Immanuel Wallerstein
1945'ten sonra Amerika'nın jeopolitik stratejisi, sağlam kaya gibi görünen şey üzerine kuruluydu: II.Dünya Savaş'ında mağlub edilmiş iki düşman üzerinde denetim kurmak. Her iki ülke de uzun bir süre tek bir muhafazakar parti tarafından yönetildi: Almanya'da Hıristiyan Demokratlar Birliği (CDU), Japonya'da ise Liberal Demokratik Parti. Bu iki parti, Amerika ile yakın ittifak politikası izlediler ve Amerika'nın jeopolitik duruşlarına inançlı bir destek verdiler.
Sarsılmaz destek, evvela Almanya'da sarılmaya başladı. Hıristiyan Demokratlar Birliği, iktidarı Sosyal Demokrat Parti ile nöbetleşe devralmaya başladı; Sosyal Demokrat Parti'nin Şansölyesi Willy Brandt 1969'da Sovyetler Birliğiyle bir tür yumuşama arayışındaki Ostpolitik'i başlattı. Almanya'nın ABD ile bağlarındaki zayıflama ağır ağır ilerledi ta ki Almanya'nın ABD'nin Irak işgalini onaylama niteliğindeki ABD destekli BM Güvenlik Konseyi Kararını bozguna uğratmak için Fransa ve Rusya ile ittifaka girdiği 2003 yılında kırılana dek.
Japonya'da benzer bir gelişme söz konusu olmadı ta ki Yukio Hatoyama liderliğinde Japonya Demokrat Partisi'nin (JDP) Japonya'nın ABD ile "uşakvâri" ilişkileri üzerinde yeniden düşünen bir platformda Liberal Demokrat Parti'yi (LDP) iktidardan süpürdüğü 31 Ağustos 2009 tarihine kadar. Hatoyama, ABD-Japonya Güvenlik Anlaşmasını "Soğuk Savaş kalıntısı" olarak tanımladığı ve Japonya'nın ABD'ye aşırı bağımlılığı artık terk etmesi çağrısını yaptığı bir makaleyi 1996 yılında yayınlamıştı.
ABD-Japonya ilişkilerinde çoktandır çekişmeli bir mesele vardı: Okinawa adasındaki Amerikan askeri üslerinin varlığı ve üslerin yönetimi. ABD, ahenksizliği azaltmak adına LDP ile oturarak Okinawa adasındaki askerlerden bir kısmını Guam'a nakledecek ve mevcut askeri üssü Okinawa'nın uzak bir köşesine taşıyacak yeni bir düzenleme üzerinde müzakere yürütüyordu. Ama ne ki Hatoyama, Amerikan askerlerinin adayı bütünüyle terk etmesini istiyor görünmekteydi. JDP'nn koalisyon ortaklarından Sosyal Demokrat Parti'nin güçlü bir sesle ifade ettiği görüş buydu.
Başka bir pürüz daha var. ABD ve Japonya arasında yapılan gizli bir anlaşma gün yüzüne çıktı. Okinawa 1945'ten beri ABD işgali ve tam bir ABD denetimi altındaydı. ABD 1972'de adayı Japonya'ya "iade" etmeye rıza gösterdi ve üssü elinde tutmayı sürdürdü. Ancak bir problem vardı. ABD'nin Okinawa adasında nükleer silahları mevcuttu. Japonya'nın ise nükleer silahlara sahip olmamak, nükleer silah üretmemek ve Japonya'ya nükleer silah girişine izin vermemek gibi üç ilkeden oluşan bir politikası vardı. Bu ilkeler galiba Amerikan üssüne de tatbik edilecekti ama Başkan Nixon ve Japonya Başbakanı Eisaku Sato 1969'ta Amerika'nın "olağanüstü" durumda Okinawa'ya nükleer silah sokmasına izin veren bir anlaşma imzaladılar demek ki. Bu, Japonya'nın resmi politikasının doğrudan ihlali olduğundan dolayı gizli tutuldu ve Japonya'da ancak çok az sayıda kişinin bu durumdan haberi oldu.
