İktidarda bile yıpranmadan seçime giriyor olmak… Ak Parti bunu nasıl başardı? Ak Parti, geniş halk kitlelerine yönelik, bir anlamda rehabilitasyon projeleri devreye koydu. Ama Ak Parti için farklı bir değerlendirme, onun “iktidarda muhalefet” olma özelliğinden yola çıkarak yapılabilir. İşte burada, Ak Parti için “muhalefet rolü” devreye girer. Gariptir, aynı siyasi arenada bu defa ana muhalefet, sanki “iktidar rolü” oynar. Ak Parti’nin hem iktidar hem muhalefet rolünün daha uzunca bir süre devam edeceğini düşünüyorum.
Seçimlerin hemen akabinde Ak Parti ile ilgili bir durum değerlendirmesini faydalı görüyorum. Şöyle ki:
Ak Parti seçimlere iktidar olarak girdi.
Seçimlere iktidar olarak girmenin hem avantajları hem dezavantajları var.
Avantajlarının başında halka yapılanları anlatabilmek var. İktidar döneminizde halkın hoşuna gidecek şeyler yapabilmişseniz, halkla sağlıklı iletişim kurmuşsanız, bunun meyveleri seçimde halk iradesine yansıyacaktır.
Ak Parti’nin bu noktada, iktidar olarak seçime giren başka partilerden ayrıldığı, paylaşılan genel bir kanaat. “İktidarda bile yıpranmadan seçime giriyor olmak” siyaset gözlemcilerinin Ak Parti ile ilgili ortak notu idi.
Ak Parti bunu nasıl başardı?
Ak Parti, geniş halk kitlelerine yönelik, bir anlamda rehabilitasyon projeleri devreye koydu.
Makro ekonomide ciddi sancılar vardı. Toplumun milyonlarla ifade edilen bir kesimi, açlık sınırının altında yaşıyordu. IMF şablonları ekonomik politikaların bir omurgası haline gelmiş, bu da altta kalanlar için daha çok ezilme sonucunu doğurmuştu.
Ekonominin iyileşmesi ve altta kalanların nefes alması çok çok zaman alacaktı.
Halk söyleyişinden yola çıkarsak, “Dereye su gelinceye kadar kurbağanın gözü pörtleyecek”ti.
Ak Parti liderliği, diyelim Tayyip Erdoğan, daha İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından başlamak üzere, “Varoş” gerçeğini biliyordu. Oraya bir nefes aldırmanın ne kadar hayati değer taşıdığının bilincindeydi.
Bir işsize iş bulmak çok önemliydi ama, onun gerektirdiği yatırımları yapıncaya kadar, birçok işsiz havasızlıktan boğulacaktı.
Onun için ayni yardım paketleri, reel bir rehabilitasyon imkanı idi.
Bunu, “elitler” ve “elitler”in siyasi yansıması olan kadrolar anlamazdı, çünkü bir kere bile olsun, bir fakir - fukara, garib - guraba kapısı çalmamışlardı. Ayaklarına varoş çamuru bulaşmamıştı. Bir sofraya oturmamışlar, bir çocuğun burnundaki sümüğü silmemişlerdi. Bir yatalak hastanın altını değiştirmemişlerdi. Bir kimsesizin kapısını açmamışlardı.
Ak Parti’de, inanç değerlerinden de beslenen böyle bir gelenek vardı ve hükümet olunca da, “Dereye su gelinceye kadar” kurbağanın gözünü pörtletmemek için, bir acil yardım projesi devreye konulmalıydı. Ak Parti bunu yaptı.
Bir çevre “Sadaka ekonomisi” diye niteledi bunu.
Bu, bir anlamda, halkta aşağılanma duygusu uyandırmak ve tepki oluşturmak amacını taşıyordu.
Ama bu yaklaşım, halkı tanımamaktan kaynaklanıyordu.
Evet, insanları “sadaka baskısı” altında tutmamak gerekti. Bu, insani bir hassasiyetti. Ama “sadaka baskısı” altında kalınacak diye, insanları “yardımsız” da bırakmamak gerekiyordu.
Öyle bir toplumsal tükeniş söz konusu idi ki, insanlar, yardım dağıtılan bir kamyonun etrafında birbirini ezebiliyorlardı. Bunlar, İstanbul’un bilmem hangi tepesinden baktığınızda ne kadar sakil görüntüler olarak algılanırsa algılansın, bu ülkeye ait bir insan manzarasını ortaya koyuyordu ve anlamı tükenişti. Bir genç - yaşlı kadın, anne, bir paket makarna için ezilmeyi göze alma noktasına gelmişse, onun evine bir paket yiyecek malzemesi götürmek, apayrı bir hizmet anlamı taşıyordu. Kaldı ki bu yardım paketlerini, kimseyi ezmeden, izzet-i nefsini rencide etmeden, onurlarını koruyarak götürmek de mümkündü.
Ak Parti hükümeti, valilikler ve belediyeler vasıtasıyla bunu gerçekleştirdi. Halk da bunu, bir devlet hizmeti olarak algıladı, rahatsız olmadı.
Öte yandan, gene Ak Parti iktidarının, geniş halk kitlelerine nefes aldıran bir uygulaması, sağlık alanında gerçekleşti. Sağlık, Türkiye için büyük sorundu. Henüz problemleri tam bitmese bile, bu alanda devrim niteliğinde işler yapıldığını, bugüne kadar bu alanda mağduriyetler yaşayanlar, - ki onlar halkın büyük çoğunluğunu oluşturuyor- ifade ediyorlar.
Ak Parti iktidarının buna benzer ikame projeleri oldu. Bunlar artılar getirdi.
Bir de, iktidar olmanın eksilerinden söz etmek mümkün. Esnafın iş hayatındaki durgunluk, çiftçilerin yaşadığı sıkıntılar... Bunlar icraat planında bir iktidarın artı - eksi muhasebesini ortaya koyuyor.
Ak Parti için farklı bir değerlendirme, onun “iktidarda muhalefet” olma özelliğinden yola çıkarak yapılabilir.
Türkiye’nin sancısı sadece ekonomik - sosyal politikalar alanında değil.
Asıl siyasal alandaki sancı, siyasi kadroların iktidar ya da muhalefet performanslarını derinden etkiliyor.
“İktidar olup muktedir olamamak” değerlendirmesi, genelde “sağ iktidarlar” için yapılır Türkiye’de... Bunun anlamı, halk oyu ile iktidara gelip, Ankara’da başka kombinezonlar içinde iktidar gücünü kullanamamak demektir.
Sandıkla gelen iktidarlara karşı Ankara’da bir “Devlet iktidarı”ndan söz edilir.
Devlet iktidarı, sandıkla gelen iktidarı terbiye eder, hizaya getirir, tanzim eder, daha olmazsa yok eder!
“Yok edilme”yi bilen siyasi kadrolar ise, yok olmamak, Demirel’in ifadesi ile “siyasi rodeo”da “attan düşmemek” için bin türlü manevraya mahkum olur.
Bu iktidar oyunu, Ak Parti için belki bir fazlasıyla devreye konmuştur.
Çünkü Ak Parti, selefi, örtülü bir askerî operasyonla devre dışı bırakılmış bir siyasi yapıdır. Göz altındadır. Halktan büyük oy almış, ondan da büyük bir sandalye sayısı ile Meclis’e gelmiştir. İktidar olabilmenin bütün şekil şartları tamamdır. Ama, bu “sayısal ağırlık” Türkiye’de iktidar olmaya yeterli midir? Yeterli değildir, çünkü, ana muhalefet liderinin diline yansıdığı gibi, iktidar olmak için bir de “siyasi ağırlık” kriteri vardır.
İşte burada, Ak Parti için “muhalefet rolü” devreye girer.
Gariptir, aynı siyasi arenada bu defa ana muhalefet, sanki “iktidar rolü” oynar.
Tabii ki, ana muhalefet iktidar rolü oynamak için sandıktan çıkan gücüne dayanmaz.
Bir yandan devlet içindeki güç odaklarıyla, bir yandan “siyasi ağırlık” unsuru olarak görülen ekonomik, sosyal - medyatik dünyalarla zımni bir koalisyon oluşur.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde sonuç alınamaması, Ak Parti iktidarına karşı bu koalisyonun yürüttüğü “karşı iktidar” hamlesinin eseridir. .
Peki seçimlere bu anlamda muhalefet görüntüsü içinde çıkmanın sonucu nedir?
Bunun toplumsal karşılığı, artıdır.
Ak Parti, Cumhurbaşkanlığı seçimindeki kural dışı operasyondan hareketle, sandıktan iktidar olarak çıkan halk iradesinin, nasıl mağdur edildiğini, belirleyici olmaktan çıkarıldığını, bir anlamda başka iktidar odaklarının halk iktidarını devre dışı bıraktığını anlatabilmiştir.
352 milletvekili ile Cumhurbaşkanını seçememek, beceriksizlik olarak da algılanabilirdi, halk iradesinin dışlanması olarak da... Cumhurbaşkanı adaylığı toplumda büyük alaka gören Abdullah Gül, olayı “Biz mağdur olmadık, mağdur olan millettir” diye tanımlayarak, halk huzuruna taşıdı ve bu söyleme, coşkulu bir karşılık buldu.
Bu konuda Cumhurbaşkanlığı belki en sembolik hadise idi. Ama, Ak Parti’nin muhalefet rolü, 4.5 yıl boyunca bir derin olgu halinde akıp geldi.
Ak Parti’nin seçimlerdeki ana söyleminin özünü oluşturan “Yola Devam” sloganı, bir yandan “hizmetlerin sürdürülmesi” mesajı taşıyor olsa da, bir yandan da, halk iradesinin kararlılığını Ankara’ya taşıma ve oradaki “derin direnç”i kırma arayışıdır.
Şunu söylemek mümkün:
Şayet Ak Parti, çok partili hayata geçişten bu yana süren, derin dünyanın iktidar arzusu ile halk iradesi arasındaki gerilimde halkın yanında durup bazı siyasi mağduriyetleri göze almasaydı, belki daha çok yıpranabilirdi. Halk, bir noktada Ak Parti Hükümetinin bazı zaaflarını, yapılamayan bazı şeyleri, gerçek duruş olarak algılamamış, mazur görmüştür. Hatta bazen, yolsuzluk iddiası gibi normalde çok tepki çeken şeyler bile, makro plandaki mücadele dikkate alınarak ıskalanmıştır. Ak Parti de oyunu böyle kurmuş, kamuoyunun böyle algılamasını sağlamıştır.
Şu da söylenebilir:
Şayet halkın sağduyusu, Ak Parti’nin bu alandaki samimiyetinden kuşku duyarsa, yani artık onun da “siyasal güçlüler” safına geçtiği kanaatine varırsa her şey değişecektir. Tılsımı kaybettiğinizde bütün kurgu tepetaklak olabilir.
Ben, Ak Parti’nin hem iktidar hem muhalefet rolünün daha uzunca bir süre devam edeceğini düşünüyorum. Türkiye’deki sistem sancısı toplum lehine bitinceye ya da Ak Parti misyon kaybı anlamında metamorfoz geçirinceye kadar...
Bu yazı Aksiyon dergisinden alıntılanmıştır.