Genel seçimlerden önce cumhurbaşkanı seçim süreci başladığında benim kafamdaki düşünce şuydu: AKP kendi içinden bir cumhurbaşkanı seçmek yerine dışarıya yönelmeliydi. Bunun sebebi, AKP'nin cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde belirleyici güç olmasının ve bir AKP'linin cumhurbaşkanı olmasının meşruiyetinin zayıf veya sorgulanabilecek olması değildi. 
  
İktidar partisi olarak ilgili kurallara uyarak hareket ettiği sürece bir AKP'linin cumhurbaşkanı olması elbette normal ve meşruydu. Benim istediğim Türkiye'nin demokratikleşme çabasına ivme kazandıracak bir yapılanmanın ortaya çıkmasıydı. Bir AKP'linin cumhurbaşkanı olması halinde zaten dört yıldır travma yaşamakta olan ve psikolojisi çok bozulan laisist Kemalist kesimin bunu engellemek için meşru ve gayri meşru, açık ve örtülü her yola başvurmaktan çekinmeyecek bir ruh hali içinde olması ve her türlü provokasyona açık bulunmasıydı. Bir AKP'linin Çankaya Köşkü'nde oturması bu kesim için adeta cumhuriyet rejiminin son bulması anlamına gelecekti. Nitekim bu kesimden bazıları daha sürecin başlamasından aylar önce savaş naraları atmaya başlamışlardı. Zaten iktidarda olan ve Çankaya'ya da içinden birini gönderen AKP bu kesimin gözünde monolitik bir hedef haline gelecek ve provokasyonun bini bir para olacaktı. Hem buna fırsat vermemek hem de demokratikleşmeyi ilerletecek bir siyasi tablo oluşturmak için en iyisi AKP'nin içinden birini değil ama gerçekten demokrat, özgürlükçü, liberal birini cumhurbaşkanı seçmesiydi. Böylece bürokratik vesayet sisteminin kalesi görevi yüklenen cumhurbaşkanlığı demokrasinin bir destek ayağı haline getirilmiş ve muhtemel provokasyonların önüne geçilmiş olacaktı. Çankaya'ya bir adayım da vardı: Besim Tibuk. Bu görüşlerimi başbakana bir açık mektup olarak kaleme aldım; ama bazı arkadaşlarımın telkin ve tavsiyeleriyle yayımlamaktan vazgeçtim.

AKP farklı bir yol izledi. Hem süreci iyi yönetemedi, ki bunun sorumluluğu bütünüyle Başbakan'a aittir, hem de son anda Gül'ü aday gösterdi. (Gerçi süreç iyi yönetilse de bürokratik devlet kesimlerinin ve medyada öbeklenmiş Kemalistlerin tavrı muhtemelen değişmeyecekti.) Tahminlerimde yanılmadım, provokasyonlar ve tezgahlar art arda gelmeye başladı. Anamuhalefet CHP, Anayasa Mahkemesi, bir kısım medyanın saldırganlık ve çığırtkanlığı, silahlandırılımış bürokratların siyasete açık ve örtülü müdahalesi, katılımcıların kendi hayat tarzlarının korunması lehine başkalarının hayat tarzlarının bastırılması çağrılarına sahne olan mitingler derken süreç kilitlendi ve TBMM cumhurbaşkanını seçemedi. AKP bu engellemeye bir karşı atakla cevap verdi: Erken seçim ve cumhurbaşkanını seçme yönteminin değiştirilmesi. Erken seçim kararı alınması devletçi, totaliter cumhuriyetçi çevreleri bir süre rahatlattı.

Gül'ün seçilmesinin demokrasi için anlamı

Zira, onların umudu ya AKP'nin halk tarafından iktidardan uzaklaştırılması, ya CHP-MHP koalisyonu veya en azından AKP'nin çok dar bir çoğunlukla, yani baskı altına alınabilecek ve manipüle edilebilecek şekilde iktidara gelme siydi. Bunların olması için merkez medya her türlü medya kuralını çiğneyerek arsızca partizanlık yaptı. Kimi gazeteler ve köşe yazarları parti organı ve parti militanı gibi çalıştı. CHP, kampanyasında seçimi cumhuriyet için bir oy lamaya çevirdi. Kendisini cumhuriyetle özdeşletirerek "cumhuriyet kazanacak" dedi. Ama sonuçta bu çevrelerin elde ettikleri yine hüsran oldu. AKP tek başına ve çok büyük bir oy oranıyla tekrar iktidara geldi.

