Ne de olsa Arapları cezbetmek için çok fazla şey yapmanıza gerek yok. Romantik televizyon dizileriyle İsrail karşıtı yorumları bir araya getirin, kamuoyunun epey bir kısmını kazanırsınız. Türkiye bu basit formülü gayet iyi tatbik ediyor. Osmanlı döneminin eski sömürgeci gücü, şimdi Ortadoğu'ya geri dönüyor.

İslamcı köklere sahip AKP'nin hırsını ve Avrupa'nın kendisini kucaklamak konusundaki gönülsüzlüğünü arkasına alan Türkiye, Ortadoğu yolculuğuna yaklaşımların en yumuşağıyla başladı - acıklı pembe dizilerin ihracı Arap dünyasının dikkatini çekti. Cezbetme taarruzunu, Gazze harekâtı sırasında İsrail'e yönelik sert eleştiriler takip etti. Yahudi devletiyle ilişkileri geren bu eleştiriler, Arap kamuoyunda olumlu yankı buldu.

Ankara geçen yıl İsrail'le Suriye arasındaki esas arabulucu olsa da, Ortadoğu'da daha büyük bir rol oynama çabası son haftalarda iyice hız kazandı. Geçen ay Türkiye İsrail'le tatbikatlarını iptal etti. Birkaç hafta sonra Başbakan Tayyip Erdoğan İran'ın nükleer programının 'barışcı ve insani' olduğunu söyledi
- İran'la müzakere halindeki Batılı güçlerin Ankara'dan pek de duymak istemeyeceği bir mesajdı bu.

Neredeyse eş zamanlı olarak Türkiye Suriye'yle vize uygulamasını kaldırarak tarihsel açıdan son derece zor olan bir komşuyla ilişkilerinde çarpıcı bir ilerleme kaydetti. Ankara Irak'taki Kürt azınlıkla bile ilişkilerini iyileştiriyor, ki buradaki Kürtlerin özerkliği Türkiye tarafından uzun yıllardır bir tehdit olarak görülüyor.

Dubai'deki Emirlikler Üniversitesi'nde siyaset bilimi profesörü olan Abdülhalik Abdulla, "Kasabada yeni bir çocuk var ve bu Türkiye'den başkası değil. Türkler Arap kamuoyunu kazandı ve bir rol modeli haline geldi" diyor.

Yakın zamana dek Türkiye Ortadoğu'daki sorunların kıyısında duran bir ülke gibi görülüyordu. Ancak bölgesel bir aktör olarak memnuniyetle karşılanmasını sağlayan iki siyasi faktör var: İlki, Ankara'nın diplomatik atağı İran'ın daha dayatmacı tavrıyla keskin bir tezat arz ediyor. Tahran bölgede nüfuz sağlama çabasını radikal grupların desteğiyle yürütüyor ve izlediği politikalar İslami rejimi bazı önde gelen Arap yönetimleriyle karşı karşıya getiriyor. Üst düzey bir Arap yetkili şunu teslim ediyor: "Türkler çok akıllı - İran'ın yaptığını diplomasiyle yapıyor ve zemin kazanıyorlar. Nüfuz istiyorlar ama yavaşça ve kimseyi rahatsız etmeden."

İkincisi, Türkiye'nin başrol çabası iktidar boşluğuyla güç kazanıyor. Geleneksel güçlerin (bilhassa Mısır ve Suudi Arabistan'ın) olayları şekillendirme yetenekleri önemli ölçüde kayboldu, keza başlıca yabancı güç olan ABD'nin etkisi de. Türkiye'nin bölgedeki ilerlemeleri, ABD'nin İsrail- Filistin görüşmelerini canlandırma gayretlerinin sarpa sardığı bir döneme denk geliyor ve ABD'nin, müzakereyle çözüm bulunmasına destek veriyor görünmeyen Arap müttefiklerinin altını oyuyor. ABD'nin İran'la yakınlaşma çabaları da, Tahran'ın nükleer yakıt konusunda önerilen anlaşmaya direnmesiyle geri püskürtüldü. Böylece ABD'nin nükleer çözümün yolunun açılacağı yönündeki umutları boşa çıktı.

Beyrut'taki Carnegie Ortadoğu Merkezi'nin direktörü Paul Salim Türkiye'nin Müslüman ve Arap dünyası içinde, özellikle Mısır'ın hâkimiyetinin kaybolduğu ve İran'ın nüfuzunun Şii kimliğiyle sınırlandığı bir
ortamda liderlik rolü için gayet iyi bir konumda olduğunu savunuyor.

Salim Arap gazetesi Hayat'ta şu satırları yazdı: "Türkiye Ortadoğu'da moderniteyle entegre olmuş tek ülke. İran, Mısır ve diğer Arap ülkeleri geleceği temsil etmiyor. Türkiye edebilir. Bölgeyle derin tarihsel bağları bulunan büyük bir Sünni ülke olarak, Türkiye'nin Ortadoğu'daki yüzyılının başlangıcına tanıklık ediyor olabiliriz." (16 Kasım 2009)

Kaynak: Radikal