Kurmay Binbaşı Avni Elevli'nin 27 Mayıs üstüne kitabını okumaya devam ediyorum. Sözkonusu ideolojinin sürekliliğini gösteren birçok örnek insanın karşısına çıkıyor. Binbaşı, dünkü alıntılarımdan birinde "memur-öğretmen-subay" birliğinden söz ediyordu. Bunlara, zaman zaman, "basın"ı da ekliyor. 27 Mayıs tam bir basın özgürlüğü getirmiş. "Fakat en önemli safhalarda onlar, bize sormadan ve bizde Komite'nin kararını almadan ve kendilerine bildirmeden hiçbir şey yazmadılar. Üstelik her an verilecek vazifeleri ifaya hazır olduklarını, her hizmeti zevkle yapacaklarını bildirdiler. Onlar bizim hem karagün ve hem de iyi gün dostumuzdular" (s.44; imlâ yanlışlarını olduğu gibi alıyorum).
"Bir gün resmî bir husus için bir gazete yazıhanesine gitmiştim. Beni gören biri 'Dikkat, Türk ordusu geliyor' diye bağırmış ve diğer arkadaşlarını o odaya toplayarak bana tanıştırmıştı. Onlar bu meşru ve haklı davamızda kendilerine düşen hizmetleri tam olarak ifa ettiler.
"Gençliği hazırlayan ve galeyana getiren onların çalışması, yazıları değil mi? Gençliği ateşleyen ve alevleyen onların kalemleri değil mi idi?"
Bu satırlar bugün de insana fazla şaşırtıcı gelmiyor, çünkü 12 Eylül'den beri bunu kural haline getirdik zaten. AKP iktidarı ise ittifakı pekiştirdi. Tek şaşırtıcı olan, durumun bu açık ifadelerle dile getirilmesi ("naiflik" dediğim hep böyle şeyler. O tarihte bir subay bunları "ideal durum" olarak anlatabiliyor, açıklayabiliyor).
"Dost" basına karşılık, "düşman" polis var: "Yolum istasyondan geçiyordu. Gençlik Parkına geldiğimde muazzam bir polis kesafeti gözüme ilişti. Hepsi de cakalı idi. Menderes yetiştiriyordu bunları. Adnan'ın ordusu, Bayar'ın yavruları idi bunlar. Niyetleri orduyu kaldırıp polislerden bir iki hassa alayı yapmak, buna bir iki alay da Jandarma ilave etmek, böylece büyük kalkınma hareketleri için ordunun sarfedeceği masraflardan iktisat etmekti" (s.70).
Bu çelişki her zaman vardır, çünkü polis mutlak olarak Genelkurmay'a bağlı olmayan (üstelik silâh kullanabilen) bir örgüttür. Ancak, çelişki belirli konjonktürlerde yukarıdaki alıntıda görülen keskinliğe ulaşır. Bugünlerde Ergenekon soruşturması da birilerine benzer sözler söyletiyordur.
"Harb Okulunda bir vahdet vardı. Polislere iyi bir ders vermek için and içiyorlardı. Her dersanede, her kesimde, her bölükte ve her taburda" (s.132).
Zaten 27 Mayıs'ı izleyen günlerde polisin toplumla barıştığını simgeleyen bazı resmî âyinler yapılmıştı. Elevli'nin bu konuda da fikri var:
"6 aylık bir askerî eğitim bunları arzu edilen dereceye ulaştırır kanaatindeyim" (s.132). Yani, hiç değilse ideolojik düzeyde askerin yedeğine alınmalılar.
Cumhurbaşkanı'nı "korumak ve kollamakla" yükümlü Muhafız Alayı'nın komutanının da, Komite'nin etkili üyelerinden biri olması gibi, toplumda Genelkurmay karşısında özerk herhangi bir birim olmamalı.
27 Mayıs öncesindeki günlerde "fısıltı gazetesi" bir hayli etkindi. Basının haber verme özgürlüğünün çok katı bir biçimde baskı altına alınması da kulaktan kulağa bilgilenme ihtiyacını büyütüyordu. Öğrenci olaylarında yalnız Turhan Emeksiz polis kurşunuyla can vermişti. Ama daha çok sayıda ölen olduğuna inanılıyor, "kıyma makinasından geçirilmişler" diye bir söylenti yayılıyordu. 27 Mayıs'ı izleyen günlerde Et-Balık Kurumu arandı ve bunların yalan olduğu anlaşıldı. Ama Elevli, üç ay sonra yayımladığı kitabında bunu bir olgu olarak sunmaktan vazgeçmiyor: "Zira hadise esnasında ölü ve yaralı talebeler süratle kalabalıktan uzaklaştırılmış ve vasıtalarla bilinmeyen yerlere götürülmüşlerdi. Bilahare bunlardan bir kısmının ayaklarına taş bağlanarak denize atıldıklarını; bir kısmının alelacele gömüldüklerini ve hattâ bir kısmının kıyma makinalarından geçirilerek tavuk yemlerine karıştırıldıklarını öğrendik" (s.96-7).
Nereden "öğrenmiş" acaba? O zaman da haberi işleyerek yayma gereği varmış.
..................
Murat Belge'nin dünkü yazısı/ 27 Mayıs üstüne bir kitap
Kimbilir ne zaman bir sahafta görüp aldığım ve bir türlü kapağını açamadığım bir kitabı nihayet okuyabildim. Kitabın tam adı "Hürriyet için 27 Mayıs 1960 Devrimi"; kapakta bunun "Hürriyet İçin" kısmı daha büyük yazılmış. Altında, "Yazan: Kurmay Binbaşı Avni Elevli, Harp Okulu Üçüncü Tabur Kumandanı" yazısını okuyorsunuz. Herhalde kendisi bastırmış, çünkü bir yayınevi adı görünmüyor. Tarih ise 1960. Yani 27 Mayıs'tan birkaç ay sonra yazılmış ve basılmış bir kitap.
Okurken sürekli gözüme çarpan bir nokta, 1960'ın ve tabii 27 Mayıs'ın yakın tarihimizde oynadığı "ayraç" rolüydü. Bundan önceki siyasî bilinçlilikte tuhaf bir naiflik, bir çocuksuluk var. Darbeden birkaç ay sonra yazılmış bu kitapta da dediğim naif nitelik kendini hemen belli ediyor.
Niçin böyle acaba? Çok-partili bir siyaset hayatı yaşanmadığı için mi? Ama elli-altmış arasında, hem de epey ateşli bir çok-partili parlamentarizm deneyiminden geçildi.
Niçin böyle acaba? Çok-partili bir siyaset hayatı yaşanmadığı için mi? Ama elli-altmış arasında, hem de epey ateşli bir çok-partili parlamentarizm deneyiminden geçildi.
Yoksa, ülkede bir "sol" olmamasından mı? Belki. Ama bir "sol" olduğunu düşündüğümüz yıllarda da bu "sol", iki geleneksel gücün üzerinden politika yaptığı bir "piyon"dan öte bir varlık sahibi olamamıştı.
Nedenini açıklayamayacağım; ama böyle bir "büyümemişlik" bu dönemin siyasî "literatür"ünde hep hissedilir.
Kurmay Binbaşı Avni Elevli, tahmin edileceği gibi, 27 Mayıs'ın ateşli bir taraftarı. Bu konulara pek girmiyor ama Harbokulu'nda "tabur kumandanı" olması da herhalde bu eğiliminin sonucu olsa gerek, çünkü kendisinin de anlattığı gibi Harbokulu 27 Mayıs'çıların başlıca silâhıydı ve burada "kafadar" subayların görev yapıyor olması önemliydi.
Elevli'de yoğun ve şiddetli bir Demokrat Parti nefreti görüyoruz. Zaten bunun hiçbir gizlisi saklısı yok: "... molla Celâl ve onun maşası manyak Menderes..." gibi cümleciklerle sık sık karşılaşıyoruz.
Kitapta ağırlıkla 27 Mayıs'ın gerçekleştirilmesi anlatılıyor ve bunun için doğal olarak DP iktidarının son bir iki yılı daha yoğun bir biçimde ele alınıyor. Bu birkaç yılın iktidara karşı (ordu içinde) duyulan nefreti büyük boyutlara vardırdığı anlatılıyor: "İşte bu ve buna mümasil binlerce hadiseler memuru, öğretmeni ve subayı tamamen huzursuz yapmıştı. Ayrıca maaşların azlığından doğan malî imkânsızlıklar bu zümrenin belini iyice bükmüştü" (s.52; "maaş" konusunun böylece çıtlatılması da dediğim o naifliğin örneklerinden).
"Subaylar, bu gidişatı çok yakinen takip ediyorlardı. İşin vehametini anlamışlardı. Artık öyle bir durum olmuştu ki, ne herhangi bir subay ve ne de herhangi bir kimse subaylar meclisinde sabıkları methetmek cesaretini gösteremiyordu. Çünkü, derhal sert bir lisanla karşılanıyordu. İşte, böyle bir duygudan doğan fikir ahengi ordu içinde kuruluvermişti [bir şeyler hatırlatıyor mu bu sözler?]. Kayseri hadiselerinde bu iş fiilen kendini gösterdi. Nihayet, son olaylar subayları bir araya getirdi, gurup gurup sabıkları yok etme çarelerini aramağa ve 'Nasıl yapmalı?' 'Nasıl yaparız?' suallerine cevap vermeğe koyuldular" (s.157-58).
Yani, DP'nin Meclis'te bir "Tahkikat Komisyonu" kurma gereğini duyduğu ortamı anlatıyor.
DP iktidarının son yıllarında hükümetin hazımsız ve baskıcı uygulamalarından, Kayseri Uşak olaylarından vb. ben de çok rahatsızdım. Ancak Elevli, bu son yılları vurgularken, aslında işin DP'nin iktidar olduğu güne uzandığını da saklayamıyor. Yani, konu hükümetin giderek demokrasiden uzaklaşması konusu değil. CHP, yani devlet iktidarını kesintiye uğratması.
Celal Bayar'ın İnönü'ye minnet borcu var. "Zira 1950 seçimlerini kaybettiğinde, o devrin generalleri işe müdahale teklifinde bulunmuşlardı, fakat İsmet Paşa buna rıza göstermemiş..." (s.63). Yani, bu seçimi kazanmış partinin ne yapacağı hakkında hiçbir bilgi yokken de, durum böyle.
Bakın: "Nihayi kaynaşmalar çok mükemmel bir teşkilâtlanma ile hepimizin bildiği ve bu inkilabın pırlantası olan Milli Birlik Komitesini meydana getirdi. İlerde isimlerini açıklayacağım Hürriyetperver, vatansever ve her türlü tehlikeleri göze alan bu asil ve güzide subaylar, günler, haftalar, aylar ve hattâ senelerce çalıştılar, plânlar hazırladılar ve gelecekle ilgili ağır mes'uliyetlerini de teferruatıyla plânladılar."
Yarın da Elevli'nin kitabına devam edeceğim.