Çetin Doğan Paşa tahliye oldu ardından da GATA’ya yattı.
Acil şifalar diliyoruz.
Uzun ömürler de elbet.
Ancak, ‘Balyoz Darbe Tasarısı’nın basit bir seminer olduğunu söyleyip konuyla ilgili yazanları mahkemeye vereceğini açıklamıştı, bir süre önce. Bu mahkemeye vermelerin gerekçesi olarak da öne sürdüğü savların en dikkat çekeni, Balyoz’la ilgili bir tek somut kanıt hatta bir tek belge bile olmadığı yolundaydı! Buraya kadar tamam mı?
Peki, madem bir tek somut kanıt yok, bir tek belge yok, tümünü basın üretiyor, o zaman Genelkurmay eski başkanı Hilmi Özkök’ü neden ve hangi belgeleri basına sızdırmakla suçluyor?
Hilmi Özkök diyor ki: “Bu belgelerin olmadığını ve bunlarım imal edildiğini kendisi televizyonda ve beyanatında söyledi. Olmayan
belgeyi vermek, hukuk deyimiyle naks (eksik) girişimdir!”
Hilmi Özkök şimdiye değin hep sustu. Ancak susmanın kimilerini cesaretlendirdiğini görünce, “Eğer bu olmadığını öne sürdüğü belgeleri benim verdiğimi ima ediyorsa, kanıtlarını Cumhuriyet savcılarına vererek dava açtırmalıdır!
Herhalde disiplinli ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne muhabbetle bağlı bir emekli Orgeneral, delilsiz olarak eski komutanına iftira atmaz!”
Bakınız, bunları Hilmi Özkök Beyefendi söylüyor; ben değil.
Hilmi Bey son olarak da Mevlana’nın bir sözünü hatırlatıyor: “Lakin her lafa verilecek cevabım var.
Bir lafa bakarım laf mı diye; bir de söyleyene bakarım adam mı diye?”
Dilerim Çetin Doğan Beyefendi aklanır mahkemede, Balyoz’un tümüyle hayal ürünü olduğu kanıtlanır, biz de rahat bir soluk alırız. Yok aksi kanıtlanırsa, o zaman da kendisine sadece geçmiş olsun deriz... Sadece ona mı? Bütün hepimize!
Nükleer silah yalnız Kuzey Kore ya da İran’a karşı
Başkan Obama, ABD’nin nükleer stratejisini değiştirdiğini açıkladı. Eskiden Amerika’nın ilk hedefleri Rusya ve Çin iken bu ülkeler listeden çıkarıldı.
Nükleer silah yapımına soyunan ya da bu işe başlamış ve her türlü uyarıya rağmen sürdüren “Kuzey Kore ve İran gibi ülkelere karşı nükleer güç kullanabiliriz!” diye de lafı noktaladı.
Tabii burada taktiki nükleer silahlardan, nükleer mermilerden söz ediyor. Yok nükleer füzeler atılırsa bu ülkelere, ne Uzakdoğu kalır ne de Orta Doğu ve Balkanlar!
Ancak kimyasal silahlarla ABD’ye saldırmaya kalkışırsa bir ülke, nükleer silah kullanma seçeneğini saklı tutuyor tabii.
Obama’nın, dünyanın önde gelen 47 ülke lideriyle Washington’da yapacağı nükleer güvenlik zirve toplantısı öncesinde bu açıklama, İran’a aba altından gösterilen son sopa. İsrail’in ‘nükleer silah üretme becerisine sahip bir İran’ın yok edilmesi gerektiği’ yolundaki açıklamalarıyla ilgili Obama, İsrail’in açıklamalarını tartışmak istemediğini söyleyip noktayı koydu. Ancak gene de dayanamayıp Kuzey Kore’nin kıtalar arası nükleer başlık taşıyan bir iki füzeye sahip olduğunu, İran’ınsa böyle bir silahı bulunmadığını,üstü kapalı bir biçimde belirtti.
Bu arada ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton da “BM’in yaptırım gücü sınırlı. Ambargo
larla İran’ın tavır değiştireceğine inanacak kadar saf değiliz!” diye konuştu.
Bu açıklamalara baktığınız zaman, ABD’nin İran’ı sürekli baskı altında tutacağını anlayabiliyorsunuz. İran yönetimi de, ülkedeki bütün muhaliflerin gırtlağına çöktükçe, önünde secdeye varmayanları düşman ilan ettikçe ve de ekonomisini düzeltemeyip enflasyonun tırmanmasını önleyemedikce, arkasına İran halkının gerçek anlamda desteğini alamayacaktır. Arkasında halk desteği olmayan hükümetlerin sonucu, er ya da geç, hüsrandır. Tarihe bir göz atın yeter. Onun için Ahmedinecad’ın daha hoşgörülü, daha az hırçın ve muhaliflerin de sesine kulak veren bir tavır takınması gerekiyor.
TÜRKİYE SAĞLIK TURİZMİNDE ÖNE FIRLADI
Nitelikli ve ucuz sağlık hizmeti veren, çağdaş bütün araç ve gereçlerle donatılmış hastaneler nedeniyle, Türkiye tıpkı otomobil ve elektronik sektörlerinde olduğunca, sağlık turizminde de büyük hamleler gerçekleştirdi son yıllarda. Sınır Tanımayan Hastalar adlı, sağlık turizmini yönlendiren bir kuruluş, yaptığı araştırma sonuçlarını bütün dünyaya duyurdu: “Kuruluş olarak iki kez Türkiye’ye gittik. Hastaneleri ziyaret edip yabancı hastalarla görüştük. Türkiye’de dünya çapında verilen hizmetlerinin yanı sıra, tıbbın her alanıyla ilgili ABD ve Avrupa düzeyinde tedavi ve bakım gerçekleştiriliyor. Üstelik fiyatlar da hem ABD’den hem de Avrupa’dan çok daha ucuz. Bizim öngörümüz, 2015’de Türkiye’ye tedavi amacıyla en az 1 milyon hastanın geleceği yolunda.”
Nereden nereye değil mi? Şunun şurasında 10- 15 yıl önce ev bark satıp tedavi olmak için Amerika’nın ya da Avrupa’nın yollarına düşerdik. Şimdilerdeyse onlar bize geliyor; hem de ev bark satmadan!
İzlanda 2001 Türkiye’sine döndü
İzlanda’dan diğer ülkeler yoğun bir göç yaşanıyor. Pılısını pırtısını toplayan, ülkede yaşanan banka bunalımı ve derin ekonomik kriz nedeniyle başta Norveç olmak üzere, Avrupa’nın çeşitli ülkelerine kaçıyor. Geçen yıl 1887’den bu yana en büyük göç yaşanmış ülkede. Nüfusu 320 bin olan İzlanda’nın neredeyse yüzde 15’i başka ülkelere yerleşmiş. Özellikle İsviçre Frangı, Yen gibi para birimleriyle borçlananların hali perişan. Kredi borçları bir anda dörde beşe katlanmış herkesin ve iflas masalarının önünde kuyruklar oluşmuş. Eskiden yabancı işçi çalıştıran İzlanda, şimdi yer arıyor kimi, hangi ülke istihdam eder diye! Bu manzara size bir zamanların Türkiye’sinden kesitler hatırlatmıyor mu?
Kaynak: Star