Gary Sick

Birleşik Devletler İran'la karşılıklı olarak yapıcı bir ilişki kurabilir mi? Küresel süpergüç, dik kafalı ve paranoyak bölgesel bir gücü sorumluluk sahibi bir katılımcı olarak uluslar câmiasına girmeye ikna etmenin bir yolunu bulabilir mi?

Amerika ve İran bu sorulara 30 yıldan beri hayır cevabı veriyorlar. ABD tarihi olarak cebri bir yaklaşım sergiledi ki İran'ı yalnızca daha fevri davrandığı bir tecrîde itmiştir.

Obama başkanlığı farklı bir strateji vaat etti. Valizini toplayan Bush yönetiminin bile amaca aykırı bulmaya başladığı Şer Ekseni gibi bir ölçüsüz bir tahkire iltifat etmek yerine, söylemi yumuşatacak ve el uzatacaktı. Bu politika, İran'ın 1980'lerdeki sivil savaştan beri en acı veren iç krize düştüğü geçen Haziran ayında yalnızca dört aylıktı. Yönetici seçkinlerin meşruiyet kaybı ve kendi bekâlarıyla katıksız meşguliyetleri, dış politika kararlarının artık bir dizi yeni iç dinamiklere ve belirsizliklere bağlı olduğu anlamına geliyordu – ki dış politika kararları en iyi halde bile zor kararlardır.

Bu yeni karmaşıklıklara rağmen, İran'ın ulusal güvenlik liderliği P5+1 (BM Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin beşi ve Almanya) ile nükleer materyalin İran dışında işlenmesi için bir anlaşmayı kabul ve hatta teşvik etti. İran, düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyumunun büyük bir kısmından vazgeçecek ve bu stok Rusya tarafından zenginleştirilip sonra da Fransa tarafından yakıt hücrelerine çevrilecek ve Tahran Araştırma Reaktörü için arz edilecekti. Her iki taraf da bunu bir kazan-kazan anlaşması ve müzakerelerin ileri aşamaları için önemli bir adım olarak görmüştü.

Fakat İran Meclisinde bu teklife topluca itiraz edildi. Hatta "yeşil" muhalefet bile itiraz edenler arasındaydı; P5+1'in pazarlığa riayet edeceğine dair sağlam teminatlar almadan İran'ın "ulusal bir varlıktan" - uranyum'dan – vazgeçmemesi gerektiğini savundular. İran liderleri başka bir düzenleme sunmak durumunda kaldı: Uranyum takası İran içinde gerçekleşsin.

ABD ve ortakları bu noktada karşıt bir teklifle cevap verdiler: İran uranyumu, yakıt hücreleri kullanılabilir olana dek katı güvenlik tedbirleri altında olacaktı. Böylece, yüzde yüz eksiksiz olmasa da, asli gâyelerine uygun bir şekilde işe yarayacaklardı. Ancak müzakereleri sona erdirdiler ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun (UAEK) sert bir bildiri yayınlamasını sağladılar.

Tahmin edileceği üzere İran, UEKA ile işbirliği düzeyini düşüreceğini ilan ederek cevap verdi ve büyük bir infiale kapılarak 10 adet uranyum zenginleştirme tesisi kurulacağını duyurdu; içi boş bir tehdit zira İran hem santrifüj eksikliliği ile mâlül hem de gerekli ham uranyum yakıtı yoksunu.

İran mağrur kozasına çekildi ve mağduriyetin ıstırabını çekti. ABD ve müttefikleri benzer bir şekilde, haklı infial vaziyetini aldılar; İran'ı politikalarını değiştirmeye zorlamaya ayarlı "felç edici" müeyyidelere şekil vermekten daha iyi.

Olayların sırası, Barack Obama döneminde ABD ve İran arasındaki etkileşimin seleflerinden çok da farklı olmayacağını telkin ediyor. Geçenlerde yapılan bir deney, böyle bir sonucun büsbütün hayal mahsulü olmadığına beni ikna etti.

Geçen hafta, Harvard Üniversitesi Belfer Center'da ABD-İran ilişkilerine odaklı bir simülasyon oyununa katıldım. Yarım düzine ülke veya kurum (AB ve KİK- Körfez İşbirliği Konseyi -dâhil) bölgesel politikalarda uzun yıllar tecrübe edinmiş katılımcılardan oluşan takımlar tarafından temsil edildi. Günahlarım yüzünden ben İran takımının başıydım.
Amerikan takımının amacı, İran'a karşı yeni müeyyideler için fikirbirliği oluşturmaktı. İran takımi ise ABD ve müttefiklerinin bizi incitecek bir müeyyide paketi oluşturamayacağından emindi ve durum gerçekten de böyleydi. Oyunun sonuna doğru, Amerikalılar görünüşte müttefik olanları uzağa düşürmüş, zamanı ve çabayı israf etmişlerdi; İran ise başlangıçtakinden daha iyi bir durumdaydı.

Bu sadece bir simülasyon elbette. Fakat Amerikan takımının hamleleri, ABD'nin son üç yönetim boyunca uyguladığı stratejinin aynısıydı. Bu oyunda müeyyidelerin peşinden koşulması, tıpkı gerçek dünyadaki gibi, bizâtihi gâye idi ve İran yahut onun uranyum zenginleştirme yeteneği üzerinde çok az etkisi vardı. ABD mâkul bir müeyyide paketini uygulamaya koyabilir (zaten hâlihazırda uygulanıyor). Bir kararlılık gösterisi olarak bu çabalar İsraillileri, KİK üyelerini ve diğer müttefikleri mutlu edebilir. İyi de İran'ı durdurmaya yetecek mi?

İran takımındaki bizler, Amerika'nın tüm politik zahmetlerine nâdiren ilgi gösterdik. Kabul, yer yer kendimizi yalnız hissettik. Fakat ana gâyemizin (kendi nükleer planlarımızda ilerleme serbestiyeti ve iç siyasi baskı açlığımızın artması) tehlikede olduğuna hiçbir zaman inanmadık; kaygılarımızın elbette ki başında gelen hayli tuhaf rejimimizin bekâsı hakkında da durum aynıydı.

İran takımının yaptığı teklifler aşırı derecede mütevazıydı ama ne ki nihâi sonucun temelini oluşturuyorlardı. Bizim yaptığımız önceki teklif ve öneriler halen masada olmasına rağmen bize onları hatırlatacak cesaret veya muhayyileye sahip hiçbir ülke yoktu; bizi oturtup planlarımız üzerinde hızlandırmaya çalışmadıkları gibi bizi gerçek kararlar vermeye zorlayabilecek cazip teşvikler de vermediler. Ve görüşmeleri ABD ve İran'ın müşterek çıkarları paylaştığı, müşterek zeminin bulunabileceği diğer alanlara genişletmeye teşebbüs eden de çıkmadı.

İran'ın uranyum zengileştirme hakkına hiç kimsenin meydan okumaması belki de gerçekçidir. Gönülsüz olarak bir emrivâki olarak kabul edilmekte. Ancak güvenlik tedbirleri, denetimler veya İran'ın faaliyetleri hakkında güvenilir istihbarat sağlayabilecek diğer düzenlemelerle ilgili olarak İran'ı test etmek gibi bir çaba da yoktu; İran nükleer programının, nükleer bir aygıtın üretimi için gerekli zamanı uzatabilecek belirli kilit unsurları üzerinde kısıtlama öneren bir oyuncu da çıkmadı.

Rusya ve Çin oyunun sonuna doğru İran'la kendi gizli uzlaşmalarına başladılar. İlginç bir gelişmeydi fakat kaçınılmaz bir gelişme de değildi. Rus ve Çin çıkarlarına temelden zıt müeyyide rejimine destek talep eden Amerikan takımının tek bir amacı olan baskısından kaynaklanmıştı.

ABD ve İran arasındaki ilişkiler her daim dış politikadan daha çok bir iç politika konusu olmuştur. Bugün daha bir doğrudur bu.

(...)

ABD, sürekli olarak başarısız olan müeyyide politikaları temelinde İran'la devam edecek mi? Ümit o ki Obama yönetimi Harvard'daki adaşlarından daha fazla kıvraklık ve muhayyile sergileyebilsin.


Yazar hakkında: ABD başkanları Ford, Carter ve Reagan döneminde Ulusal Güvenlik Konseyi'nde çalışmıştır.

Kaynak: BAE'de yayınlanan The National gazetesi.

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı