ABD’de Ortadoğu’daki siyasi ayaklanmayla ilgili  hâkim anlatı, bölgede çöken otoriteryan rejimlerin demokratik güçlerle İslamcı hareketler arasında çarpışmaya yol açacağı, bu siyasi çekişmede demokratik güçlerin üstün ele sahip olmalarını garantilemekte ABD ve İsrail gibi müttefiklerinin çıkarı olduğudur.

Fakat Arap Baharının yol açtığı değişimler Batılı hareketler ile İslamcı gruplar arasındaki bir çatışmanın ötesine geçmektedir. Ortadoğu’da değişen güç dengeleri – biraz da Amerika’nın bölgedeki nüfuzunun azalmasıyla olmaktadır bu – yeni Ortadoğu’daki ideolojik mülahazaların üstesinden gelecek realpolitik kaygıları öne çıkarmaktadır. İsrail-Hamas arasındaki mahkûm takası, Libya’daki savaşta Amerikan rolü ve Irak’ta Amerikan askeri varlığının son bulması, hepsi de bu yönelime işaret etmektedirler.

Mahkûm takasından başlayalım. İlginç olan, bir İsrail askeri karşılığında 1000 Filistinli mahkûmun salınması değil İslamcı nüfuzun Mısır’da artmakta göründüğü tam da bugün takas edilmiş olmalarıdır.

Halkın ve seçkinlerin de desteğini yedeğe alan İsrail liderleri, aracı olarak başlıca rolü oynayan Mısır güvenlik yetkilileriyle son beş yıldır bu yönde bir anlaşmayı müzakere ediyorlardı. Fakat Amerikan yanlısı Hüsnü Mübarek rejiminin düşüşünü müteakip Kahire ve Jerusalem’de yaygın olan kanaat, İsrail-Hamas müzakerelerinin çökeceği şeklindeydi. İsrail-Mısır arasında barış antlaşmasına bağlı Amerikan yanlısı bir liderin düşüşü, herhangi bir yeni hükümetin İsrail çıkarlarına hizmet eder gibi algılanan politikaları benimsemesini zorlaştıracaktır diye düşünüyordu uzmanlar.

İktidardaki Likud yönetimi ve İslamcı Türk liderler arasında artan diplomatik gerginliğin ve Yahudi devleti ile Tahran’daki Ayetullahlar arasında devam eden askeri gerilimlerin yanısıra bir de Tahrir Meydanından ve diğer meydanlardan yükselen İsrail karşıtı söylem ve gösteriler, İsrail’in hasım bir Müslüman teşekküle çevrilmiş olma korkularına oynar gibiydi aslında.

Ancak bu kâbus senaryosu, Ortadoğu’daki Müslümanların – Mısırlıların, Türklerin, İranlıların, Suudilerin, çeşitli aşiret, fırka ve etnik grupların – İsrail’le karşılaşmak üzere ortak bir siyasi ve askeri cephe oluşturacaklarını varsayıyordu. Bu senaryo İran, Türkiye politikaları ve Arap sokaklarından yükselen söylem hakkında duyulan gerçek korkulara dayalıydı kısmen. Fakat İsrail’deki ultra-ulusçular ve bir gündemleri olan Amerika’daki yeni-muhafazakârlar bu tür korkuları artırmışlardı: İsrail-Filistin mevzusunda mevcut statüskoya yönelik ciddi herhangi bir tehdide karşı direnmek, İsraillileri ve onların Washington’daki destekçilerini Ortadoğu’daki yeni karşılaşmalar için seferber etmek istiyorlar.

Mısır’daki askeri liderlerin Şalit’in serbest bırakılmasına yardım kararı vermeleri Kahire’deki durgun İsrailci temayüllerin bir yansıması değildir. Filistinli mahkûmların serbest bırakılması da Filistin davasına desteğin bir yansıması değildir. Enver Sedat ve Mübarek gibi bu liderler de Mısır ulusal çıkarlarına dayalı olarak hareket etmektedirler. Bu çıkarlar, İsrail’le barış antlaşmasını muhafaza etmeyi ve öngörülür geleceğe kadar İsrail’le askeri karşılaşmadan uzak durmayı da içermektedir.

Doğrusu, bazı Amerikalıların inandıklarının aksine, Mısırlıları İsrail’le savaşmaktan geri tutan ne 1979 Mısır-İsrail barış antlaşmasıdır ne de ABD’nin Mısır’a verdiği milyarlarca dolarlık ekonomik ve askeri yardımdır. 1979 barış antlaşması, evrilen güçler dengesinin, İsrail ve Mısır’ı aralarında yaşanacak bir savaşın külfetli ve çıkarlarına zararlı olduğuna hükmettikleri gerçeğini yansıtmıştır.

1979’dan beri yaşanan küresel ve bölgesel gelişmeler, İsrail ve Mısır’ın barışı koruma azimlerini kuvvetlendirdi. Ekonomik bakımdan müflis, kendi halkını beslemekten ve eğitmekten aciz Mısır elbette ki İsrail’le askeri bir karşılaşmanın peşinden gidebilecek durumda değildir.

Dahası, Müslüman Kardeşlerin Mısır’da güç ve nüfuzlarının artması, Kahire’deki müstakbel hükümetlerin Gazze’deki Hamas liderlerinin - Hamas, 1928’de kurulan Müslüman Kardeşlerin siyasi bir şubesidir - seçimine ilgi duyma ihtimalini artırmaktadır.

Hamas, daha bir İslamcı yönelime giren Mısır’ın müşteri (mini) devleti haline dönebilir. Bu bağlamda, Hamas’ın bölgedeki İran gibi daha radikal oyuncuların nüfuzu altına girmesini engelleyecek şekilde ona yeterli desteği sunmakta Mısırın çıkarı vardır. Aynı zamanda, büyük güçler ile müşteri devletler ilişkisini etkileyen türden hesaplar gereğince Kahire, Hamas politikalarının Mısır’ı İsrail’le askeri bir karşılaşmaya çekmeyeceğini garanti altına alma ihtiyacı hissedecektir. Hamas-İsrail anlaşmasının müzakere edilmesine yardımcı olmak böylesi bir stratejiye güzel bir şekilde oturmaktadır. Hamas dış politikasını Suriye’den ve dolayısıyla da İran’dan Mısır’a kaydırmaya yüreklendirir. Bu ise İsrail ve Hamas arasında Mısır’ın müzakerelerine yardımcı olacağı daha pragmatik anlaşma şartları yaratacaktır. Her iki taraf arasında bir barış antlaşmasına yol açmayacaktır bu ama Gazze Şeridi’nde (bir süre daha İsrail’le birlikte var olabilecek türden) mini-devletin Mısır himayesinde bir devlet olmasına imkân verecektir.

Her ne kadar Ankara ve Jerusalem arasındaki ilişkiler gerginse de İsrail ve Hamas arasında mahkûm takasının müzakere edilmesinde Türkiye’nin faal rol oynaması da yüreklendirici bir işarettir. İsrail ve Arap komşuları arasında gerilimin artmasında Türklerin bir çıkarı yok zira Türkiye’nin yeni diplomatik ve ekonomik hudutlarında olan Ortadoğu’yu istikrarsızlaştıracaktır.

Mısır ve Türkiye arasında askeri ve diplomatik bir eksenin ortaya çıkıp İran nüfuzunu, İran’ın Irak ve Lübnan’daki uydularının nüfuzunu dengelemek ve Suriye’de iktidar değişimini yönetmek üzere S. Arabistan ve Körfez’deki petrol şeyhlerine katılmasını beklemek galiba gerçekçi değil. Her şeyden evvel Türkiye ve İran’ın sınırları içerisinde Kürt ayrılıkçılığını kontrol altına almakta ortak çıkarları vardır. Suudilerin ve İsraillilerin aksine Türkiye, ABD ve İran arasında askeri bir karşılaşmadan sakınmak istiyor.

