AKP'nin İslamcılığı Şeriat İslamcılığı Olmaktan Çok Değerler ve Kimlik İslamcılığıdır.

Türkiye'yi uzun süreden beri gözleyenler için ülkenin sürekli cazibelerinden biri; zıtlıkların, paradoksların ve çelişkilerin çalkalantılı karışımıdır. Bu karışım daha çok onun Hıristiyan batıya özellikle de Avrupa'ya yönelik tavrı için daha fazla geçerlidir. 
 
Avrupa sık sık Türkiye'nin talip olması gereken bir ölçü ve ıslah olmaz "diğeri" olarak görülürken aynı zamanda bölgesel süper bir güç olarak hakkı olan yere gelmesini önlemek için ülkeyi zayıflatma ve bölmeye yönelik tuzaklar kuran bir merkez olarak görülmektedir. Türkiye'nin Adalet ve Kalkınma Partisi için bu sorun din meselesi yüzünden daha da karmaşıktır.


Ağustos 2001 tarihinde kurulduğundan beri AKP sürekli "İslamcı" bir parti olmaktan çok  "muhafazakâr demokrat" hatta "Müslüman demokrat" olduğunu vurguladı; bu iddialar Türkiye'deki laik muhalifleri tarafından Şeriat kanunlarına dayalı bir devlet kurma şeklindeki uzun dönemli gizli amaçlarını gizlemek için takiyye olarak dikkate alınmadı.
 
1990'ların başlarında başbakan Recep Tayip Erdoğan mükemmel bir şekilde "Allah'a hamdolsun biz Şeriatçıyız" ilanında bulundu ve demokrasiyi "gitmek istediğiniz kadar gittikten sonra kurtulacağınız" bir araç olarak tarif etti. Bununla birlikte 1998'de, İslami ve askeri imgelerin karışımı olan bir şiiri okuyarak dini nefreti tahrik ettiği gerekçesiyle aldığı mahkûmiyet ve tutukluluğundan sonra Erdoğan, AKP'nin öğrendiği temel dersin; Türkiye anayasasında kutsanan laiklik ilkesini kaldırıp onun yerine Şeriat kanunun emirlerini yerleştirecek kadar güçlü olana kadar nasıl takiyye yapılacağı ve bekleneceği olduğu şeklindeki aşırı laikçilerin kuşkularını kaçınılmaz bir şekilde tetikleyen kendine has isteksizliğe rağmen değiştiğini ve tecrübe kazandığını iddia etti.
 
Bu tarz korkular abartılıdır. Bununla birlikte ister iç ister dış politika da olsun AKP'nin aldığı kararlarda dinin payının olmadığını düşünmek saflık olacaktır. Fakat AKP'nin İslamcılığı Şeriatçı İslamcılıktan çok bir değerler ve kimlik İslamcılığıdır. AKP üyeleri, kişisel dindarlığın "bizden biri" demeleri için ön şart olduğunu gizlemiyorlar. AKP'nin iktidara geldiği Kasım 2002'den bu yana hükümetin bürokrasi atamalarının listesi, orantısız bir şekilde yüksek bir yüzdeyle çok dindar bir geçmişten gelenleri içermektedir. 
 
Fakat laikçilerin takiyye suçlamaları adil değildir. Ne bir bütün olarak AKP ne de Erdoğan'ın kendisi nasıl İslamcılar olduklarını biliyor görünmüyorlar. Bununla birlikte Kur'an'daki alkol içme yasağının, AKP'nin alkollü içeceklerle ilgili vergiyi iki katına çıkarmasıyla tamamen ilgisiz olduğunu söylemek zordur. İktidara geldiğinden beri AKP diğer Müslüman ülkeler ve kuruluşlarla bağlarını geliştirmek için çok fazla çalışıyor. Şubat 2006'da Hamas hem ABD Dışişleri Bakanlığının hem de AB'nin terör örgütleri listesinde olmasına rağmen Hamas'ın sürgün siyasi birim başkanı Halid Meşal'e ev sahipliği yaptı ve Meşal'in bu ziyareti, Türkiye resmi olarak AB'ye giriş görüşmelerini başlattıktan altı ay sonra gerçekleşti. Laik Türk basını tarafından dikkat edilmemesine rağmen Eylül 2005'te kamu malı olan PTT, Pakistan'ı "kardeş Müslüman ülke" olarak tanımlayan posterler ve broşürler dağıtarak Pakistan'daki deprem kurbanları için para toplama kampanyası organize etti. 
 