İlave olarak, Hatoyama göreve başladıktan sonra Çin, Güney Kore ve Japonya'yı anarak fakat ABD'yi dışarıda tutarak Doğu Asya Birliği çağrısında bulunmakla yangına benzin döktü.
Tüm bu olaylara karşı Amerika'nın tepkisi başlangıçta Hatoyama'nın duruşunu "tecrübesiz ve popülist" bir hükümet söylemi olarak görmek oldu, yani çok da ciddiye alınmamıştı. Fakat Hatoyama teklif edilen yeni Okinawa anlaşması üzerinde lafı eveleyip geveledi ve ABD yönetimi ona karşı daha bir güvensizlik beslemeye ve Japonların jeopolitik stratejisinde yeni bir dönemeç olarak görülen şeyin uzun vadeli çıkarımları hakkında üzüntü duymaya başladı. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, ABD'nin askeri üsle ilgili olarak teklif edilen yeni düzenlemenin şartlarıyla oynamayacağını lafını esirgemeden söylemek için Aralık ayı sonunda Japonya Büyükelçisiyle bir araya geldi. Fakat şimdi Washington Post, ABD'nin Hatoyama'ya "kırgın" olduğunu ve Japonya'nın duruşunun, daha önce düşündüklerinden çok daha "sorunlu" olmasının tamamen mümkün olduğunu gözönüne aldıklarını bildiriyor.
Japonya'nın iki önemli gazetesinin, Asahi Shimbun ve Yomiuri Shimbun'un, geçen ay op-ed makaleler yayınlayarak, başyazılar kaleme alarak ABD'yle bu kopuşa karşı ihtarda bulundukları doğru. Fakat Almanya ABD'yle bulunduğu aynı saftan ayrılırken Almanya'daki muhafazakar gazeteler de öyle yapmıştı. Hatoyama, ABD'yle arasında mesafe koymayı yavaşlatması için halen bir miktar iç baskı altında ve bu yüzden de lafı ağzında geveliyor. Fakat lafı gevelemek, daha önceleri "sağlam kayaların" sadâkati hakkında üzüntü duymaya ihtiyacı olmayan bir müttefik ile yakın bağları onarmakla aynı şey değildir.
Güney Kore'deki mevcut muhafazakar iktidarın Japonya hakkında ABD'yle aynı görüşü paylaştığı düşünülüyor şu an. Ancak Güney Kore, ABD ile arasına mesafe koymaya başlayalı çok oldu ve tekrar iktidara gelen bu aynı muhafazakar partinin liderliğinde başladı. Güney Kore hükümeti 2003 yılında yirmi yıldır gizli olarak uranyum ve plütonyum zenginleştirdiğini kabul etmişti. Bu süreç, Güvenlik Tedbirleri Anlaşması hilafına nükleer silah üretme yönünde çok daha ileri bir seviyeye vardı ki İran'ın yapmakla suçlandığı şeyden başkası değildir. Fakat UAEK tarafından BM Güvenlik Konseyi'ne asla havale edilmedi, ki Amerika'ya bağımlılıktan kaynaklanan özerklik derecesini ifşa etmektedir.
Japonya ve Güney Kore'de olup bitenler Çin'in jeopolitik iddialılığıyla bağlandığında, bir sonraki on yıl, Hatoyama'nın Doğu Asya Birliği'nin kurulmasına giden kayda değer bir harekete muhtelemen şahit olacak gibi görünüyor.
Almanya (ve Fransa) Rusya'ya doğru yaklaşırken, Japonya (ve Güney Kore) Çin'e yaklaşırken, Amerika Birleşik Devletleri, (bir zamanların) dünya sisteminin hegemonik gücü olarak, üzerinde jeopolitik stratejisini inşa ettiği bu iki sağlam kayayı hesaba dâhil edemez
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı