Siyasilere “Yarınki seçimde ne kadar oy alırsınız?” diye sormam. Bu soruyu en son 1977 seçimi öncesinde İzmir'den milletvekili adayı iken Turgut Özal'a sormuştum. Düşünün o rasyonel Turgut Özal, hemen hiç düşünmeden, “MSP İzmir'de en az yedi milletvekili çıkarır” cevabını vermişti. İlk sırada olan kendisi bile seçilemedi.

Başbakan Tayyip Erdoğan'ı seçimden önce en son gören gazetecilerdenim; dayanamayıp “Seçimden nasıl bir sonuç bekliyorsunuz?” diye sordum. Rize/Güneysu'daki evindeydik Tayyip Bey'in; yorucu kampanya ertesi gün bitecekti. Kampanyaların sonuna doğru, “Artık ne olacaksa olsun” hali ağır basar, öyle bir hal içindeydi Tayyip Bey... Sorum üzerine bir an düşündü, “Herhalde yüzde 40'ın üzerinde bir şey olur; öyle görünüyor” dedi...

Seçim sonuçlarını görüştüğü meslektaşlara, “Bu kadarını ummuyorduk” anlamına gelen cevaplar vermiş. Ummuyordu, doğru. Türkiye'deki yaklaşık her iki kişiden birinin Ak Parti'ye oy vermesi anlamına gelecek bir sonuç beklemiyordu Başbakan Erdoğan… Siyasetin kendine özel tarafı da bu işte: Çalışıp çabalıyorsun ve hükmü sonunda seçmene bırakıyorsun; saçın ak mı kara mı o sana gösteriyor…

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ruh halini en iyi anlayacak kişi MHP lideri Devlet Bahçeli'dir. 1999 seçimi sonrasında, Yeni Şafak yazarları olarak kendisini ziyaret ettiğimizde, “Barajı aşmayı bekliyordum elbette, ancak oyumuzun yüzde 18'e ulaşması beklentilerimizin üstünde” demişti. Bazen millet böyle beklenmeyen işler yapmayı çok sever. İnatçıdır bizim milletimiz, bir noktaya kolay ikna edemezsiniz, ama bir de ikna ettiniz mi, riski göze de alarak sonuna kadar o noktayı savunur...

Seçimde Ak Parti'nin yüzde 47 civarında oy alacağının anlaşılmasından sonra CHP'li yetkililerin verdiği tepkiler müthiş canımı sıktı. Hayır, bağnaz tavırları değildi canımı sıkan, hâlâ dediğim dedik tavrını sürdürmeleri de değildi; tarihi tekerrür ettirmeleriydi... 1950 seçimlerinde Demokrat Parti'nin müthiş parlak zaferi üzerine, İsmet İnönü'nün “Nankör millet” dediği rivayet edilir ya, CHP sözcüleri seçim akşamı benzer bir tavır sergilediler. Benim de konuğu olduğum bir programda Birgen Keleş'in sözleri bana İsmet Paşa'yı hatırlattı…

Belli ki, halk, Birgen Hanım'ın katıldığı toplantılarda CHP'liler ile kafa bulmuş...

Sırf oyumu kullanabilmek için Ankara'ya gittim. İstanbul'a dönmem gerektiği için erkenden sandık başına koştum. Bizim apartmanın bulunduğu bölge Ankara'nın Çankaya ilçesine bağlı; etrafta her sosyal tabakadan insanlar yaşıyor. Daha işlemler başlamadan sandığın önünde sıralananlar tipik Ak Parti seçmeniydi; o görüntü bile sonucun ne olacağı konusunda yeterince ipucu sağlıyordu.

CHP'liler nasıl oldu da meydanlardan durumu anlayamadılar, hayret! İlhan Selçuk'un manevi liderliğini kabul edişlerinin kendilerini klasik CHP seçmeninden koparttığını nasıl oldu da fark edemediler? CHP'nin bir önceki seçimde çıkardığı milletvekili sayısına (177) bu seçimde ancak MHP'nin milletvekilleri eklenerek ulaşılabiliyor… Oysa DSP ile işbirliği ve SHP desteğiyle girdi bu seçime CHP; DSP'liler ayrılıp bir başlarına kaldıklarında CHP'nin milletvekili sayısı 100'ün altına inmiş olacak…

Hazin bir durum bu, çok hazin… Cumhuriyet'i kuran parti, Cumhuriyet değerleri üzerinden yürüttüğü rakibini yıpratıcı kampanyanın sonunda, Cumhuriyet'in 84. yılında, cumhurdan fena bir uyarı aldı. Hasan Cemal, “Bu defa muhtırayı halk verdi” demiş seçim sonuçları belli olur olmaz. “Kılıçla iktidar olunur, ama kılıç üzerine oturulamaz” diye bir söz vardır, muhtıralarla iktidar bile olunamıyor görüldüğü gibi…

Herkes, “27 Nisan muhtırası ve ardından yaşananlar olmasaydı, Ak Parti'nin oyu ne olurdu?” diye soruyor ya, benim farklı bir sorum var: “Deniz Baykal kendini medyadaki bir avuç fanatiğin ellerine teslim edip onların yol göstericiliğini kabul etmek yerine normal yoldan ayrılmasaydı ne olurdu?” Cumhurbaşkanlığı seçiminde olumlu bir rol üstlense, yanlış örgütlerin etkinliklerine destek vermese, Anayasa Mahkemesi'ne “Çatışma çıkar” müdahalesinde bulunmasa?

Cevabı ben vereyim: Yapılacak ilk seçimden oylarını artırmış sağlam bir demokratik muhalefet olarak çıkardı CHP...

Deniz Baykal önüne konulan bu makul proje yerine çok daha yıpratıcı olanı seçerek kendini tarihin dışına itiverdi. Eminim, yakınlarıyla, “İstifa edeyim mi?” istişaresinde bulunuyordur. Oysa 'demokratik muhalefet' olma yolunu seçseydi, taraftarlarının tebriklerini kabul ediyor olacaktı şimdi. Nasip meselesi işte…

Bugünün sorusu şu: Ahmet Necdet Sezer ne yapar, Çankaya'dan ayrılır mı?

Seçimle içinden çıktığımız dehlize girilmesinde önemli bir rol oynadı Ahmet Bey; sonunda kendi anayasal konumunu tartışılır hale getirerek… Hukuki açıdan konumu ne? Cumhurbaşkanı mı? Yoksa Cumhurbaşkanı vekili mi? Anayasa'nın 102. maddesi cumhurbaşkanının yedi yıllık bir süre için ve bir defalığına seçileceğini öngörüyor; yedi yıllık süresi bittiği halde Çankaya'da kalmaya devam ediyor Ahmet Necdet Sezer… Bu nasıl oluyor? 'Vekil' derseniz, bir insan kendine vekâlet edebilir mi?

Biliyorsunuz, bu seçimde CHP'den milletvekili olmak için görevinden istifa eden Sezer'in damadına oy vermedi seçmenler… Ahmet Necdet Sezer de sessiz sedasız görevini bıraksa en doğru kararı almış olur…

Bir dostum, sabah sabah, “Ne kadar da çabuk döndüler” dedi gazeteleri mütalaasının sonucunu aktarırken… Ne sanıyordu ki?

 

 

Kaynak: Yeni Şafak