Bu haftanın başlarında Erdoğan, yabancı yatırımcılara konferans vereceği Davos'taki Dünya Ekonomi Forumu'na gerçekleştireceği planlanmış gezisini iptal etti. Ziyaret, Türk ekonomik büyüme hızı yavaşlarken yabancı yatırımların sert bir inişi engellemek için çok önemli olduğunun çok iyi farkında olan Türk iş adamı topluluğu tarafından hayati olarak görülüyordu. Bu ziyareti gerçekleştirmek yerine Erdoğan, kadınların başörtülü olarak üniversiteye devam etmelerine izin verecek bir anayasa değişikliği gerçekleştirmek için muhalefet partisi MHP ile bir anlaşmaya son şeklini vermek için Ankara'da kalmayı tercih etti (EDM, Ocak 18 ve 21).
 
Başörtüsü yasağının muhalifleri tartıştıklarında öne sürdükleri argüman bu yasağın bir temel kadın hakları ihlali olduğudur. Fakat Erdoğan'ın böylesi önemli bir seyahati; her ikisi de Türkiye'nin nihai AB üyeliği (EDM, Ekim 12, 2007) için ön şartlar olarak sınıflandırılmalarına rağmen "Türklüğü" (EDM, Ocak 18) yermeyi suç haline getiren Türk Ceza Kanunu'nun adı çıkmış 301. maddesini değiştirmek veya Türkiye'nin dikkate değer heteredoks Alevi topluluğuna karşı devam eden ayrımcılıkla ilgili düzenlemeyi yapmak için iptal ettiğini düşünmek çok zordur.
 
AKP resmi olarak AB üyeliği hedefine bağlı kalmasına rağmen Erdoğan tarafından son günlerde yapılan bir konuşma bir kez daha onun sadece AB'ye değil bir bütün olarak batıya yönelik tavrıyla ilgili şüphelere neden oldu. 24 Ocak'ta dışarıya eğitim için gitmeye hazırlanan öğrencilerin bulunduğu bir törende Erdoğan onları tecrübelerden yararlanma fırsatını kaçırmamaları için cesaretlendirdi. 
 
Erdoğan "bizler batının bilim ve sanatını alamadık" dedi. "Maalesef değerlerimizle uymayan ahlaksızlığını aldık" (Vakit, Milliyet, Radikal, Vatan, Ocak 24).
 
Erdoğan "ahlaksızlık" veya "bizim değerler" derken neyi kastettiğiyle ilgili özenli olmamasına rağmen hiç kimse onun Kur'an'ın emirlerine vurgu yaptığından şüphelenmedi. İlginç bir şekilde onun konuşması, şu an üst kademelerini AKP'nin atadıklarının doldurduğu ve Türkiye'deki bütün yayınları denetleyen RTÜK'ün alkol tüketimini cesaretlendirdiği düşünülen yerli veya yabancı her türlü yayını illegal haline getirecek düzenlemeler yapmasıyla aynı zamana denk geldi. 
 
Kanaatimce çok endişe verici bir şekilde Erdoğan'ın sözünü sakınmadan yaptığı Avrupalı "ahlaksızlık" lanetlemesi ile sadece kıtadaki en baskıcı İslami rejime başkanlık etmeyen aynı zamanda AKP yetkililerinin onun ülkesini kendilerinin "Afrika'daki pencereleri" olarak tarif etmeyi çok sevdikleri Sudanlı başkan Ömer Hasan el-Beşir'in 21 Ocak'ta Ankara'ya gerçekleştirdiği resmi ziyaret sırasında Darfur'da gerçekleşen şeyle ilgili suskunluğu açık bir zıtlık içerisindedir