Ak Parti’de, farklı bir liderlik örneği oluştu. Tepede, birbirine yakın muhtevadaki insanların, bir kader birliği duygusu içinde, “Ortak Akıl”la gerçekleştirdikleri bir liderlikti bu. Bu, belki de Ak Parti’nin en değerli, en güçlü tarafıydı. Bu liderlik parçalanır, birbirini yer hale getirilirse her şey sıfıra müncer olabilir.
AK Parti, yüzde 46,6 oy alarak seçimlerden büyük bir siyasi güçle çıktı. Bundan sonra 5 yılı o yönetecek. Politika, bir ülkeyi ve toplumu belirlenen hedeflere götürmenin ilim ve sanatı ise, Türkiye’nin birikimlerini o tasarruf edecek, o Türkiye’ye yön verecek...
Ak Parti’nin bu ikinci dönemi, çok daha hayati adımların atılabileceği bir dönem. Uyum sürecini aşmış, bastığı yeri sağlamlaştırmış, iç - dış güç dengelerini görmüş bir siyasi kadronun yürüyüşü olacak bu 5 yıl...
Ancak hiçbir siyasi hareketin yolu gül bahçelerinden geçmez. Bir ülkeyi yönetmek demek, yığınlarca sorunla boğuşmak demektir. Hele demokratik sistemi henüz tam oturmamış olan Türkiye’de... Hele dünyanın en hareketli coğrafyasında, küresel güçlerin çıkar hesaplarının karşı karşıya geldiği bir zamanda...
Burada Ak Parti’nin öncelikle kendi dünyasında yaşayacağı bazı sorunlara işaret etmek istiyorum:
Bunların başında Ak Parti’nin kendisini nasıl tanımlayacağı meselesi geliyor.
Ak Parti yola, “Muhafazakar - demokrat” tanımlaması ile çıktı. O zaman da ben, her iki disiplinin içinin nasıl dolacağının önemli olduğunu yazmıştım. Geçen 5-6 yıl içinde Ak Parti tanımları epeyce geniş yelpazeli oldu. Başlangıç’ta öncü kadroların siyasi geçmişi sebebiyle özellikle dışardan “İslam’la bağlantılı” tanımlamalar yapıldı. Bu sebeple hep “Türkiye’nin İslam’a doğru yürüyüşü” ihtimallerinden söz edildi.
Bugün, büyük seçim başarısından sonra Ak Parti’nin yeniden tanımlanmasının talep edildiği bir noktada bulunuyoruz.
Buradan yola çıkarak;
-Alınan yüzde 46,6 oyun sosyo - kültürel - siyasal niteliği...
-Merkez Partisi tanımlamasının ne anlama geldiği...
-Aday listelerinde gerçekleşen tasfiyenin parti adına nasıl bir yönelişi ifade ettiği...
-Millî Görüş gömleğini çıkarma söyleminin nasıl bir yeni kimliğe yöneliş demek olduğu...
-Partiye bu seçimlerde katılan yeni simaların kimliğin yeniden tanımlaması noktasında ne ifade ettiği... soruları üzerinde yoğun değerlendirmeler yapılıyor.
Bir çevre, burada zikredilen her başlığı, Ak Parti’de kimlik dönüşümünün bir göstergesi ya da sebebi olarak yorumluyor.
Şöyle ki:
-Bu görüşe göre Ak Parti’nin aldığı yüzde 46,6 oy, merkeze doğru açılmasının ürünüdür.
-Merkez ise, liberal, modern, çağdaş diye tanımlanabilecek toplulukları ifade etmektedir.
-Parti liderliği, aday listelerinde “Millî Görüşçü” diye bilinen isimleri tasfiye ederek, partiyi merkeze açma operasyonu gerçekleştirmiştir.
-Bu hareket, “Millî Görüş gömleğini çıkarma” söyleminin ikinci ve kesin merhalesidir.
-Aynı şekilde partiye yeni katılan simalar da, “Millî Görüş gömleğini çıkarma” ve aday listelerindeki tasfiye ile başlayan operasyonun mütemmim cüz’üdür. Durum gerçekten bu mudur?
Yoksa bu, hâkim yapıya göre terbiye edilmiş bir Ak Parti temennisinin ifadesi midir?
Üç şeyi müşahede ediyorum:
Bir, Ak Parti’den yeni parti yontmak isteyenler, parti liderliğinin bazı açılımlarından böyle bir dönüşüm sonucunu çıkartmaya çalışıyorlar.
İki, Ak Parti oluşumunu liderliğin taşıdığı siyasi geçmişten bakarak yeni bir misyon içinde görenler, bir kimlik dönüşümünden duydukları kaygıyı dile getiriyorlar.
Üç, bir kesim ise, dönüşmenin kaçınılmaz olduğu, yeni zamanlara göre yeni şeyler söylemek gerektiği ve bu yüzden liderliğin dönüştüğü kanaatiyle kendi içinde dönüşüm yaşıyorlar.
Acaba parti liderliğinin gerçek yönelişi ne? Buradaki görünüş de şu:
-Ak Parti liderliğinin, “Merkez” konusundaki söylemi mevcut merkezi doldurmak yerine “Merkezi yeniden inşa” şeklindedir. Buna itina edilmesini, mevcut Merkez’in sosyo - kültürel -ekonomik- siyasi yapısının benimsenmediği tarzında anlamak mümkün. “Merkezin yeniden inşası” ise bir tür “Ak Parti misyonu” içinde okunabilir.
-Ak Parti’nin, “Millî Görüş” zemini içinde ve o zeminin “özeleştiri”si sonucu doğduğu doğru. Bu özeleştiri neyi kapsıyordu, bu kadro o zeminden neyi bıraktı, neyi yanına aldı, neyin sentezini yaptı, bunlar teker teker değerlendirilmeden, oluşumu bir “Millî Görüş inkârı” tarzında okumak sağlıklı olmaz.
-Ak Parti liderliği, dini ideoloji haline getiren bir siyaseti benimsemediğini ifade ediyor. Ama aynı zamanda kendi bireysel Müslümanlıklarının da altını çiziyor. Bu noktada bir değişim olabileceğini düşünmek mantıklı değil.
-Ak Parti liderliğinin oluşum misyonu, mevcut sistemin eleştirisine de dayanıyor. Yeni bir parti olmak, Türkiye’ye söyleyeceğiniz sözün, vereceğiniz hizmetin olması demek. Bu da Türkiye için köklü bir sistem tahlilini gerektirir. Yoğun sorunları olan bir ülkede, sistem adına mevcut olanların ya da siyaset adına yapılanların bir yanlarında problem olacağı ve yeni bir siyasi hareketin bunları düzeltmek için geleceği açıktır. İşte o, mevcut merkezin, sağın, solun ortanın, her ne ise her yerin tek tek tahlilini öngörür. Yani yeni hareket gelip bunlardan birine monte olmaz, o zeminden başka bir şey üretmeye çalışır. Ak Parti liderliğinin, içinden geldiği duyarlılıklar sebebiyle bu noktada daha hassas olacağını farz edebiliriz.
-Ak Parti liderliği, siyasi çerçevesini oluştururken, sadece Türkiye’nin iç gerçeğini görmekle kalmayacak, uluslararası ortamı da dikkate alacaktır. Çünkü Türkiye, kendisinden ibaret değildir. O durumda, parti liderliğinin, İslami zeminle geçmişten beri not edilen ilişkisinin hep gözaltında olacağı hassasiyetiyle hareket edecektir. Küresel güç odakları açısından bakıldığında, Ak Parti’nin hem İslam’la ilişkisinin bulunmasının arzu edildiğini, hem de bu ilişkinin kuşku ile karşılandığını liderliğin önemsediğini sanıyorum.
Burada belki bir şey daha söylenebilir:
Türkiye’de sağ oylar - sol oylar ayrımı çok net tanımlama imkanı vermiyor olsa da, ana mecralar olarak bir tasnif değeri taşıdığı açık.
Bu ayrımlamada, sağ oylar cenahına yüzde 70’ler (belki 80’ler), sol oylar cenahına ise yüzde 20-25’ler düşüyor.
Sağ oyların ortak değerleri nelerdir?
Bu oylar ne kadar farklılaşmıştır, ne kadar bütünleşebilir?
Bir siyasi hareket, hangi sosyo - kültürel - ekonomik - siyasi muhteva ile bu oyları en geniş anlamda kendi seçmeni haline getirebilir?
Buna dair bir değerlendirme, aslında, sağda bir parti için parti kimliği ile yozlaşma diye nitelenebilecek ölçekte oynamadan, geniş bir açılım alanı sunabileceği gerçeğini ortaya koyuyor. Benim “muhafazakâr dünyada akraba alanlar” dediğim hadise, geçişli bir seçmen zemini anlamına geliyor. Parti liderliği, sanırım, bu alandaki açılımları, bu ana bünyenin ters bakmayacağı bir nitelikte ve ölçekte sürdürecektir. Ben, şu ana kadarki açılımlarda bu hassasiyetin gözetildiğini düşünüyorum.
Bununla birlikte, bir risk alanı olarak şöyle bir kombinezonun kurgulandığını söylemek mümkün.
Erdoğan’ı tekleştirmek, çevresinden soyutlamak, yalnızlaştırmak ve partinin ortak liderlik gücünü zaafa uğratmak.
Ak Parti’de, farklı bir liderlik örneği oluştu. Tepede, birbirine yakın muhtevadaki insanların, bir kader birliği duygusu içinde, “Ortak Akıl”la gerçekleştirdikleri bir liderlikti bu. Bu, belki de Ak Parti’nin en değerli, en güçlü tarafıydı.
Bu liderlik parçalanır, birbirini yer hale getirilirse her şey sıfıra müncer olabilir.
Şimdi, dışardan şöyle bir propaganda işliyor:
Tayyip Erdoğan tek adam. Her şey onunla var.
Bülent Arınç geçmişten gelen ve oradan hâlâ kopamayan bir yük?
Abdullah Gül iyi ama Cumhurbaşkanlığında Erdoğan’ın frekansına uyum sağlayamadı.
Abdüllatif Şener ise çoktan katardan koptu!
Bu tema derinleştikçe, liderlikteki sancı artacaktır.
“Bizim ilişkimiz çok özel” söylemini bu dörtlüden sık sık duyanlar, zaman zaman yaşanan sancılarda çok şaşırıyorlar.
Son söz: Bana göre Ak Parti’nin insicamını korumak iktidarı korumaktan daha az önemli değil.
Yazarımızın bu yazısı Aksiyon Dergisi'nden alıntılanmıştır.