Bir süredir bu köşeden, 28 Şubat sürecinin ekonomik boyutuna ilişkin bazı gerçekleri anlatıyorum. Bugün, Refahyol Hükümeti'nin iktidardan uzaklaştırıldığı 1997'nin şartlarına bir de "kamu bankaları" penceresinden bakalım istiyorum. Zira toplum mühendisliğinin yarattığı sisli hava 1997-2002 döneminde hem parçalı koalisyonları tetikledi hem de sisli havayı seven kurtların piyasada cirit atmasını sağladı. O belirsizliğin Türkiye'ye kestiği ağır fatura da esasen 28 Şubat'taki planlamadan kaynaklandı. Ertelenen özelleştirmeler, zayıf yönetsel yapılar, artan likidite açıkları, denetim eksiklikleri ve popülizm uğruna el atılan mevduatlar... Zaten 2001, özünde "kamu krizdir." 1990'ların ortalarından itibaren kamu bankalarında halının altına süpürülen bilanço sorunları, 2000'lerin başında "ödemeler sisteminin kilitlenmesiyle" sonuçlanmıştır. Yani kamu bankaları fiilen iflas etmiştir.
***
Yazının başında peşinen söyleyeyim... Öyle lafı eğip bükmeye gerek yok. Kamu bankaları- siyaset ilişkisi günümüz şartlarında 15 yıl öncesinden farklı. "Halen şu oluyor, bu oluyor" diyenler çıksa da iki husus dünden belirgin şekilde ayrışıyor.
1- Kamu bankalarının sübvansiyonlu kredileri (çiftçi, esnaf vb) için bütçeye ödenek konuluyor artık görev zararı üretilmiyor.
2- Ticari kredi açan yöneticiler, Bankacılık Kanunu'ndaki "zimmet" maddesi nedeniyle yedi sülalesinin peşinin bırakılmayacağını göz önünde tutuyor. Kredi komitesinde kılı kırk yarıyor, teminatı sağlama bağlıyor. Yani tesir altında kredi açarsa başına belaya gireceğini biliyor. DEVAMI>>>