Savaş ne zaman soykırım haline gelir? Hikâyenin özneleri siyahlar olduğunda. Fildişi Sahili’nin tartışmalı başkanlık seçimlerinin ve eski devlet başkanı Laurent Gbagbo’yla seçilmiş başkan Alassane Ouattara arasındaki çatışmanın ardından, ‘soykırımın eşiğinde’ olduğuna dair akla ziyan iddialardan çıkarılabilecek tek sonuç bu.

Görünen o ki, biz Batıdakilerden farklı olarak, Afrikalılar asla ‘savaşmıyor’; ‘işgallere girişmiyor’; ‘siyasi gerilimler’ yaşamıyor. Sadece soykırım yapıyorlar; genellikle palalarla işlenen çılgınca, akıl almaz soykırımlar; tek sebebi de insanları öldürmeyi sevmeleri. Bir sürü insan. Bir bütün olarak ortadan kaldırılan ırklar.

‘Kalıp senaryo’ Ruanda
‘Soykırım’ kavramı Afrika’daki savaşlara uygulanırken sergilenen hız ve gelişigüzellik, robotça şuursuzluk inanılır gibi değil. Çatışmanın ölçeğinin ne kadar küçük olduğuna, Afrika’nın neresinde gerçekleştiğine bakmaksızın, ‘soykırım’ yaftasını yapıştırıveriyorlar. Böylece meseleyi siyasete değil, imha edici bir kan şehvetine bağlıyorlar.

Velhasıl Fildişi Sahili’ndeki siyasi çatışmadan da (ki henüz geniş çaplı bir şiddete dönüşmedi), histerik biçimde halihazırda ‘yapım aşamasında bir soykırım’ olarak bahsediliyor. Outtara’nın BM büyükelçisi, ülkesinin ‘soykırımın eşiğinde’ olduğunu söylüyor. Kara Kıta’dan şeytani kokular almayı pek seven medya da üzerine atlıyor; Fildişi Sahili’nin soykırımın ‘eşiğinde’, ‘uçurumun kıyısında’ veya soykırıma ‘yakın’ olduğuna dair manşetler gazete sayfalarını süslüyor.

Akla Kenya’da Ocak 2008’de seçim sonrası yaşanan şiddete dair tartışmalar geliyor. Benzer biçimde Kenya da ‘soykırımın eşiğinde’ydi; zira tartışmalı seçimleri kaybeden bugünkü Kenya Başbakanı Raila Odinga’ya bağlı güçler yaygın olarak ‘etnik temizlik’ diye nitelenen eylemler gerçekleştirmişti. Aslında Kenya’da soykırım falan yoktu. Yaşanan sadece siyasi şiddetti.

2003’te Liberya’da yaşanan daha ciddi çatışma da, ülkenin ‘Ruandavari bir soykırıma sürüklendiğine’ dair tumturaklı değerlendirmelere yol açtı. Sudan hükümetinin 2004 ve 2005’te Darfur’a yönelik şiddetli saldırıları her yerde ‘21. asrın ilk soykırımı’ diye nitelendi; halbuki gerek BM gerek önde gelen Amerikalı uzmanlar, bu kavramın kullanılmasına karşı çıkıyor ve Hartum’a bağlı güçlerin 400 bin Darfurluyu öldürdüğü iddiasını sorguluyordu.

Anlaşılan, Ruanda felaketi Afrika’daki savaşları anlamak için ‘kalıp senaryo’ haline gelmiş durumda. Her çatışma, her muharebe, her savaş artık ‘yeni Ruanda’ olarak etiketleniyor. Uluslararası Af Örgütü, Fildişi Sahili’nin ‘Ruanda’nın devamı’ olmasına göz yummamamız gerektiğini söylüyor. Derin yerel karmaşıklıklar tarihten arındırılıyor; zira koca bir kıtadaki savaşlar, sınırdan sınıra sirayet eden bir tür Afrika virüsünün belirtileri gibi sunuluyor.

Batı’nın üstünlük çabası
Bu tartışmalar, sahadaki gerçeklerden ziyade, Batı’nın çarpık imgelemini açığa vuruyor. Günümüzün siyasi çatışmalarını izah edemiyor görünen gözlemciler, bunun yerine sansasyonel ve her duruma uyan tek tip ifadelere sarılıyor. Bu çatışmalar, Afrika’daki her çatışmada Holokost tarzı dehşet potansiyelini gören Batılı felaket tellalları için pornografiden farksız. Medeni Batı’yla medeniyetten nasibini almamış Afrika arasında dağlar kadar fark olduğu fikrinin bilgisayar başında tekrar ısıtılması bu; günümüzde tek fark, kulağa daha kabul edilebilir gelen bir terminoloji kullanmamız: ‘Soykırımı önleyenler’ (biz) ve ‘soykırımcılar’ (onlar). Niyetse aynı: Kara derili barbarlara karşı üstünlüğümüzü tesis etmek. (5 Ocak 2011)

Kaynak: Radikal