eden gözlemciler, Türkiye'nin, Osmanlı İmpartorluğunun etkili olduğu bölgelere tekrar güçlü bir şekilde dönebileceğini söylüyor. NTV Haber Müdürü Mete Çabukçu, Arap dünyasının kalbi olan Mısır'da Türkiye'nin etkisinin güçlenmesi durumunda, 'Bir zamanlar imparatorluğun bünyesinde yer alan topraklarda' Türkiye'nin büyüklüğünün gerçekten sağlanmasından bahsedilebileceğini söyledi. Bu arada, Kahire ziyaretinden önce birçok Türk televizyon kanalı, Türkiye'nin 'Bölgede jeopolitik inisiyatifi kapma gibi tarihi bir şansı' olduğunu belirterek Osmanlı dönemine işaret etti.
Arap Birliği'nde bir konuşma yapan Erdoğan, tezlerini yüksek sesle dile getirerek, BM'yi kuruluşu önümüzdeki günlerde ilan edilecek olan Filistin devletini tanımaya çağırdı.
Gerçi, Türk politikacıların çok azı bu 'İnisiyatif kapmanın' ne demek olduğunu izah edebildi. Çünkü Erdoğan'ın Kahire'ye gelişinden birkaç saat sonra, Mısır ile imzalanan anlaşmanın askeri ittifak değil, iki ülke arasındaki stratejik işbirliği ile ilgili bir anlaşma olduğu anlaşıldı.
Bazı Arap uzmanlar, Mısır ve Tunus'un farklı ülkeleri örnek ve model olarak alacaklarını savunuyor. Ünlü Arap yorumcu Muhammed Adil, bu duruma işaret ederek, Ankara'ya bu ülkelerle ortak geçmişe sahip olsa bile, demorasi temsilcisi şeklinde gitmemeyi tavsiye etti. Adil Mısır'ın Amerika, Tunus'un ise Fransız modelini tercih edeceğini öngörüyor.
Erdoğan'ın yeni İsrail söylemi bir çok soru işaretini de beraberinde getiriyor. Türkiye, kendini İslam dünyasının lideri olarak göstermeye çalışırken, İsrail ile olan ilişkilerini feda ediyor. Ayrıca Erdoğan, AB ve ABD'nin bölgeye geçişi için köprü rolünü de üstlenmeyi hedefliyor. Ancak Türkiye, Kuzey Afrika ve Orta Doğu'da, NATO'nun ileri karakolu ve ABD'nin sadık müttefiki olarak algılanıyor. Bu yüzden yeni Arap demokrasileri, aracı olmadan Batı ile muhatap olmayı tercih ediyor ve Türkiye'nin Arap dünyasındaki misyonu şu aşamada neredeyse tamamen tükenmiş olarak algılıyor.
Aynı siyasi görüş temelinden gelen Gül-Erdoğan ikilisinin iktidar olduğu yıllarda biriktirilmiş ekonomik ve siyasi potansiyelin, böyle bir 'oyuna' uzun vadede devam etmek için yetip yetmeyeceğini kimse bilmiyor. Şu anda Türkiye, AB üyesi olmak gibi stratejik hedefi olan, resmi olarak laik bir devlettir. Ancak 'Arap Baharı' sonucunda bölgedeki bazı ülkelerde yaşanan rejim değişikliği dışında, iki 'eski demokrasi' -Türkiye ve İsrail- ilişkiler gerilmeye başladı. Bu durum bölgedeki siyasi denge ve koalisyonları zedeliyor.
Türkiye, Batılı dostlarını İsrail ile yaşananların ve iki ülke arasındaki gerginliğin özel bir durumdan kaynaklandığı konusunda ikna edebilir.
Ancak burada da bir takım çekinceler söz konusu. Başbakan Erdoğan, Doğu Akdeniz'deki Türk Deniz Kuvvetlerinin Karadeniz ve Marmara Denizi'ndeki üç firkateyn ile güçlendirileceğini söylediğinde Brüksel hemen dikkat kesildi. Ankara, bu gemilerin İsrail tarafından abluka altına alınmış olan Gazze'nin Filistin kısmına kadar insani yardım taşıyacak gemilere eşlik edeceğini vurguluyor.
Türkiye'nin AB'den Sorumlu Bakanı Egemen Bağış, Akdeniz'de filo bulundurmanın gerekliliğini Kıbrıs'ta yaşanması muhtemel gelişmelere dayandırdı. Filonun hedefinin Kıbrıslı Rumların doğal gaz ve petrol yataklarını işlemesinin engellenmesi olduğundan bahsediyor.
Ülke liderlerinin kendilerini dünyada ispat etme ve gelişmeleri önceden görmesinin gerektiği anlar vardır. Şu anda bölgede yaşanan olayların gidişatı, Ortadoğu'da güç dengelerini değiştireceğini gösteriyor. Erdoğan iç politikada yaşananları ört bas etmek için Arap Baharı'nın başarıya ulaştığı ülkeleri ziyaret ederek, bir nevi siyasi manevra yapıyor. Bu manevra hafife alınmamalıdır.