ABD-İran ilişkilerinin 1979 devriminden sonra izlediği seyir ile ilgili olarak detaylı bir değerlendirme yapılacak olursa muhtemel bir sürü soru akılda belirecektir: İran ve ABD ilişkileri neden tarafların birbirlerine açık savaş ilan etmelerine kadar geriledi? ABD yönetimi, diğer üçüncü dünya ülkelerinin nükleer programlarıyla ilgili olarak daha ılımlı bir yaklaşım izlerken, İran"ın nükleer programı ile ilgili olarak neden bu kadar sert bir tavır takınıyor?
ABD"nin, İran"ın nükleer tesislerine saldırmasına yönelik planlarına dair birçok şey söylendi. Ancak, öncelikli olarak ABD-İran ilişkilerinin tarihi seyrine bakmak gereklidir. ABD, Sovyetler Birliği güç kaybetmeye başlayınca yeni bir dış tehdit arayışına girmişti. Yeni kurulmuş İran İslam Cumhuriyeti bu arayış için iyi bir alternatifti. Zira, ABD yönetiminin, dünyanın en çalkantılı bölgelerinden birinde görmek isteyeceği en son şey İslami unsurlara dayanan bir devrimdi.
ABD"nin İran"a müdahale tarihi 1950"lere dayanmakta. CIA, 1953"te İngiliz istihbarat servisi ile işbirliği yaparak, milliyetçi hükümetin başbakanı Musaddak"ı devirerek Muhammed Rıza Şah"ı iktidara getirmişti. İslam Devrimi"nden sonra Washington"dan gelen ilk sinyaller, düşmanca olmaktan ziyade ihtiyatlıydı. Bu, rehine krizi olarak bilinen, İranlı öğrencilerin Amerikan elçiliğini basması ve çalışanlarını rehine alması olayına kadar böyle devam etti. Bu olaydan sonra, ABD-İran ilişkileri husumet üzerine şekillendi ve her iki ülke de birbirini düşman olarak gördü.
ABD-İsrail ilişkileri de zaten problemli olan ABD-İran ilişkilerini zorlaştıran bir başka faktör oldu. İsrail ve ABD arasındaki ittifak, yeni İran rejimi tarafından tolere edilemezdi. İki ülke arasındaki düşmanlık 1980"lerde yükselmeye başladı. ABD"nin Birinci Körfez Savaşı"na dolaylı olarak müdahil olması ve savaşı teşvik etmesi, körfez ülkelerine petrol arazilerini korumaları ve İran Körfezi"nden petrol tanklarını geçirmeleri için yardım etmesi de iki ülke arasındaki ilişkilerin gerilmesinde etken oldu.
Ancak, 11 Eylül"den sonra, ABD"nin İran"la gizli görüşmeleri başlatması kaçınılmaz oldu. 11 Eylül"den sonra ABD, Afganistan"da Taliban"a karşı saldırıya geçmişti; İran"ın doğu sınırında yürütülen ABD operasyonlarının İran topraklarına taşmayacağı garanti edilmeliydi. Bu güvenlik önlemleri, o zamanlarda ve hatta günümüzde Şer Ekseni devletleri arasında tanımlanan İslam Cumhuriyeti"nin işbirliği olmadan sürdürülemezdi. 2003"te Irak"a saldırıda bulunma kararı alındığında da İran"la işbirliği yapmak gerekliydi; çünkü İran ve Irak"ta bulunan Şiiler tarihten gelen güçlü bağlarla bağlıydı ve uzun yıllardır Saddam"ın baskısı altında yaşayan muhalif gruplar Tahran"daki İslami rejime sadıktı. İran ve ABD arasında bu konular etrafında gerçekleşen gizli görüşmelerle ilgili olarak işgal öncesinde ve sonrasında çok şey söylendi; fakat her iki taraf da kamuoyu önünde birbirlerine düşmanlık gösterisinde bulunmayı sürdürdüler.
Şu an gelinen noktada, Irak"ta hesapları planladığı gibi gitmeyen ABD, Irak"ta kötüye giden durum üzerindeki ilgiyi dağıtmak için kendine yeni bir savaş alanı bulmak zorunda. Bu bağlamda, İran nükleer programı en iyi seçenek gibi gözüküyor. Zira, İran"ın, nükleer programın tamamen barış amaçlı olduğu yönündeki açıklamalarını ikna edici bulmayanlar var. Uluslararası toplum ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA), halen İranlıları, uluslararası talepleri dikkate almaları için ikna etme imkanı olduğunu düşünüyorlar. İsrail talepleri doğrultusunda motive edilen ABD yönetimi ise programın tamamen sona erdirilmesi üzerinde ısrar ediyor.
İran ve ABD arasındaki sözlü savaşa rağmen, her iki tarafın da askeri bir harekat başlatmaya istekli olmadıkları söylenebilir. Aksine, her iki taraf da tehdidin gücünü müzakerelerden daha iyi sonuçlar almak için kullanıyorlar. Her iki taraf da birbirlerinin askeri kapasitelerinin farkındalar; bu yüzden her iki taraf da askeri bir harekatın sonuçlarına karşı ihtiyatlı davranmayı tercih ediyor.
Irak cephesinde halen sorunlar yaşanması, ABD"nin başka bir savaşa girmesini ve yeni askeri kayıplarla mücadele etmesini zorlaştırıyor. Tahran"a yapılacak bir saldırı, ABD bütçesi ve vergi ödeyen ABD vatandaşları için de daha fazla yük demek. Ayrıca, ABD yönetimi, bölgedeki başlıca aktörlerden biri olan İran"a yapılacak bir saldırının tüm bölgeyi uçuruma sürükleyeceğinin de tamamen farkında. Dahası, son kongre seçimlerinde demokratların galip gelmesi nedeniyle zaten Amerika kendi içinde sorunlarla boğuşuyor.
Ayetullah Hamaney, eski başkan Hatemi ve Rafsancani ise açıklamaları ile kriz için diplomatik anlaşmanın gerekliliğine vurgu yapıyorlar. Diğer yandan, İranlı liderler, İsrail"in ABD adına İran"ın nükleer tesislerine yönelik bir saldırı gerçekleştirmesi ihtimali olduğunu da iyi biliyorlar.
İki ülke arasındaki ilişkilerin iyileşmesi, ancak önümüzdeki aylarda bazı gelişmelerin olması ile mümkün olabilir. Öncelikle, ABD, İran"ın desteğiyle Irak cephesini biraz toparlayabilir. Bu konuda İran"dan alınacak muhtemel destek ise ABD ve İran arasında nükleer program ile ilgili olarak barışçıl bir anlaşma yapılması sonucunu doğurabilir. İkinci olarak, Tahran"ın algıladığı gibi, İran"ın bölgedeki liderlik rolünün ABD tarafından tanınması ve İslam Cumhuriyeti"nin barışçıl amaçlarla nükleer program sürdürmeye hakkı olduğunun kabul edilmesi ile ABD ve İran arasındaki gerginlik azalabilir. Üçüncü olarak, her iki tarafın daha az çatışmacı bir üslup takınması da bir anlaşmaya ulaşılmasını kolaylaştıracaktır.
* Amal Hamada, The US vs. Iran: A Love-Hate Relationship, Islamonline Net, 19/03/2007, www.islamonline.net. Zeynep Yıldırım tarafından kısaltılarak ve Türkçeye uyarlanarak tercüme edilmiştir. Makalenin yazarı siyaset bilimi uzmanı Amal Hamada, Kahire Üniversitesi"nde öğretim görevlisidir.