BM Kosova özel temsilcisi Martti Ahtisaari'nin Kosova'ya bağımsızlık öngören planını açıklamasıyla birlikte, uzunca bir süredir "sorun" olma durumunu koruyan Kosova'nın statüsü meselesi, yeniden tartışılmaya başladı.
Resmî olarak Sırbistan sınırları içinde bulunan ve bugün Balkanlar'ın en fakir bölgesi olarak tanımlanan 2 milyona yakın nüfuslu Kosova, 1999'dan beri fiilen BM yönetiminde. Arnavutların çoğunlukta olduğu ve iç savaş sırasında Sırbistan'a göç ettikten sonra bölgede yaklaşık 100 bin kadar Sırp'ın kaldığı Kosova özerk yönetimi, artık bağımsız bir devlet olmak istiyor. Sırbistan ise buna hem topraklarının bölünme projesi olarak baktığından hem de bölünmeyi "Büyük Arnavutluk" tasarımının bir adımı olarak gördüğünden karşı çıkıyor. Söz konusu durum, Yugoslavya'daki iç savaşın konularından birisi olmuştu ve savaştan beri de Kosova'nın statüsünün belirsizliği sürüyor. Bununla birlikte, Kosova sorununun belirsizliğe katiyen izin vermeyen bir yönü var ki, o da gerek Arnavutlar gerekse Sırplar bakımından şiddetli bir milliyetçiliği beslemiş olması. Sırp milliyetçiliğinin, Sırbistan coğrafyasından önce Karadağ'ın, ardından da muhtemelen Kosova'nın kopuşuna engel olamayacak koşullar yarattığı ortada.
Küresel mücadelenin yeni alanı
Balkanlar'ın istikrara kavuşturulması çerçevesinde imzalanan antlaşmaların bölge ülke ve halklarının tümünün derdine ilaç olmadığı biliniyor. Bağımsızlıklarını ilan edip, küresel güçlere de onaylatan ya da küresel güçlerin bu bağımsızlıkları hediye ettiği ülkelerin kendilerini hızla AB'ye atanları ya da bu yola girenleri için "istikrar" anlamlı bir kelime olmuş olabilir. Ancak, antlaşmaların Kosova'da, tıpkı Kıbrıs'taki gibi sorunları sadece dondurduğu, kalıcı bir çözüm getirmediği söylenebilir. 2005'ten itibaren Kosova'nın geleceğine ilişkin müzakereler sürüyor, sürerken de AB'nin web sayfasındaki genişleme linkinde "Kosova", ayrı bir başlık olarak yerini buluyor.
Konu Balkanlar olduğunda, tarihsel olayların anımsanmaması mümkün değil. Dünya savaşları ve Soğuk Savaş'ın bitişi gibi tüm tarihsel dönüşümler ele alındığında kilit bölge olarak sürekli Balkanlar'dan söz edilir. Sanki değişmez bir gerçeklikmiş gibi ve sanki dünya yeniden tanımlanabilir bir sürece giriyormuş gibi, yeniden Balkanlar bir tartışma alanı durumunda. Ancak, ilginç bir tekrar daha var gibi. Yine dünya savaşları ve Soğuk Savaş sonrası dönem tanımları sırasında adı geçen bir ülke daha var ki, o da Polonya. Benzetmek gibi olmasın; ama yeniden Kosova ile Polonya aynı cümlelerin içine girdi. Bu cümleleri kullananlar da en fazla ABD ile Rusya Federasyonu ve biraz da AB. Cümlelerin kullanım yerleri ise, öncelikle BM Güvenlik Konseyi, ardından ABD ile Rusya'nın diplomatik zeminleri ve biraz da AB platformları.
ABD ile Rusya arasında üç başlığa indirgenmiş ya da üç başlıkta toparlanmış anlaşmazlık var. Bunlardan biri, Kosova'nın bağımsızlığı meselesi. Diğeri, topraklarına füze savunma sistemi çerçevesine yerleştirilecek olan teçhizat ve silahlar bakımından olay haline gelen Polonya. Rusya Federasyonu, Polonya'ya yerleştirilen sistemlerin kimi hedef aldığının açık olduğunu, kendisinin hedef alınmayı hak edecek bir uygulamasının bulunmadığını; ama ABD ısrar ederse kendilerinin de karşı önlem alabilecek güçte olduğunu ifade etmekte. Ayrıca, hatırlanacağı gibi Rusya 1999 tarihli İstanbul Antlaşması'nı onaylamıştı; (AKKA Antlaşması'nı güncelleyen antlaşma) ancak NATO ülkeleri bu onaylamayı gerçekleştirmemiş durumda. Onaylamak için Rusya'nın Gürcistan ve Moldova'daki güçlerini çekmesi istenirken, Rusya NATO'nun Romanya ve Bulgaristan'daki üs inşalarından vazgeçmesinde ısrar ediyor. Zaten konuya Polonya dahil olduktan sonra Rusya, AKKA'dan tamamen çekilmeyi de gündeme getirmiş durumda.
Kosova'nın bu iki ülke arasındaki sorunların başına yerleşmiş olması, ABD'nin Kosova'nın bağımsızlığını desteklediği -oysa Rusya'nın buna ciddi biçimde itiraz ettiği- anlamına geliyor. Polonya'ya füze savunma sistemi yerleştirilmesi ve çeşitli bölgelerdeki konvansiyonel güç meseleleri ile Kosova sorunu arasında bir pazarlık dengesi olacağı akla gelse de, aslında bu üç konunun bir genel anlaşmazlığın ayrı ayakları olduğu söylenebilir. Rusya, ABD'yi uluslararası hukuk dışı davranışlarla tüm dünyayı tehlikeye sürükleyecek agresif politikalar üretmekle suçluyor.
Bu yaklaşımın ardında, ABD'nin Rusya çıkar alanlarını, tarihteki kaçıncı kez çevrelemeye kalkıştığı iddiası var. Irak ve Afganistan'daki varlığı ile güneyden, Japonya sayesinde doğudan ve eski Doğu Avrupa ülkeleriyle batıdan çevrelendiğini savunuyor. ABD ise, Rusya'nın Soğuk Savaş yıllarındaki gibi bir güç ve yayılma aradığını, üstelik bunu da giderek daha otoriter bir devlet kanalıyla yaptığını ileri sürüyor. Bu yaklaşımın ardında ise, Rusya'nın "doğalgaz" başta olmak koşuluyla enerji kaynak ve yolları bakımından tüm dünyaya baskı uyguladığını iddia etmek olduğu düşünülebilir. Bu farklılaşma, yeni güç dengesi arayışlarına karşılık gelebilir ve kendisini yeniden Kosova'da gösteriyor denebilir.
Kosova'dan Türkiye'ye
Soruna birkaç yerinden bakmak mümkün. Öncelikle, uluslararası hukuk bakımından Sırbistan'a ait bir toprak parçasının uluslararası güçler istediğinde "bağımsızlaştırılması" mümkün olmayabilir. Bunun en temel nedeni, uluslararası hukukun devletlerin ulusal sınırlarının değiştirilmesini esas almaması, self determinasyonu da bir kural değil, işe geldiğinde kullanılabilecek bir ilke sayması. Üstelik, Kosova için öngörülen sürecin örneğin Yukarı Karabağ için, Filistin ile İsrail arasında nihai sorun olarak kalacak gibi görünen "Kudüs bölgesi" için, Kuzey Irak için ya da dünyanın başka yerlerindeki benzer topraklar için uygulanıp uygulanamayacağına dair bir kanıt da bulunmuyor. Üstelik, Kıbrıs sorunu ve KKTC'nin fiili varlığı 1983'ten beri ortadayken Kosova'ya çözüm aramak da ilginç oluyor. Dolayısıyla, hukukun duruma uydurulmasının yolları aranıyor. Kosova'nın bağımsızlaştırılması mümkün olduğunda, bunun örneğin KKTC'ye uyarlanması da talep edilebilir mi diye akıllara geliyor.
Uluslararası hukukun küresel gelişmelere ve toplumsal taleplere dar geldiği de ortada. Kosova'da yaşayanlar Sırbistan egemenliğini sürekli reddettiğinde bu zorlamanın nereye kadar sürdürülebileceği de belli değil. Tüm baskılara rağmen Kıbrıs'ta bu başarılabildi mi ki Kosova'da başarılsın? Sırbistan'ın ve Kosova'nın aynı anda memnun edilmesinin yolu, büyük olasılıkla her ikisinin de AB ve NATO'ya katılımlarının desteklenmesi olarak görülüyor. Halklar bunu istiyorlar mı bilinmez; ama AB ve NATO, istedikleri varsayımından hareket ediyor. Hatırlatmalı, Kıbrıs'ta Türkler istediklerini belgelemişlerdi; ama bu bir değişken olamadı. ABD ve Rusya'nın anlaşmazlıkları çoğalacak gibi görünüyor.
Kaynak: Zaman