Başkan Barack Obama’yı eleştirenler, Amerikan askerlerinin yıl sonunda çekilmesinin Irak’ı altın tepsi içerisinde İran’a sunmak olacağını göremiyorlar. Bir diğer nokta da, ülkedeki Amerikan güçlerinin durumunu belirleyen Güçlerin Statüsü Anlaşması’nın yeniden müzakere edilmesinin Obama tarafından değil, Irak’ın demokratik olarak seçilmiş hükümeti tarafından reddedilmiş olması. Obama askerleri yeni yıldan önce eve getirerek, sadece bu anlaşmanın Amerika’ya düşen gereğini yapıyor.

Oysa Dışişleri Bakanı Hillary Clinton bile son Amerikalı Irak’ı terk eder etmez İran’ın Irak’a saldırmaya hazır olduğuna inanıyor gibi. Öyle ki, geçen haftasonu Tahran’ı, Amerikan güçlerinin Irak’ı terk etmesini fırsat bilerek oradaki etkisini arttırmaya çalışmaması konusunda uyardı ve Amerika’nın Irak’a verdiği taahhütleri ciddiye alması gerektiğini söyledi. Ancak Clinton’un gözden kaçırdığı şu: Irak 170 bin Amerikan askeri tarafından işgal edildiği zaman bile, İran’ın Irak politik sistemi üzerindeki etkisi, Amerika’nın etkisinden çok daha fazlaydı. Tahran Amerikan güçlerine saldıran milislere para yardımında bulunarak onları silahlandırmış ve Sünni gruplara karşı da bir mezhep savaşı başlatmış olabilir. Ancak İran’ın Irak üzerindeki asıl etkisi, Irak hükümetinde de temsil edilen Şii siyasi partileri sayesindedir. Ve bu etkisini (ve de Irak halkının ülkelerini işgal etmiş olan bu ordudan kurtulma isteğini) kullanan İran, batı cephesinde ortaya çıkmış bir tehdidi ortadan kaldırmak yolunda Washington’un da yardımıyla, her ne kadar istemeden de olsa, son 10 yılda önemli bir yol kat etmiştir.

İran son 10 yıla, iki düşman arasında sıkışmış halde girmişti. Bir tarafta kendisi için önemli bir tehdit olan Saddam Hüseyin, diğer tarafta ise, daha az önemli olmakla birlikte yine de tehlikeli sayılabilecek, Afganistan’da üslenmiş Taliban vardı. Suudiler ve ABD tarafından desteklenen Saddam Hüseyin tam sekiz yıl boyunca İran’a karşı, İslam Devrimini daha doğarken yok etmeyi hedefleyen ve bu amaçla kimyasal silah kullanmaktan bile kaçınmadığı acımasız bir savaş yürütmüştü. Taliban ise 1997’de İranlı diplomatları katlederek İran’a karşı neredeyse savaş açmıştı.

Bush yönetimi ise iki yıl gibi kısa bir sürede her iki tehdidi ortadan kaldırarak Tahran’a büyük iyilik yapmış oldu ki bu da, İran’ın Irak ve Afganistan’daki Amerikan işgallerine sıcak bakmasının sebebidir.

Birleşik Devletler, Saddam sonrası bir Irak’ın Ortadoğu’da uzun süreli bir askeri üs kurmak için uygun bir yer olacağını düşünüyordu. Irak’ın ilk genel valisi olan General Jay Garner: “20. Yüzyıl başlarındaki Filipinler’i bir hatırlayın. Orada donanmamız için bir kömür istasyonu vardı. Pasifik’te büyük bir askeri varlık bulundurmamız bu sayede mümkün oldu. Irak da, gelecek birkaç on yıl boyunca bizim Orta Doğu’daki kömür istasyonumuz olacak ve bölgede büyük bir güç bulundurmamıza olanak sağlayacak” demişti.

Garner fazla dayanamadı, ancak onun varisi L. Paul Bremer üç yıllık bir hükümet oluşturmaya çalışırken kendisini Iraklılar ile çatışır bir pozisyonda buluverdi. Irak’taki Şii çoğunluğun en önemli dini liderlerinden olan ve din adamlarının yönetimine karşı çıktığı için İran’daki mollalarla da ters düşmüş olan Ayetullah Ali Sistani ise, işgali yasallaştıracağı düşüncesiyle Amerikalı yetkililerle görüşmeyi bile reddederek Washington’u zor durumda bıraktı. Sistani, Iraklılar’ın kendi hükümetlerini seçmesine izin verilmesi gerektiğinde ısrar ederek yüz binlerce insanı sokaklara döktü ve ABD’nin geri adım atmasını sağladı.

Hem o hem de daha sonraki seçimler, Şii İslamcı partilerin başkanlık ettiği ve Washington’dan çok İran’a yakın hükümetlerin kurulmasıyla sonuçlandı. Maliki hükümeti bağımsız ve milliyetçi ve elbette İran’a yem olmak niyetinde değil. Ancak Washington’ın bölgeyle ilgili beklentilerine cevap vermek bir yana, İran’ın izole edilmesine yönelik çabalara bile katılmıyor. Bağımsızlığı korumanın yolu her iki tarafla da iyi ilişkiler kurmaya bağlı olmasına rağmen, İran’ın talepleri karşısında daha olumlu bir tutum sergiliyor.

Sonuç olarak, bölgedeki Amerikan askeri gücünün en fazla olduğu dönemde bile, İran’ın Bağdat üzerindeki etkisi, Washington’un etkisinden fazlaydı.

ABD, içlerinde eğitmen, güvenlik görevlisi gibi elçilik personelinin de bulunduğu 17 bin kişi ve CIA’in gizli operasyonları vasıtasıyla Irak’taki varlığını koruyacak gibi gözüküyor. Irak ise İran ve Suudi Arabistan arasında çıkabilecek bir mezhep çatışmasının savaş alanı haline gelmek, ülkenin kuzeyinde, Kerkük gibi şehirlerde Kürtler ve Araplar arasında çeşitli gerginlikler baş göstermesi veya Sünni isyancıların yeniden güç kazanması gibi çeşitli tehlikelerle yüz yüze.

Fakat İran’ın stratejik bakış açısına göre, bunlar olumlu olarak nitelenebilecek gelişmeler. İran’ın dostları iktidardayken, düşmanları muhalefette. Üstelik Irak’taki Amerikan varlığı da hızla geriliyor. İran, tam da barışa ulaşmak üzereyken Irak’a karşı yeni bir savaş başlatmak niyetinde değil.

Amerika’nın Irak’tan çekilmesi, İran’a verilmiş bir hediye değildir. Amerika’nın İran’a gerçek hediyesi, Irak’ı işgal etmek olmuştur.

Kaynak: Star