ABD, eskiden istediği gibi manipüle ettiği Latin Amerika'da solcu liderlerin iktidara gelmesiyle etkisini kaybetmiş durumda. Diğer yandan, söz konusu liderlerle giderek yakınlaşan AB ülkeleri ABD'yi kıtanın sol eğilimli hükümetlerine yönelik tecrit politikasında yalnız bırakıyor
Vaktiyle Amerika'nın 'arka bahçesi' sayılan Latin Amerika son 10 yıldır ABD'nin yörüngesinden çıkıyor. Washington'ın dayattığı neoliberal politikaların deneme sahası olarak Latin Amerika şu an söz konusu politikalara muhalefet eden ve bu minvalde ABD hâkimiyetine karşı bir odak mahiyetinde Avrupa, Çin ve Ortadoğu'daki müttefiklere yüzünü çeviren bir dizi solcu liderin yatağı haline geldi. Bilhassa Avrupa, ABD'yi Latin Amerika'ya yaklaşımında giderek tecrid eder görünen alternatif politikaların işaretlerini vermeye başladı.
1970'lerin ortasından 1980'lerin ortasına uzanan dönemde özelleştirme, devlet denetimini kaldırma ve piyasaya dayalı büyümeyi gözeten yapısal uyum önlemleri, Washington Konsensüsü diye bilinen kapsamlı neoliberal ilkeler çerçevesinde formüle edildi ve Latin Amerika ülkelerinden bu doğrultuda reformlar yapması istendi. 1990'lara neoliberal modelin görece hegemonyası ve bütün kıtada uygulanması damgasını vurdu.
'Washington Konsensüsü' çöktü
Washington bu modelin dış borç krizini çözüp özel sektörü dirilterek ekonomik büyümeye hız verebilecek sihirli bir iksir olduğunu öne sürüyordu. Serbest ticaret politikalarının kilit bileşenlerinden biri de Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (FTAA) olarak bilinen ve ABD'yle Latin Amerika ülkeleri arasındaki ticaret engellerini azaltmayı öngören anlaşmalardı. Kuzey Atlantik Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) adı verilen ilk anlaşma Meksika, Kanada ve ABD arasında imzalandı. NAFTA Meksika'da yapısal uyum politikalarının dayatılmasını gerektiriyordu ve yürürlüğe girdikten bir gün sonra karşısında Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu'nun ayaklanmasını buldu.
Geçen 10 yıldaysa Orta ve Güney Amerika'nın dört köşesinde özelleştirmeye ve serbest ticaret anlaşmalarına karşı ulusal seferberlikler yaşandı. Değişik dozlarda neoliberal taassuba meydan okuyan çeşitli liderler iktidara geldi: 1998'de Venezüella'da Chavez, 2003'te Brezilya'da da Silva, 2003'te Arjantin'de Kirchner, 2004'te Uruguay'da Vazquez, 2005'te Bolivya'da Morales, 2006'da Nikaragua'da Ortega ve 2006'ta Ekvador'da Correa. Ulusal seferberlikler, neoliberal siyasilerin iktidardan gönderilmesi ve solcu liderlerin seçilmesi, neoliberal politikalara karşı daha önceki protesto döngüsünden daha derin bir reddiyeyi ifade ediyordu.
Latin Amerika'nın bu kendine özgü konumu, 'imparatorluğun atölyesi' statüsünden kaynaklanıyor olabilir. ABD kendine mal ettiği imparatorluk unvanını bu kıtada kazandı; burası maşalar aracılığıyla nasıl şiddet kullanabileceğini öğrendiği okuldu; ve serbest piyasa esaslı ulus inşası deneylerinin başlangıç noktası da bu kıta oldu. Yapısal uyum politikalarının etkilerinin ilk vurduğu ülkeleri barındıran Latin Amerika, protestolarla tepki vermekte de başı çekti ve kıtanın sol ve merkez sol hükümetleriyle, ABD'deki yeni-muhafazakârların arası açılıyor. Birçok solcu lider terörle savaşı, FTAA'yı ve IMF'nin dikte ettiği düzenlemeleri reddediyor.
2002'de Chavez'e yönelik darbe girişimini saymazsak, sola eğilimin artışı, Şili, El Salvador ve Nikaragua'daki gibi ABD destekli kontralara veya darbelere yol açmadı henüz. Bu kısmen ABD'nin Irak'taki varlığından kaynaklanıyor. Fakat son dönemde Kolombiya'da olup bitenler, ABD'nin Latin Amerika'ya burnunu sokmak için kullanıyor olabileceği arka kapı taktiklerine dair işaret sayılabilir. Martta Kolombiya Silahlı Devrimci Güçleri'nin (FARC) kampına yönelik baskının akabinde, Kolombiya hükümeti kamptaki dizüstü bilgisayarlarda Chavez'le FARC arasındaki ilişkiye dair kanıt bulduğunu iddia etti. ABD basını ve yetkilileri, hâlâ kanıtlanmasa da, iddiaların üzerine balıklama atladı ve Chavez'in bölgeyi istikrarsızlaştırmak için FARC'ı kullandığını öne sürdü. Fakat aksine, FARC'ın elinde rehin geçirdiği altı yıl sonunda yeni kurtarılan Kolombiyalı-Fransız siyasetçi Ingrid Betancourt, rehineler için yaptığı girişimlerden dolayı Chavez'e açıkça teşekkür etti.
