Alevilik ve Alevilerle ilgili tartışmalar, hükümetin hazırlık çalışmalarını sürdürdüğü yasa paketi dolayısıyla yeniden canlanmış durumda. Ne etnik ne de dini-kültürel anlamda aidiyetleri yerli yerinde konuşamadığımız içindir ki "bu coğrafyanın sahip olduğu zenginlikleri" büyük bir beceri ile devletin, toplumun "yumuşak karnı" haline getirebiliyoruz.

Tarihin yükü olduğu kadar zenginliği sayılması gereken tecrübeyi sırtımızda kambur gibi taşıyarak sorun haline getirdiğimiz içindir ki çözüm bekleyen meseleleri nostaljik duygusallıkla halledemeyeceğimiz çok açık. Fakat nostaljik tuzaklara düşmemek adına tarihi tecrübeyi, kültürel kodları, terminolojiyi bir kenara atarak da işin içinden çıkmamız mümkün değil.

Bizdeki modern toplum projeleri aidiyet duyguları, kimlik politikaları sadece farklı ve alt kültürleri yok saymakla kalmamış, hakim kültür ve kimlikleri de yeniden tanımlayarak adeta kimliksizleştirmiştir. Bu yeniden üretilen kimliğin potasında, tarihten beri medeniyet kurucu vasfıyla miras alınan yapı içeriksizleştirilirken farklı aidiyetler, renklerin de buharlaşacağı varsayılmış. Yani, medeniyet değiştirmek, yeni kimlik edinmek adına tüm farklılıklar teke indirgenerek "modern olana" feda edilmiş… Sovyetler'in modern toplum inşa yöntemleri ile cumhuriyet elitinin çağdaş toplum imajinasyonu arasında şaşırtıcı benzerlik biraz da modernliğin 'tek-tipleştirici' doğasından kaynaklanıyor.

Bu yok sayma ve içeriksizleştirme sürecinde tarihsel, kültürel ve toplumsal bağ/lam/lar da çözülmüş. Ta ki yeni bir durum daha doğrusu sorun olarak karşımıza çıkana kadar…

Alevilerle ilgili tartışmalarda siyasi hesaplar ve projeleri bir yana bırakacak olursak; sağlıklı bir tartışmanın yürütülmesine imkan sağlayacak 'dil'i kaybetmiş bulunuyoruz. Tartışmanın zeminini oluşturan tarihi, dini bağlamları yerli yerine oturtulmadan ne modern anlamda kimlik inşasının nerede çöktüğü anlaşılabilir ne de post-modern anlamda ayrışmalar kavranabilir.

Aleviler özelinde tam bir tanımlama kargaşası yaşanıyor. Her kesimin kendi aidiyetine göre tanımlama yapması olağan karşılansa bile başkası üzerinden kendini tanımlamasının ise siyasal projeye hatta toplum mühendisliğine dönüşmesi de kaçınılmaz sonuç olarak cumhuriyet tecrübesiyle sabit. Bu arada şunu hatırlatmakta yarar var: Osmanlı birikimi olmadan hâlâ Türkiye'de, Oradoğu'da Balkanlar'da hiçbir etnik ve kültürel tanımlamalar yerli yerine oturtulamaz. Bu realite Osmanlı uygulamasını idealize etmeyi gerektirmiyor, sadece tanımlama, anlama ve taşları yerli yerine oturtmak anlamında böyledir. Cumhuriyet dönemi kimlik politikaları ile Osmanlı arasındaki farka işaret ederken şu husus hep gözardı edilir: Osmanlı çok kültürlü, çok etnik yapılı bir imparatorluktu. Buraya kadar tamam da bir de şu husus var: Osmanlı aynı zamanda 'çok İslamlı' bir yapı idi. Bunun anlamı şu; İslam dairesi içinde farklı mezhep, tarikat, anlayışlara da yer veren bir yapı söz konusu…

Bu durum kendi içinde de kategorileri, tanımlamaları, konumları ve tanımla/lama/ları beraberinde getirecektir. Tek bir din anlayışı dayatmıyorsanız farklı yol ve meşreplere de alan açıyorsunuz demektir.

Modern tecrübe bize (Sünni) İslam anlayışını da içeriksizleştiren, nevzuhur bir toplum ortaya çıkardı: bunun dışında kalanların da ya din dışı sayılmaları ya da dinin temel yoluna alternatif olmaları gibi kamplaşma kaçınılmazdı. Bırakalım dini literatürü tarih ve kültürden habersiz Türk aydını ve siyasetçilerinin dilinde (bu yok sayılmışların) her siyasi ve ideolojik propagandaya uygun malzeme olmaları beklenmeliydi.

Şimdi gelinen noktada Alevilik kimine göre bir din, kimine göre Sünni İslam'ın alternatifi bir yorum, kimine göre tarikat; bir kesim için laik Türk İslam yorumu… Bu liste uzatılabilir.

Şimdi revaçta olan tanımlamaları ele alalım; eğer farklı bir dini akımsa, İslam dışı akım olması gerekirdi. Özellikle AB çerçevesinde kimilerince Aleviliği İslam'a alternatif din gibi algılanmak istenmesi dikkat çekici. Benzer durum daha derileştirilmiş ayrımcılık olarak Arnavutluk'ta yaşanıyor.

Eğer Alevilik Sünnilik'ten ayrı (olmadığı söylenemeyeceği açık) ve farklı bir yorumsa bunu adı mezhep olması gerekir. Şiilik gibi temel metinleri olan, fıkhi ya da akidevi yorum. Nitekim dönemsel olarak Osmanlı'da böyle yaklaşıldığı durumlar olmuş. Safeviler'le sorun büyük ölçüde dengeye oturduktan sonra daha farklı yaklaşım sergilendiğini biliyoruz. Özellikle son dönemlerde tarikat, tekke olarak kabul görmesi en azından toplumsal meşrulaşmaya işaret eder.. Ve bu statüde resmi temsilleri bile söz konusu.

Nitekim Alevi dergahlarının tekke-zaviyeleri yasaklayan çerçeveye alınması bu mirasın devamıdır.

Tüm bu ve benzeri tanımlamalardan hangisini esas alarak tartışıyor, fikir beyan ediyoruz belli değil. Hatta bu kavram kargaşası içinde yasal düzenleme/ reform çalışmaları yapmaya hazırlanıyoruz.

Kabul edilen her tanımlama beraberinde farklı sorunları ya da açılımları getiriyor. Eğer tarikat olarak kabul ediliyorsa (son zamanlarda bu vurgu öne çıkıyor) o zaman Tekke-Zaviye Kanunu meselesini halletmek gerekecek. Mesela yasaklanan ama fiili olarak devam eden diğer tarikatlar için ne buyuruluyor? Kendi dilini, kavramlarını kaybetmiş, medeniyetinin şifresini yitirmiş bir toplumun acziyetidir yaşamakta olduğumuz.


Kaynak: Yeni Şafak