AB Komisyonu'nun İlerleme Raporu'ndan hükümete kırık not çıkmasıyla ilgili son yazımıza AKP'li çevrelerden "Peki AB'nin hiç mi kusuru yok?" diye soran mesajlar aldık. Belli ki Başbakan Erdoğan'ın AB ile ivme kaybından Avrupa'yı sorumlu tutan yaklaşımı parti tabanına da sirayet etmiş.
Bize göre bu argüman bir bahaneden ibaret, zira hükümet hep, "AB olmasa da biz reformlarımızı yapacağız" diyordu. Oysa yapılan ve yapılmayanlar ortada. Tam uygulanamayan reformların yanı sıra, yapılması gereken ancak hâlâ yapılamayan reformların sayısı bir hayli kabarık.
Reformlardan kaçınıyor
Hükümetin seçim ortamında siyasi maliyeti olan reformlardan kaçındığı açık. Ancak, AKP'nin AB hevesinin seçim ortamından çok önce söndüğü de bir gerçek. Bunun nedenlerinin -özellikle işkence, yolsuzluk ve fikir özgürlüğüne saldırıların yeniden ayyuka çıktığı şu sıralarda- artan bir şekilde tartışılacağı aşikâr.
Fakat burada kendimizden çok AB tarafına bakmak istiyoruz. Yukarıda söylediklerimize rağmen, son yazımızda da belirttiğimiz gibi, AB'nin suçsuz olduğunu iddia edecek değiliz. İşin ilginç yanı, bunu kabul eden Avrupalı yetkililerin sayısının da artıyor olmasıdır.
Bunlara son olarak Belçika Dışişleri Bakanı Karel de Gucht katıldı. Hem de çok açık sözlü bir şekilde. Ancak ona geçmeden bir hususa değinmek istiyoruz.
Gözden kaçan yazı
"Mea Culpa," Türkçeye "Kusurluyum" diye çevirebileceğimiz Latince bir ifadedir. Kökeni "Katolik müktesebatına" dayansa da günümüzün laik Avrupa'sında da geçer akçedir. Özetle, "Mea Culpa" dediniz mi, üstün insani meziyetlerden sayılıyor.
De Gucht'un Radikal gazetesinde önceki gün çıkan, ancak iyi sunulmadığı için gözden kaçtığını düşündüğümüz özel yazısında yaptığı da esas itibariyle budur. Burada önemli olan, De Gucht'un, "tersten bahanelerle" Türkiye-AB ilişkilerinin yavaşlamasından AKP hükümetini sorumlu tutmaya çalışmaktan kaçınmasıdır.
Bakan olarak ne diyor?
Dünyada ciddi şekilde değişen ekonomik ve siyasi dengelerden ve AB için hayati olan enerji hatlarından söz eden De Gucht, özetle, "Türklere yapılan haksızlık çıkarlarımızla da çelişiyor" mesajını veriyor. "AB'nin başkenti" sayılan önemli bir ülkenin Dışişleri Bakanı olarak bakın neler diyor:
"Bütün taahhütlere rağmen Türkiye NATO'ya bağlılığı ve coşkusu karşılığında ödüllendirilmemiş, AB tarafından iyi muamele edilmemiş, hatta eş muameleye bile tabi tutulmamıştır.
Fransa ve Hollanda'daki halkoylamaları sonrasında Türkiye'ye soğuk davranıyoruz. Yıllardır verdiğimiz sözlere rağmen Türkiye'nin hiçbir zaman ve her ne olursa olsun AB üyesi olmayacağı izlenimini veriyoruz. Türkiye modernleşme yolunda ne kadar mesafe kat ederse etsin ve üyelik kıstaslarını ne denli yerine getirirse getirsin, hiçbirinin yeterince iyi olmayacağı görüntüsü veriyoruz.
Olgunlaşma vakti geldi
Ama artık böyle devam edemez. Türkiye ve Avrupa arasındaki ortaklığın olgunlaşmasının vakti geldi. Bu bağın sürekli ve koparılmaz kılınmasının artık vakti geldi.
Bu sözlerde AKP hükümeti için de bir ders var. Erdoğan hükümetinden de benzeri bir samimiyeti beklemek hakkımız. Evet, doğrudur! AB tarafı da kusursuz değil. Fakat AB'nin kusuru hükümetin kusuruna kılıf sağlamaz.
Türkiye'nin AB ile ilişkilerindeki ivmenin yeniden yakalanması da tek taraflı bir tasarruf değildir. İki tarafın da bu konuda samimi olması gerekiyor. Dünya gerçekleri karşısında Avrupa tarafında böyle bir gelişme görüyoruz. Aynı samimiyeti AKP'den de bekliyoruz."
Kaynak: Milliyet