Sorum aslında ABD’de görüştüğüm Türkiye kökenli  Müslümanların perspektifini hedef alıyor. ABD’nin Türkiye’ye yönelik ilgisini yitirdiğine dair çeşitli yazılar okudum son günlerde. Obama’nın Polonya’ya dönük abartılı iltifatı, sadece bir gösterge. Nuh Yılmaz da ABD’de Türkiye seçimlerine dönük bir ilgisizlik gördüğünü anlatıyordu, internet sitelerinden birinde okuduğum bir yazısında.  ABD Türkiye’yi her açıdan güvenilir bir müttefik olarak görememeye başladı, bu pek çok bağlamda dile getirilen bir tespit. Buna karşılık Amerika günlerinde Davis’deki konferans merkezinde ve Brooklyn mekânlarında konuştuğum Türkler’in çoğu Türkiye’nin olumlu bir yönelim içinde olduğu görüşünde.

Seçim günlerinde AKP’nin muhalifleri elbet Türkiye’nin bir istikrarsızlığa sürüklendiği görüşünü kanıtlayan verilerle çıktılar seçmenlerinin karşısına.  ABD’den böyle görülmüyor işte. Geri dönme planı yapan Türkler kadar, orada artık yerleşip kalmış olanların da ortak görüşü Türkiye’nin istikrar kazanmış bir ülke olduğu yönünde.

“İstikrar” kavramı, vahşi ormanların nabız atışları açısından da sarfedilebilir yeri geldiğinde. Oradan bir timsahın, öte taraftan boğa yılanının fırlaması, orman dokusunun istikrarına aykırı sayılabilir mi… West Virginia yollarında giderken, insan Hollywood’da pek gözde olan felaket beklentisi filmlerinin anlamını da çözüyor. Maceralı bir gidiş oldu, fırtınalı bir yağmur eşliğinde.

Konferansa konuşmacı ve dinleyici olarak katılanların önemli kısmı, ABD’ye yüksek lisans ve doktora eğitimi yapmaya gittikten sonra yıllardır geriye dönmeye karar veremeyen  kişiler ve ailelerinden oluşuyor. İkide birde önümüze ceylanların fırladığı yeşil arazinin yollarında sohbet ediyoruz, muhakeme gücüne ve cesaretine hayran olduğum aydınlık yüzlü  geniş ufuklu İmren Turner’la. ABD’li bir Müslümanla evli, dört çocuk annesi,  sınır ve ırk önyargılarını aşarak İslam üzerinden belirlemiş aidiyetini, yine de gelecek ufkunda Türkiye var. ABD’yi mesken tutan “genç” Türklerin çoğu, 28 Şubat darbesinin ardından iş ve eğitim imkânı bulmak üzere yollara düşmüş. Ekonomik krizden etkilenerek göçe karar verenler de var içlerinde.

 Göçmen genç kızlar arasında başörtüsü yasağının sebep olduğu çözümsüzlük duygusuyla Atlantik Okyanusu’nu aşarak yüksek lisan eğitimini sürdürmeye karar verenler de eksik değil, İclal Birtek gibi. İclal halihazırda Arap Müslümanlara ait “islamic” bir lisede kimya dersleri veriyor.  

Şimdilerde göç insanlarının bir kısmı hatta çoğu geri dönme temayülü içinde. Wisdom Net’in hali hazırda Manhattan’da finans alanında önemli bir işte çalışan genç başkanı Kemal Birtek de buna dahil. Geri göç ABD ekonomisinde belirginleşen bir sıkıntının yanında Türkiye’nin sunduğu kalkınma grafiğinden de etkileniyor.  Kemal Birtek finans alanında sahip olduğu tecrübeyi vatanının hizmetine  sunma isteğinden söz ediyor.

Brooklyn’de Atlantik Okyanusu’na bakan  anlı şanlı İstanbul Restaurant’ın adeta Türkiye fahri konsolosu gibi çalışan sahibi Malatyalı  Rıza Ataş’a, geri dönmeyi düşünenler arasında olmasa  da vatanı her zamankinden daha ziyade dönülecek bir ülke olarak görünüyor: “Yirmi beş yıl oldu Türkiye’den ayrılalı, gidip gördükçe çok geliştiğini görüyorum. Dünyada bir itibarı var bugün Türkiye’nin, ekonomi ve insan potansiyeli açısından çok iyi bir durumda.  Kaset olayları canımı sıktı yalnız. Türk insanına yakışmıyor. Dinimizde birinin ayıbı varsa örtün denmiyor mu…”

Rıza Bey’e göre AKP seçimlerde % 55-60 oranıyla öne geçerek kazanır pekâlâ.

İsmini tam olarak yazmamamı rica eden yayıncı ve reklamcı Ahmet Bey,” çılgın proje”yi savunuyor heyecanla: “Müslümanlar zaman bombası üzerinde oturuyorlar. Her yıl yaklaşık bir buçuk milyon çocuk liseden mezun olup üniversite kapısına yığılıyor. Bu nüfusun ne kadarı İslam’ı biliyor? Yeni bir şey üretemezsek 10 yıl, 20 yıl sonra adı İslami de olsa tamamen Batı tarzı yaşamı içselleştirmiş bir nüfus çıkacak ortaya. Tarihte ilk defa düşman topraklarınızı işgal etmeden varlığınızı işgal edebilecek bir güce sahip. Müslümanların buna bir cevabı olmalı.”

Kadınların Türkiye’ye dönmek istemeleri çocuklarının aidiyeti etrafındaki kaygılarla ilgili olduğu kadar, yaşlanmakta olan anne babaları konusunda duydukları sorumluluktan da kaynaklanıyor.  Caddeler, Kadınlar ve ‘Tayyip’ başlıklı yazımda,  seçimden en fazla bir ay önce İstanbul’da CHP kökenli kadınlarda gözlemlediğim Recep Tayyip Erdoğan hayranlığını anlatmıştım. Konferans merkezindeki kadınlarda da benzeri bir hayranlıkla karşılaşmam sürpriz olmadı. Gerçi hayranlık ifadelerini çok geçmeden –ve bazen “Tayyip”in misyonu paranteze alınmak suretiyle- Türkiye toplumunu öncelikle bir tüketim toplumu olmaya götüren göstergelerle ilişkilendirilen bir AKP eleştirisi  takip ediyor.

 Mesela Gülseren Hanım, Türkiye’nin geçmiş yıllara nazaran dünyevileştiğini, maddileştiğini düşünüyor. “İnsanlar dizi ağzıyla konuşuyor. Mükremin Abi ifadeleri, annenin çocuğuna ‘aşkım’ diye seslenmesi… “  Türkiye’ye her gidişinde bir hayal kırıklığı yaşadığını belirtiyor Gülseren Hanım: “”Zamanında çok zorluklar yaşadı Müslümanlar. Şimdi insanlar yaşanılan acıları unutmuşlar, bir kaygı yitimi ve rehavet içindeler gibi geliyor bana.”

28 Şubat kaosu ve ekonomik krizle Amerika yollarına düşen göçmenlerin neredeyse  hiçbiri , şartları ne kadar uygun olursa olsun ABD’de bir gelecek düşlemiyor, çocuklarının tahsil hayatı için duydukları kaygıyla  dönüş için o kadar acele etmeseler bile. Türkiye’ye bakışta hep o çatallanma hissettiriyor kendini:  Anavatan öyle hemen dönmeye karar verilemeyecek  kadar uzakta, fakat çok geçmeden bir dönme planı yapmaya yüreklendirecek kadar da toparlıyor kendini, yeniliyor, geliştiriyor.