Her seçimde olduğu gibi bu seçimde de şoke olan totaliter cumhuriyetçi çevreler, yakınlarda cumhurbaşkanlığı seçimi olduğu için kendilerini daha hızlı toparlamaya çalıştılar. Ve hem eski hem yeni bazı argümanlara dayanarak Gül'ün cumhurbaşkanı olmaması için tekrar kampanya başlattılar. Doğrusunu söylemek gerekirse Gül'ün bulunabilecek en iyi cumhurbaşkanı adayı olduğu kanaatinde değilim. Gül iyi bir insan, iyi bir politikacı; ama demokratikleşmeye liderlik yapacak vasıflara yeterince sahip olmaktan nisbeten uzak görünüyor. Çalışma tarzı çok bürokratik ve kritik anlarda karar almakta hayli mütereddit. Ayrıca uzlaşma kavramına vereceği anlam da uzlaşmadan çok teslimiyetçiliğe yakın gibi duruyor. Ben, çok daha iyi cumhurbaşkanı adayları bulunabileceği kanaatindeyim. Ancak, bütün bu tartışmalar artık gündemde yer almamaktadır. Bunların hepsinden daha önemli bir şey ortaya çıkmıştır: Artık Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesinin Gül'ü aşan ve demokrasiyi, dolayısıyla hepimizi ilgilendiren bir tarafı vardır.

Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesinin anlamı üzerinde durmadan niye seçilmemesi gerektiğiyle ilgili argümanlara bakmamız lazım. Seçimden önce iki temel argüman Meclis'in ömrünü tamamlamış olması ve temsil yeteneğinin zayıflığıydı. Bu tespitlerin her ikisi de doğruydu; ama bu ,Meclis'in cumhurbaşkanı seçmesinin meşruiyetine gölge düşürmezdi. Genel seçimle bu iddialar tamamen ortadan kalktı. Meclis çok taze ve temsil kabiliyeti de hayli yüksek.

CHP'ninki uzlaşma değil, dayatma

Nitekim bunu aklını çok az kullanan bir insan dahi fark edeceğinden bu argümanlar artık tarih oldu, nadiren dile getiriliyor. Seçim öncesinde Meclis'te bir uzlaşmadan söz ediliyordu. Uzlaşma hâlâ gündemde. Özellikle CHP'nin lisanından bu kelimeyi alsak cumhurbaşkanlığı seçiminde adeta söyleyecek lafı kalmayacak. Ancak, burada meselenin özü uzlaşma değil, ilgili kuralların takip edilmesidir. Meclis'te bütün partilerin desteğiyle bir cumhurbaşkanı seçilmesi tercihe şayan olabilirdi. Ama bu nadiren vuku bulmaktadır. Çoğu zaman seçme çoğunluğunu sağlayacak sınırlı bir uzlaşma yeterli olmaktadır. Dolayısıyla uzlaşma temel şart değildir. Nitekim, Anayasa, salt çoğunluğu, yani 276'nın bulunmasını cumhurbaşkanı seçmeye yeterli gördüğüne göre 276'yı aşan bir uzlaşmanın mutlak şart olduğu söylenemez. Demokrasilerde muhteva üzerinde yüzde yüz veya çok geniş bir uzlaşmanın ortaya çıkmama ihtimali her zaman vardır. Bu, demokrasinin doğasındadır. Bunun sistemin kitlenmesine yol açmaması için usul kurallarında uzlaşmaya gidilir. Yani üzerinde asıl uzlaşılması gereken şey işleyişin nasıl ola cağıyla ilgili kurallardır, muhtevayla ilgili kurallar değil.

Ancak, CHP'nin "uzlaşma" kavramını siyasi lugatinin baş köşesine yerleştirmesi onun gerçekten uzlaşma istediğini sanma yanılgısına kapılmamıza sebep olmamalıdır. CHP'nin lisanını deşifre etmek için Orwelyen "yeni dil" kavramından haberdar olmamız gerekir. CHP bu kavrama yeni bir anlam kazandırmıştır. O uzlaşalım dediğinde aslında "bana teslim olun, benim dediğimi yapın" demektedir. Böyle olmasaydı uzlaşmayı tanımlar ve alternatifler getirirdi. Ben CHP'lilere yardımcı olmak için uzlaşma nasıl olur bir örnek vereyim. Anamuhalefetseniz ve iktidar partisi size rağmen cumhurbaşkanı seçecek güce sahipse, uzlaşma adına şöyle bir teklifte bulunabilirsiniz: "Cumhurbaşkanının seçmenize destek veririz, ama bunu, cumhurbaşkanının yetkilerinin parlamenter rejimlerdeki seviyesine çekilmesi şartıyla yaparız." İşte bu bir uzlaşma önerisidir ama CHP bunu yapamaz; çünkü o, cumhurbaşkanlığı makamının halkın tercihinden bağımsız olarak kendi zihniyetindeki kimselere tahsis edildiği kanaatindedir.

Bir diğer argüman cumhurbaşkanının halkı kucaklaması ve tarafsız olması gerektiğidir. Bir politikacının bütün halkı kucaklaması ihtimali bir bürokratın aynı şeyi yapma ihtimalinden her zaman daha fazladır. İnsafla düşünelim: Şimdiki cumhurbaşkanı halkı kapsayıcı şekilde kucaklamakta mıdır? Halk CHP'lilerden ibaret değilse kim bu soruya "evet öyle yapmaktadır" cevabını verebilir? Aynı şey tarafsızlık için de geçerlidir. Tarafsızlık, cumhurbaşkanı seçildikten sonra tarafsız olmayı içerir, yoksa insanların cumhurbaşkanı olmadan önce tarafsız olmasını değil. Öyle olsa bu ülkeye cumhurbaşkanı bulamayız herhalde, ithal etmemiz gerekir. Sonra, yine mevcut cumhurbaşkanı tarafsız mıdır? Öyleyse neden rektörleri ve Anayasa Mahkemesi üyelerini hep aynı görüşten kimselerden atamaktadır? Sanırım burada da Orwelyen bir lisanla karşı karşıyayız. Bürokratik vesayetçi zihniyet kendisi sonuna kadar tarafgir, ama kendisi gibi olmayanların tarafsız olmasını istiyor.

Son zamanlarda tedavüle sokulan bir gerekçe de "kurumların uyuşması". CHP genel başkanı seçimden önce "uzlaşma olmazsa toplumda çatışma doğar" diye "uyar"mış, daha doğrusu tehdit etmişti, şimdi tehdidini tekrarlıyor. Fakat bu sefer toplum kesimlerinin çatışmasından değil kurumların çatışmasından söz ediyor. Bu örtülü -utangaç olduğunu zannetmiyorum- tarzın demek istediği şu: Bizim "okey"imizi almadan cumhurbaşkanı seçerseniz, ordu ile çatışırsınız. Bunu söyleyebilen bir zihniyetin demokrasiden pek nasiplenmemiş olduğu açık. Cumhurbaşkanı seçerken ordunun mutabakatını aramak hangi demokraside görülmüştür? Bir ülkede bazı üniformalı bürokratların görüşleri onları yurt savunmasıyla görevlendiren ve bunun için gerekli insan gücünü ve silahları temin eden vatandaşların görüşlerinden daha önemliyse, onların görüşlerinin sonuçlarını geçersizleştirecek kadar etkiliyse herhalde o ülkede demokrasin değil militarizmin egemen olduğu söylenebilir. Bu tezi ileri sürerken ordunun bir bütün olarak bir görüşünün olduğunu söylemek de haksızlıktır. Gül'ün cumhurbaşkanlığı için orduda erlerin de katıldığı bir oylama yapılsa sonuç ne olurdu dersiniz? CHP'liler orduyu bu işe tekrar bulaştırmaya çalışmakla sadece demokrasiye değil orduya da kötülük yapmaktadır.

Türkiye'nin en temel sorunu kuralsızlıktır desek abartmış olmayız. Bu ülke ne yazık ki kural koyamamakta ve koyduğu kuralları uygulayamamaktadır. Bunu en açık şekilde cumhurbaşkanlığı makamının oluşturulmasında ve işlevlerinde görebiliriz. Bir kurum ancak kurallarla kurulabilir ve kurallarla işler. Kuruluş da işleyiş de kişilere ve kişisel özelliklere veya sekteryen kesimlere ve kurallara dayanıyorsa orada bir kurum kurulmuş filan değildir. Bizdeki cumhurbaşkanlığı makamı biraz böyledir. O makam belli bir görüşe ve belli kesimlere tahsis edilmiş bir makam olarak düşünülmüştür. Bu yüzden parlamenter demokrasilerde olmayan yetki ve fonksiyonlar bu makama verilmiştir. Bunda esas gaye sistemi seçmen kitlelerinin tercihlerinin yansımayacağı kalelerle tahkim etmektir. Başka türlü ifade edersek, sistem bürokratik vesayetçi niteliğini korumak için şimdiki gibi bir cumhurbaşkanlığı tesis etmiştir. Ve bu kurgu zaman zaman sıkışsa da şimdiye kadar işlemiştir. Demokratik dönemde bunu ilk zorlayan Özal olmuştur. Şimdi ise AKP zorlamaktadır. Olağanüstü yetkilerle donatılmış olması bu makamı bürokratik tahakkümü geriletmek için de kullanılabilir hale getirmektedir. Bu, vesayetçilerin hiç istemediği bir şeydir. Tartışma buradan doğmaktadır.

Türkiye'deki rejimin gerçekten cumhuriyet olup olmadığını anlamak bakımından da cumhurbaşkanlığı seçimi turnusol kağıdı işlevini görecektir. Cumhuriyet bütün vatandaşların eşit olduğu ve her makama talip olabildiği sistemin adıdır. Türkiye bu bakımdan cumhuriyet olma niteliği zayıf bir ülkedir. Bazı makamlar bazı kesimlere tahsis edilmiş ve halkın etkisinden soyutlanmış gibidir. Bu, sabit bir imtiyazlı kesimin her zaman hazır ve nazır olduğu anlamına gelmemektedir. Bir imtiyazlı kesim vardır ve devamlı olarak da yeni elemanlar devşirmektedir. Halktan devşirdiği bu elemanları dönüştürüp eski deyimle "kapıkulu" haline getirmekte ve gerekirse halka karşı kullanmaktadır. Gül ile onu engellemek isteyen silahlı bürokratların sosyo ekonomik ve sosyo kültürel kökeni aslında aynıdır. Cumhuriyet fikri imtiyaz adaları fikriyle uyuşmazsa, Gül'ün seçilmesi Türkiye'yi cumhuriyet olmaktan uzaklaştırmayacak, aksine cumhuriyet olma derecesini kuvvetlendirecektir.

Demokrasinin kökleşmesi için....

Demokratik teori açısından da Gül'ün seçilmesi yerinde olacaktır. Genel seçimler bir cumhurbaşkanlığı referandumu değildir ama cumhurbaşkanlığı seçimiyle hiç ilgisi olmadığını söylemek de akla ve gerçeklere aykırıdır. Olaylar henüz zihinlerde çok tazeyken seçime gidilmiştir ve vatandaşların tercihlerinde etkili olan faktörler arasında cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşananlar en başta gelmektedir. Etrafımdaki AKP'ye oy veren birçok insanın temel gerekçesinin cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşananlar olduğunu gözlemledim. Ve buna şaşırmadım. Aslında bu davranışı takdir de ettim. AKP'ye oy veren çok sayıda insan bunu AKP'yi çok iyi bir tercih olarak gördüğü için değil, AKP'ye yapılanların kendisine de haksızlık teşkil ettiğini düşündüğü için yaptı. Gül'ün seçilmesi, Gül'ün kendisinin cumhurbaşkanı olması değil, demokrasinin gelişmesi ve kökleşmesi açısından fayda sağlayacaktır. Böylece hem sandıktaki irade sisteme yansımış olacaktır hem de halkın bürokratik vesayet sistemine ve demokrasiye haksız müdahalelere verdiği reaksiyon sistemde yankılanacaktır. Seçimlerden daha önce, TSK'nın e-bildirisi Türkiye demokrasisini Gül'ü cumhurbaşkanı seçmeye mahkum etmiştir. Dediğim gibi, bunun Gül'ün şahsıyla bir alakası yoktur. Mesele Gül'ün şahsını çoktan aşmıştır. Gül'ün seçilmemesi halkta "ordunun istemediği kişi seçilmedi" kanaatinin uyanmasına sebep olacaktır. Bürokratik tahakkümü güçlendirecektir. Halkı bürokratikvesayetin geriletilemez olduğuna inandıracaktır. Bürokratik iktidar unsurlarını şımartacak ve iyice kural tanımaz hale getirecektir. AKP de bunlara zemin hazırlayarak demokrasiye ağır bir darbe indirmiş olmakla kalmayacak karşı bilidirisini de yalamış olacaktır.

AKP burada kendisine bir tuzak hazırlandığını görmelidir. AKP seçim sonuçlarıyla her şeyin değiştiğini ve kendisine her bakımdan karşı olanların artık tavır ve görüş değiştirdiğini sanıyorsa yanılmaktadır. Taraflar ve tarzlar bir gecede, bir seçimde değişmez. Arşivler kimin nerede durduğunun şahididir. Seçimler sadece AKP'ye değil ona karşı olanlara da mesaj vermiş ve yükümlülük bindirmiştir. Bir tarafın, anti-demokratik, baskıcı, tepeden bakıcı tavrını sürdürürken ve sebep olduğu hiçbir hak ihlalinde geri adım atmaya niyetli görünmezken diğer taraftan "uzlaşma" beklemesi o tarafın kendisi açısından ahlaka, fedakarlıık hep kendisine düşen taraf açısından akla aykırıdır. Uzlaşma olacaksa sadece AKP değil oyunun bütün tarafları pozisyonlarını gözden geçirmelidir. AKP seçimlerle halktan demokrasiyi geliştirme görevini almıştır. Bunun ilk sınavını cumhurbaşkanlığı seçiminde verecektir. Gül'ün cumhurbaşkanlığı konusunda sergileyeceği mütereddit ve teslimiyetçi bir tavır sadece demokrasiye darbe indirmekle kalmayacak, aynı zamanda AKP'nin bürokratik vesayetçi sistemin egemenlerinin şamar oğlanına dönmesinin ve çok geçmeden parçalanmasının yolunu da açacaktır.
 

Kaynak: Zaman