Fakat Ortadoğu’da işbirliği yapan ve rekabet eden yeni güç merkezlerinin yeniden ortaya çıkışı (Mısır-Türkiye-İran-S. Arabistan) ABD, Avrupa Birliği ve İsrail’e yeni stratejik fırsatlar sunmaktadır. Fantastik özgürlük gündemleri ve siyasi İslam’ın muhayyel yahut gerçek nüfuzunu dengelemek üzere zaman ve kaynak israf etmek yerine, çıkarların gereğini yapmak için bu oyuncularla geçici/ad hoc ortaklıklar oluşturarak yumurtaları farklı sepetlere dağıtmak daha etkin bir politika olacaktır.

Böylelikle, Hamas’la anlaşma sonrasında İsrail, Kahire ve Ankara’yla ilişkilerini iyileştirebilir ve hatta belki de Hamas yönetimindeki Gazze’yle bir çeşit birarada varolma şartları yaratabilir. Tesadüf değildir, Batı Şeria’daki Filistin Otoritesi üzerinde daha fazla diplomatik baskı oluşturabilir bu.

Hakikat, mahkûm takasına öncülük eden İsrail-Mısır-Türkiye işbirliği, eski tehditleri kalıcı kılmak yerine yeni fırsatlar gözeten işte böylesi bir yaratıcı stratejik yaklaşımın örneğidir.

Bunun ABD’ye telkin ettiği şey, Ortadoğu’da Amerikan çıkarlarını güvenceye almanın maliyet avantajlı yollarının olabileceğidir üstelik bölgede siyasi değişim yaşanıp Amerikan askeri ve iktisâdi kaynakları azalırken. Libya, Irak’tan çok daha iyi bir örnek sunmuştur. ABD, hegemonik ve ideolojik amaçları olan politikalar izlemek yerine, diğer oyunculara yükün ağır kısmını taşımaları için teşvikler sunabilirmiş.

Doğrusu, Irak Savaşı, Amerikan çıkarlarının izinden nasıl gidilmemesi gerektiği hakkında bir vaka çalışması niteliğindedir. Başkan George W. Bush ve yeni-muhafazakâr danışmanları Irak’taki etnik ve hizbi gerçekleri, Körfez’deki güçler dengesini göz ardı ettiler. Böylelikle de Irak’ta gücün Arap Sünnilerden Arap Şiilere geçmesine yardım ettiler ki İran’ı güçlendirmiştir bu.

Bu politika sadece Amerikan çıkarlarına zarar verdi; öte yandan da Irak’ta demokratik değerlerin ilerletilmesinde başarısızlık yaşadı ve hem Türkiye ve S. Arabistan gibi bölgesel ortakları hem de koruyacak çıkarları olan küresel oyuncuları kendi aleyhine çevirdi. Örneğin, Avrupa Birliği Saddam Hüseyin Irak’ını kuşatmayı hedefleyen daha mütevazı bir projeye askeri ve mâli destek sunabilirdi.

Diğer yandan, Libya’da rejim değişikliğine neden olan askeri liderliği Avrupa güçleri üstlendi. Amerika, İngiltere ve Fransa’yı bu yönde teşvik etti ve bu esnada destekleyici askeri rol oynamayı kabul etti.

Obama yönetiminin Libya’da izlediği politika, yanısıra Irak’taki Amerikan askerlerinin yıl sonuna kadar çekileceği ilanı, Washington’ın Ortadoğu’da yeni bir büyük strateji izlediğinin işareti olmayabilir. Fakat politikalarını bölgede değişen güçler dengesine uyarlamaya başladığını telkin etmektedir.

Kaynak: National Interest

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın