Amerika "Kürt Meselesi"nin içinde... Kürt Meselesini kullanarak bölge ile oynuyor. Bölge ülke ve insanları da, Amerika ile elele tutuşarak birbiriyle oynuyor.
Ama herkesin kafası karışık.
Şu sıralar Amerika ile en yakın duran Kuzey Irak Kürtlerinin bile kafası karışık. çünkü devreye Türkiye girdi.
Türkiye Amerika'ya dedi ki:
"Sen, süper güç olarak bütün yumurtaları Barzani ve Talabani'nin sepetine mi koydun? Bu coğrafyada böyle bir politikayı sürdürebilir misin? Türkiye'yi atlamak caiz midir?"
Amerika baktı, Türkiye'yi atlamanın caiz olmadığını gördü.
Barzani ve Talabani'ye dönüp, "Bak arkadaş, diye söze başladı, tamam sen bizdensin ama, Türkiye'yi de ihmal edemem. Kartlar yeniden karılacak." 
Kartlar yeniden karılmaya başlandı.
Amerikan elçisi Türkiye içinde Kürt politikacılarla temaslar yapıyor.
Amerikalı bir senatör, Türkiye'de, Kuzey Irak'ta temaslar yapıyor.
DTP'lilerle görüşmüyorlar.
DTP'lilerin kafası karışık:
"-Acaba bu Amerika ne yapıyor? Neye oynuyor? PKK'ya "Düşmanımız" dedi, bu arada bizi de mi dışladı?"
Peki ya Ankara'nın zihninde ne var? Onların kafası rahat mı? Onlar, Amerikan Büyükelçiliğinin aldığı inisiyatiften mutlu mudur? "Ne iyi, dostlarımız, müttefiklerimiz harekete geçti, "Kürt Meselesi"ni çözüyoruz" mu demektedirler?
Hiç sanmıyorum.
Hükümetin kafasının da en az DTP'liler kadar karışık olduğundan yüzdeyüz eminim.
"- S.O. S. Yani "İmdat!" İş, gittikçe daha çok uluslararasılaşıyor!
Haydi herkes kendi kendine sorsun:
-Amerika Kuzey Irak'ın çıkarlarını en ön sıraya koyar.
-Amerika, bu arada Türkiye'deki Kürtlerin haklarını da gözetir.
-Amerika'nın en vazgeçilmezi Türkiye'dir, -Amerika bu işte en çok Türkiye'nin çıkarını düşünür. Türkiye dışındaki herkes havasını alır!
Bu sorulardan hangisi doğrudur?
El cevap: "Hiçbiri" şıkkı neden yok?
Ya da şu cevap şıkkı nerede?
-Amerika en çok kendi çıkarını düşünür, aslan payını hep aslan rolünde oynayan almak ister. Geriye ne kalırsa, ormanın diğer canlıları paylaşır.
Bölge kaç zamandır uluslarası güçlerin arenası...
Bölge ülkelerinin payına sömürge statüsü düşmüş.
Körfez savaşıyla birlikte bir yeni kolonizasyon süreci başlamış. Ve biz, bölge insanları, bu yeni sömürgeleştirme ameliyesinde, aslan artıklarını toplamak için birbirimizle vuruşturuluyoruz.
Şu Filistin'e bakın.
El Fetih'le Hamas neyi paylaşamıyor? İşgal altındaki Filistin'i mi?
Şu Irak' a bakın. Şiiler, Sünniler, Araplar, Kürdler, Türkmenler neyi paylaşamıyor?
İşgal altındaki Irak'ı mı?
Şu Afganistan'a bakın.
Şu Pakistan'a bakın...
Şu Türkiye'ye bakın.
Amerikalı aktörler bizi kıskandırıyor.
"Kürtleri kim temsil ediyor?" sorusu bile, Kürtler arasında kıskançlık nöbetleri geçirmek için yeterli oluyor. Bir süper güç için ne kadar kolay bir oyun alanı.
Birine kaş – göz işareti yap, öteki kıskançlıktan avucuna düşsün!
Türkçede anlaşamadık, Kürtçede, Arapçada anlaşamadık, İngilizcede anlaşıyoruz.
Hükümet ne düşünüyor bilmem, bu, Ankara'dan başlayıp Diyarbakır'da, oradan atlayıp Erbil'de devam eden  Amerikan hamlesi için?
Nereye gider bu işler?
"Bu işleri kendi küçük dünyanızda çözemiyorsunuz", denerek, bir Annapolis zirvesi de bizim Kürt Meselesi için düzenlenir mi? Ve oradan kimin payına ne çıkar?
Bu öpücükler hayra alamet değil, desem kimin bilincine ulaşırım?
Ah şu "dış dinamikler!"
Ve ah şu, dış dinamiksiz çözüm üretemiyor olmak!
Birbirimize karşı şahin, uluslararası güçler karşısında serçe olmak.
Bu gidiş gidiş değil.
Çünkü uluslar arası irade, hep bir bagajla geliyor bu topraklara... Ve hep birlikte kaybediyoruz.
Ben derim ki, Ankara, öncelikle Ak Parti hükümeti, içerde çok daha canlı bir ilişkiyi harekete geçirmeli. Amerika'nın "Bu iş demokratik açılımlarla çözülür" söylemini beklemek bile, hadiseyi sağlıklı zeminden kaydırmak için yeterli olacaktır. Çünkü  o zaman, uluslar arası bir parmak Türkiye'nin iç meselesini kurgulamaya başlamış demektir. Ondan sonra gelecek adımlar, hep o uluslar arası projeye eklemlenecektir. Daha şimdiden hükümetin açılımları Erdoğan - Bush görüşmesine eklemlenmeye başlamıştır bile. Bunun sonunda gelecek memnuniyet veya rahatsızlıklar bile Amerikan yaklaşımına bağlı olarak izah edilecektir.
"Geç kalmaktan kork!" sloganı, sanırım en çok bu hadise için geçerlidir.  Çünkü çok geç kalınmıştır. Zaman insani hamle zamanıdır.