ABD en büyüğü Ekvador'daki Manta Hava Kuvvetleri Üssü'nde bulunan askeri tesisleri üzerinden Uribe'nin muhafazakâr hükümetine askeri destek sağlıyor. Correa geçenlerde, izin süresi bittikten sonra üssü kapatma tehdidi savurdu ve bölgeyi Çin'e önerdi. Bu ihtimal ABD'nin önleyici müdahalelerde bulunmak konusundaki seçeneklerinin hiç olmadığı
kadar daraldığını gösteriyor.
ABD-Latin Amerika ilişkilerindeki vahim manzaradaki tek parlak nokta,
Demokrat aday Obama'nın başkan seçilme ihtimali. Obama seçilirse kıtadaki solcu liderlerle müzakere etmek konusunda daha büyük bir açıklık sergiliyor, ki buna Küba'yla ticari ve diplomatik engellerin kaldırılması dahil. Ne var ki Obama Miami'deki muhafazakâr Kübalı sürgünlerin Amerikan Ulusal Vakfı'nda konuşmayı ve ambargoyu sürdürme sözü vermeyi de ihmal etmedi. Chavez'in demagog olduğunu söyledi. Ve Kolombiya'yla son ihtilafta, Kolombiya'nın teröristleri yakalamak için Ekvador'u işgal hakkı olduğundan dem vurdu. Bunları oy kaygısıyla söyleyip söylemediğini zaman gösterecek.
Avrupa'ysa son dönemde bu kıtaya yönelik alternatif politikalar gütmek konusunda başı çekiyor. AB 2003'te Küba'ya uygulamaya başladığı diplomatik yaptırımları kaldırma kararı aldı. Karar, Küba Devlet Başkanı Raul Castro'nun son aylarda hayata geçirdiği reformlarla ilgili. Paket Kübalıların resmi izne gerek duymadan yurtdışına çıkabilmesini, eşcinsel evliliklerini, ülke içi göç yasağının kaldırılmasını, küçük işyerlerine izin verilmesini ve Kübalıların ev ve odalarını kiralayabilmesi gibi yenilikleri içeriyor. ABD Dışişleri yaptırımları kaldırdığı için AB'yi eleştirerek, reformların göz boyamayı amaçladığını ve Castro yönetiminin meşrulaştırılmaması gerektiğini öne sürdü. Fakat bu açıklamalar, Dışişleri'nin iç ve dış kamuoyundan ne kadar uzağa düştüğünü bir kez daha gösteriyor olsa olsa.
AB benzeri birlik istiyorlar
Amerikalardaki ülkeler FTAA'ya alternatif mahiyetinde yeni ticaret blokları oluştururken, dahili entegrasyon modeli olarak yüzlerini de Avrupa'ya çeviriyor. Mayısta Brezilya'da düzenlenen 3. Devlet Liderleri Zirvesi'nde birçok Latin Amerika ülkesi Güney Amerika Ulusları Birliği oluşturmak için bir anlaşma imzaladı. Birlik AB'yi örnek alıyor ve iki mevcut ticaret yapısını birleştiriyor: Mercosur ve And Topluluğu. Liderler AB temelinde şekillendirecekleri birliğin ortak para birimi, pasaport ve parlamentosunu 2019'a doğru hayata geçirebilmeyi umuyor.
Bütün bunlar Avrupa'nın Latin Amerika'da ABD'nin rolüne soyunduğu veya ABD'nin önemini yitirdiği anlamına gelmiyor. ABD'nin hâlâ etkili olduğuna dair birçok işaret var. Solcu liderler bu dönemde yüzlerini, bazı eski Soğuk Savaş hamilerine dönüyor olabilir. Sözgelimi ABD 2006'da Venezüela'ya silah satışını askıya alınca Chavez Rusya'dan silah almaya başlamıştı. Fakat Soğuk Savaş sonrasında Latin Amerika kendisine daha bağımsız bir rol biçiyor ve hamilerden ziyade müttefiklere ihtiyaç duyuyor. Bu liderlerin söz konusu ittifakları inşa etmekte kaydedeceği başarının seviyesi, kıtada yeni sol politikaların sürdürülebilirliği açısından hayati önem taşıyabilir.
Kaynak: Radikal